27 Ağustos 2009 Perşembe

Kısacık Ama Çilek Tadında


Zihnimizin işin içinden çıktığı, anı aklımızla değil, bedenimizle kavradığımız o müthiş ZAMAN aralığı… Saniyeler mertebesinde kısacık ama ÇİLEK tadında. Bazen yıllar kadar uzun, bazen de kısacık geliveren, ama belleğimizde her daim yer eden, kalıcı izler bırakan güzellikler silsilesi.


Yeter ki hissedelim, yeter ki farkına varalım. Anın gecikmesi, anın farkına varılması, her biri birbirinden güzel dokunuşların hayatımızdan gelip geçivermesi… Ne büyük kayıptır aslında! Düşünsenize… Öylesine güzel, öylesine kendine hastır ki onlar; farkına vardığınızda içinizi kaplayan sıcacık duygular sizi bambaşka alemlere taşır o kısacık anlarda. Tek yolu fark edebilmek ve çilek tadına varmaktır sadece.

Bebeğinizi kucağınıza ilk verdikleri anı hatırlayın bir kez; onun sıcaklığını hissettiğiniz, kokladığınız ve tenine ilk dokunduğunuz o harikulade anı. Üzerinden yıllar geçse de tadı asla unutulmaz. Aşkınızın sizi bir serçenin gözyaşları kadar sevdiğini söylediği anda hissettiğiniz o yürek çarpıntınıza ne demeli? Bir yılbaşı gecesi gökten düşen kar tanelerinin masum beyazlığını sevdiklerinizle paylaştığınız o müthiş an… Dudaklarınızda hissettiğiniz yaz yağmuru damlalarının içinizi ürperten ıslaklığı… Uzun zamandır özlemini çektiğiniz dostunuzun hava alanında size koşarak geldiğini gördüğünüz an… size sımsıkı sarıldığında dünyanın bir an için durduğunu hissetmediniz mi hiç? Kısacık ama anlam ve duygu yüklüdür her biri, çilek tadındadır.

Bazen de kalabalığın arasında kendimizi yapayalnız hissettiğimiz ”AN”lar vardır. Umudumuzu yavaş yavaş yitirdiğimiz, bekleme sınırlarımızı sonuna kadar zorladığımız o zor anlar. Hep bekleriz bir şeyleri, birilerini dünyamıza yeni bir soluk katacak o gizemli insanları. Bu insanlar bazen bir sevgili olarak kucaklar bizi, bazen de hayat boyu kaybetmek istemediğimiz dostlar olarak sarar sarmalar üşüyen yüreklerimizi.

Aslında en önemli karşılaşmalar önce ruhlar tarafından hazırlanır. Bu bir tür karşılıklı telepatiye benzer aslında. Hani düşündüğümüz anda çalan telefon, hissettiğimiz anda dostumuzun kapıda belirmesi yada hiç alakasız bir yerde karşılaşmamız gibi. Henüz bedenler, gözler birbirini görmemiş ama bir şekilde hissetmiştir. Biliriz bir şekilde geleceğini ama yinede onu beklerken sabırsızlanır yüreğimiz, bir kuş misali kanat çırpar. Biran önce gelmesini, bir an önce dünyamızın karışmasını, belki de duygularımızın alt üst olmasını, o deli fırtınayı isteriz. Gitmek istediğimiz yerle, bulunduğumuz yer arasındaki mesafeyi yakınlaştıracağını umarak belki de kimbilir.

Genelde bu karşılaşmalar bizim dayanma sınırlarımızı zorladığımız o naif anlarımızda gerçekleşir, en dipte, en sonda olduğumuzu hissettiğimiz , duygusal olarak arınmaya ihtiyaç duyduğumuz anlarda.

Hayat bir oyundur aslında; bazen alabildiğice sert, bazen kırıcı ve uzun, bazen de şaşırtıcı derecede kısa. Paulo Coelho’nun On Bir Dakika adlı kitabında dediği gibi” bir AN hiçbir şeyiniz yoktur, bir sonraki AN kabul edebileceğinizden fazlasına sahipsinizdir”. O nedenle gerek o anları beklerken, gerekse kavuştuğumuz beklentilerin doyumsuzluğunu yaşarken, tadına varalım yaşamın. Aldığımız nefesin, yediğimiz yemeklerin, uyduğumuz uykunun, gördüğümüz rüyaların, kurduğumuz hayallerin, kısacası yaşamın hakkını verelim. Yani oyunu kurallarına göre oynayalım. Elde edemediklerimize yanacağımıza, elimizdekilerin kıymetini bilip, anların keyfine varalım. Saniyeler kadar kısa olsa da o anın büyüsünü uzatalım uzatabildiğimiz kadar içimizde; çilek tadının keyfine varalım.

