18 Mart 2020 Çarşamba

SERVİLER DE AĞLAR


Bitkilere hayranım. Onlarla ilgili araştırma yaptıkça ve hiç bilmediğimiz yönlerini öğrendikçe hayranlığım da katlanarak artıyor.

Dünyanın bu sessiz canlılarının hisleri, birbirleri ile olan iletişimleri ve birbirlerine olan yardımları öyle güzel ki. Geçmiş yazılarımda bunlardan söz etmiştim.

Şimdi sizlerle onlardan bir tanesini paylaşmak istiyorum.

Her mevsim yeşil kalan yaprakları, dik duruşu ile dayanıklılığın sembolü olan servilerden en özeli; ağlayan servi; hazin öyküsüyle karşınızda.

Yıl 1915.

Günlerden 28 Haziran.

Birinci Dünya savaşının tüm acımasızlığı ile sürdüğü zor zamanlar.

Yer Çanakkale Gelibolu yarımadası.

Gelin yarımadanın Seddülbahir'e yakın, kuzey kısmına doğru uzanalım. Buradaki tepelerin eteğinde yer alan bir mevkii var.

İsmi Zığındere.

Tabiat muhteşem.

Yemyeşil buğday tarlaları ve güzelim ayçiçekleri el ele verir buralarda. Kıyıdaki mavi beyaz dalgalar ise tam da bu noktada yaşanan vahşeti haykırırcasına sahili döver.

İşte tam o anda, sahile yaklaşan İngiliz savaş gemilerinin açtığı top ateşi ile ortalık karışır. Gemilerin amacı, alanı temizlemek ve askerlerine güvenli bir çıkış yolu yaratmak elbette.

Böylece başlayan taarruzda binlerce düşman askeri hedef noktalarına doğru ilerlemeye çalışırken, gemilerden yapılan ateş hiç dinmez.

Bu arada Türkler Zığındere’de; yaz nedeniyle suyu çekilmeye yüz tutmuş; dere yatağının etrafında konuşlanır.

Oranın gerçek sahipleri olan yemyeşil çam ve ardıç ağaçları ile beraber tarih yazacaklarını bilmeden.

Doktorların, hemşirelerin ve sıhhiye askerlerinin kurduğu beyaz hastane çadırlarının içinde; yaralı veya hasta on binlerce asker için yoğun bir yaşam mücadelesi verilir beldede.

Şartlar yetersizdir elbette; ancak tüm personel imkansızı başarmaya ve askerleri hayatta tutulmaya çalışır.

Giderek artan yaralı sayısı nedeniyle ameliyatlar sedye üzerinde, hiç uyuşturulmadan yapılır. Sonrasında ağrı kesici de yoktur ki acılar dindirilsin. Yine de metanetlerini koruyan askerler bu ölümsüz destanı yazmak için adeta gönül birliği eder.

Hiç dinmeyen ateş bombardımanı ve yer sarsıntıları arasında tam bir ölüm kalım savaşıdır yaşananlar. Savaşta yaralanan askerlerin hepsi burada toplanır. Durumu kritik olanlar İstanbul'a nakledilir.

Düşman saldırıları 5 Temmuz 1915 tarihinde kesilir. Yaşanan dramın ve trajedinin boyutları ise o zaman tüm çıplaklığı ile ortaya çıkar. İçlerinde esir alınan düşman askerleri ile beraber neredeyse elli bine yakın yaralı ve hasta Zığındere’yi adeta ağlatır.

Sadece on sekiz bin askerin, iyileşmeyi beklerken sağlık çadırlarının içine düşen ateş topları ile hayatını kaybettiği ortaya çıkar. Kuruyan dere yatağından artık su yerine oluk oluk askerlerin kanı akar.

Yaşanan vahşete tanık olan ve onlarla beraber ağlayan başka canlar da vardır.

Dere yatağının etrafını çevreleyen çam ve ardıç ağaçları savaş boyunca askerlerimizin kanıyla sulanır.

Tam da bunu kanıtlarcasına karşımıza çıkıyor Zığındere'ye uzanan toprak yolun kıyısındaki servi ağacı.

Üzüntüsünden gövdesindeki bütün damarları kıvrılan ağaç, neredeyse bir sargı bezi şekline bürünür. İşte bu nedenle yıllar sonra oraya Sargı Yeri ismi verilir ve Sargı Yeri Şehitliği olarak düzenlenir.

Bitkilerin kökleri ile toprak altında iletişime geçtiklerini, birbirleri ile konuşup yeri geldiğinde besinlerini paylaştıklarını, ortamdaki canlılarla beraber üzülüp sevindiklerini biliyoruz artık. Dolayısıyla bu ağacın da tanık olduğu vahşete sargı şeklinde bükülerek cevap verdiğini düşünmenin mantıklı bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz.

Her bir karış toprağımız için düşmana karşı verilen vatan mücadelesinde Çanakkale savaşı, kuşkusuz ki kazanılan zaferlerle tarihimizin en gururlu sayfalarından bir tanesi.

Yolunuz oraya düştüğünde, o duygu dolu havayı teneffüs ederken bu öyküyü hatırlayın istedim. Tüyleriniz diken diken olurken ağlayan servi ağacını da görürsünüz belki.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ



11 Mart 2020 Çarşamba

GÖZ KIRPAN MUMYA



Çok tanrılı dinlerden günümüze uzanan bir gelenek mumyalama. Her medeniyette farklı modeller ve teknikler uygulanmış. Tek bir amacı var; yaşama veda eden bir bedeni korumak, doğal şartlarla çürümesini önlemek.

Mısır medeniyetinin bu alandaki ünü tartışılmaz elbette; ama biz bugün Güney İtalya’da, Sicilya’nın en renkli liman şehirlerinden biri olan Palermo’ya gidiyoruz.

Buradaki Capuchin manastırının altı, 8000 mumyaya ev sahipliği yapıyor. Dünyaca 
ünlü Capuchin Yer altı Mezarlığı’ndaki bu çok sayıdaki mumya son derece iyi korunmuş ve günümüze kadar gelmiş.

Ancak içlerinden bir tanesi var ki son yıllara kadar gizemini korumuş. Neredeyse 90 yılı aşkın bir süre mumyayı gören ve inceleyenlerin odak noktası olmuş. Araştırmacıların kafasını meşgul etmiş. Mumyanın gözlerini açıp kapattığına ve hatta yaşadığına bile inanılmış.

Bu özel mumyanın nasıl yapıldığı ve kime ait olduğunu sizler de benim gibi merak ediyorsanız; gelin satır aralarında beraberce kaybolalım.

Mumya iki yaşında dünyalar güzeli bir kız çocuğuna ait.

İsmi Rosalia Lombardo.

İtalyan general Mario Lombardo'nun kızı.

Rosalia 1918 yılında Palermo’da doğar.

Maalesef sadece iki yıl yaşar. Geçirdiği ağır grip nedeniyle 1920 yılında yaşama veda eder.

Çok sevdiği kızının ölümünden fazlasıyla etkilenen ve belki de kabullenemeyen babası onu ölümsüzleştirmek ister. Bu düşünceyle Siicilya’da yaşayan zamanın ünlü mumya ustası doktor Alfredo Salafia’ya baş vurur.

Elbette verdiği kararın yıllarca insanların kafasını gizemle kurcalayacağını, küçük kızının neredeyse herkes tarafından tanınacağını o yıllarda düşünemez.

Alanında yaptığı çalışmalarla tanınan doktor babanın isteğini kabul eder. Hemen çalışmalara başlar.

Kızın bedenini çürümeye karşı korumak amacıyla özel bir karışım hazırlayıp enjekte eder. Ne ilginçtir ki formülünü kimselerle paylaşmaz. Sırrı kendisiyle beraber yok olup gider.

Aradan geçen yıllar içinde konuyla ilgilenen pek çok bilim insanı bu sırrın peşine düşer. Çünkü o zamana kadar kullanılan hiçbir teknik bu denli başarılı olmaz. İç organları dahil kızın bedeni adeta yıllara meydan okur. Dünyanın en muhteşem görünümlü mumyası olarak da tarihe geçer.

Hala yaşıyormuş gibi görünen mumya doksan yılı aşkın süredir o mahzende, ahşap bir kaide üzerine yerleştirilen cam bir tabutun içinde.

Sarı bukleli saçları, yüzündeki tatlı huzurlu tebessümü ve hafif aralıklı gözleriyle gören herkesi etkilemeye devam ediyor.

‘Sleeping Beauty – Uyuyan Güzel’ olarak anılan Rosalia’nın mekanında adeta canlı gibi uyuyan görüntüsü şüphesiz onu eşsiz bir mumya yapıyor.

Kendilerini mumyanın gizemini çözmeye adayan bilim insanları arasında yer alan; 
Palermo Üniversitesi arkeologlarından Piombino Mascali bir şekilde doktorun saklı notlarına ulaşır. Oradaki formülleri inceler ve sır olan karışımı çözer.

Bu arada formülün bulunma zamanının da oldukça manidar olduğunu belirtiyor uzmanlar. Çünkü yıllara meydan okuyan mumyada görülen ufak tefek olumsuz değişiklikleri önlemek için el yazması notlar tam zamanında imdada yetişir. Gerekli düzeltmeler anında yapılır ve mumya yeniden korumaya alınır.

Bununla beraber yer altı mezarlığında yapılan sayısız araştırma ve çekilen fotoğraflar da sonuç verir. Rosalia’nın her 60 saniyede bir nasıl göz kırptığı aydınlığa kavuşur. 
Durum aslında cam tabutun yanlarından yansıyan ışık oyununun yarattığı bir algıdan ibarettir. Küçük kızın gözlerinin hafif aralık bırakılması da bu algıyı kuvvetlendiren bir neden olur elbette.

Ne diyelim huzurla uyusun güzel Rosalia Lombardo.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

26.11.2019



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...