Neden mi? Çünkü aslında ANın kıymetini bilerek yaşamak, hemen peşinden tadına doyamayacağınız başka bir anı getirecek; yani farkına vararak yaşadığımız o muhteşem anlar yeni ANlara kapı açacaktır.

İşte o zaman hayatın renkleri daha bir başka görünecektir gözümüze, dünya daha bir yaşanılası yer olacaktır gönlümüzde. Denemesi mi bedava, haydi ANların tadına varmaya!

Sevgiyle en unutulmaz anlara…
Belgin ERYAVUZ

16/02/2004

Dokunmanın Büyüsü (Parmak Ucundan Kalbe)


Dokunmak, temas etmek, kendi sıcaklığını karşındakine aktarırken, ondan da aynı sıcaklığı ve sevgi sinyallerini alabilmek ve bunu içinde, çok derinlerde hissedebilmek, yaşamak doyasıya ve yaşatmak…


Dokunmak bir anlamda sevgimizi aktarmanın en güzel yolu, belki de en etkileyicisidir. İçimizdeki sevgiyi ve sıcaklığı sözcüklerle ifade ederken zorlandığımız anlarda, dokunmanın o tatlı ürpertisinde bir anda bütünlük ve anlam kazandığını görürüz. Dokunmak büyülüdür, sevgimizi bu yolla aktarırken dokunduğumuz yerde sanki bir perinin tılsımlı çubuğu değmişcesine etkileşim yaratır. Tokalaşmanın kuvveti, kucaklaşmanın sıcaklığı, bir öpüşün yumuşaklığı, sımsıkı sarılmanın içimizi saran hazzı, kısacası dokunmanın her hali ne kadar da keyifli ve büyülüdür.

Parmak uçlarınızla etrafınızdaki nesnelere dokunun, sanki ilk defa algılıyormuşcasına, ilk defa dokunuyormuşcasına… Hissedin, temasın ve dokunmanın niteliğini… bırakın sadece temasla hissettiklerinizi diğer uzuvlarınızda algılasın. Sinyallerin parmak uçlarınızdan bedeninize doğru dalga dalga yayılışını izleyin… Doğaya dokunmayı deneyin; bir gül yaprağına dokunun örneğin. O kadifemsi yumuşaklığını hissedin parmak uçlarınızda. Gözlerinizi kapatıp, sadece temasın güzelliğini yaşayın hissettiklerinizin keyfini çıkarın. Aniden yağmaya başlayan yaz yağmurunda dudaklarınıza birdenbire düşen minicik bir damlayı düşünün, dokunduğu yerdeki o garip serin ıslaklığı hissedin.

Ne yazık ki çoğu insan hissetmeden dokunur her şeye.Bu tıpkı bakıp da baktıklarımızı görmemeye benzer. Halbuki algılayıcı şekilde dokunmak, bütün vücudunuzla ve elinizle, parmak uçlarınızla derinden dokunarak dinlemek ve hissetmek önemlidir. İşte o büyü o zaman ortaya çıkacak ve hissedilenler unutulmaz anlar olacaktır.

Soğuk bir kış gününde bir fincan sahlep bir başka örnek olamaz mı sizce? Aldığınız o sıcacık yudumun önce damağınızda bıraktığı tadı, sonra da ılık ılık boğazınızdan yayılışı da bir tür dokunmak değil midir? Önemli olan hissedebilmek galiba. Dokunmanın gizemli büyüsünü yakalayıp o sihri yaşamak; an’ın güzelliğini kaçırmadan hemde.

Kuvvetli, sağlam bir tokalaşmanın verdiği güven duygusu; sımsıkı kenetlenen ve gün boyu birbirinden ayrılamayan parmakların kalbimize gönderdiği sinyalleri; içten sımsıkı sarılmanın sevgi ile harmanlanmış büyülü sıcaklığı; yanağımıza kondurulan yumuşak bir öpücüğün içimizde yarattığı o naif ürpertiyi; belimizi kavrayan güçlü kolların sarıldıkça bedenimizde yarattığı delice duyguları; ağlayan bir bebeğin çıplak teninde gezdirdiğimiz elin bize yaşattığı şükran duygusuna karşılık o temasın, o anda bebeğimize verdiği sevgi dolu huzuru; ve daha nicelerini... Öyle an’lar vardır ki o anlarda sözler yerine yumuşacık dokunuşların gizemi girer devreye; duygularınıza, kalbinizde hissettiklerinize tercüman olmak adına.

Dokunun… dokunmaktan korkmayın. Keyfini çıkarın duygularınızın; hissettiklerinizi anlatın özgürce, anlatımın en güzel ve naif yolları ile.

Sevginizi sınırsız yaşayın, coşkularınızı dokunmanın büyüsüne katarak aynı coşkuyla iletin sizde sevdiklerinize… şımartın onları keyifle özgürce.

Dokunduğunuz gizemli an’ları yaşam boyu hatırlamanız dileği ile.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
19/04/2004

Seni Seviyorum Diyebilmenin Güzelliği


Sevmek... Tanrının bize bağışladığı en yüce duygulardan bir tanesi... Yaşamımıza renk katan yegane şey. Sevmek ve sevildiğini hissetmek, hissettirmek. Sevmek... her şeyi, dünyayı, yaşamayı, insanları, kuşları, çiçekleri, denizi, suyu, herşeyi, kendimizi bir de. Biz ulus olarak sevgi dolu insanlarız aslında, yüreğimiz hep bu ışıltılarla dolu. Ama sevgimizi dile getiremiyoruz yeterince. Hep içimizde, yüreğimizde saklı tutuyoruz, nedense kullanmayıp saklıyoruz. Halbuki ne güzel iki kelimedir “Seni Seviyorum” diyebilmek. Bu gizemli kelimeyi kullanmaktan korkmasak, içimizden geldiği gibi ve hissettiğimiz anda söyleyebilsek keşke sevdiklerimize.


Düşünün , sabahın ilk ışıklarında yeni açmış bir çiçeğin yaprağındaki çiğ tanesi ile size gülümsemesini bir kez. İçimizi mutlulukla dolduran bu sıcak tablo karşısında “seni seviyorum güzel çiçek” demek, ne hoş bir karşılamadır onu. Yada aynada yüzünüze bakarken içten gelen bir gülümseme ile kendi kendimize “seni seviyorum” desek, diyebilsek keşke.

“Seni seviyorum” öyle sihirli ve güçlü iki sözcüktür ki aslında; söylendiği anda karşımızda akan suları bile durdurur anında. Eşimize, kızımıza, sevgilimize, emektar köpeğimize, yetiştirdiğimiz çiçeklere, büyüklerimize, tüm sevdiklerimize söyleyelim her an içimizden geldiğinde; duraksamadan, ”acaba tepkileri ne olur, yada çok söylemeyeyim etkisi azalır” diye düşünmeden. Olabilir mi hiç böyle bir şey, etkisi azalabilir mi hiç. Bu iki sözcük ne kadar sık kullanılırsa insanın içini o kadar okşar, o kadar sevgi ile doldurur, ilişkileri düzene sokar, uzakları hemen yakınlaştırır, mesafeleri yok eder. Ne güzel bir şeydir bunu sıkça kullanabilmek, alışkanlık haline getirip söyleyebilmek.

Hayatın ne kadar acımasız, ne kadar kısa olduğunu, belki yarın sevdiğimiz ve değer verdiğimiz kişileri bir daha bulamayacağımızı düşünecek olursanız; bence şu anda, şu saniyeden itibaren, daha fazla geç kalmadan söyleyelim, haykıralım sevgimizi; “seni seviyorum” diyelim.

Eşimizi yada sevdiklerimizi yolculuğa uğurlarken hazırladığımız bavulun içine, giyisilerin arasına “seni seviyorum” yazan minicik notlar iliştirelim. Bizden önce eve geleceğini bildiğimiz anlarda yine onlar için evin çeşitli yerlerine “seni seviyorum” mesajları bırakalım. İnanın o mesajları gördüklerinede yaşayacakları mutluluğu kelimelerle anlatmak mümkün olmaz. Bu öylesine güzel bir sıcaklık, öylesine güzel bir yakınlaşmadır, sözcüklere sığdıramazsınız gücünü.

İçimizde tutup, saklayıp, ayda yılda bir kez söylediğimizde; hayatımızdaki “keşkelerin” sayısı hızla artacaktır inanın buna. Oysaki “keşkelerin “geri dönüşleri yoktur; giden yıllarla birlikte onlarda gider, yakalayamazsınız.

O halde gelin kullanmaktan çekinmeyelim, “seni seviyorum” demeyi de sevelim, tüketelim bolca. Bilin ki siz kullandıkça tükenmeyecek, size geri dönüşleri katlanarak artacaktır.

Sevgiyle kalın...
Belgin ERYAVUZ
2003
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...