31 Ocak 2021 Pazar

HANGİSİ HANGİSİ? (3/3)

Peki kimdir dersiniz yıllardır akıl hastanesinde yattığı halde; böylesi sabır gösteren ve ilham dolu desteğini 20 sene boyunca severek devam ettiren kişi?

William Chester Minor, misyoner bir ailenin çocuğu olarak Sri Lanka’da doğar. Küçük yaşta Amerika’ya gönderilir. Orada tıp eğitimi alır ve ardından Amerikan ordusunda cerrahlık yapmaya başlar.

Amerikan İç Savaşı'nda yaşadığı ağır travma düzgün giden yaşamını tersine çeviren ilk adım olur.

Zihninden bir türlü atamadığı sanrılar hayatını alt üst edince; her şeyden kurtulmak, yeni bir düzen kurmak için İngiltere’ye gider.

Ancak yakasını bir türlü bırakmayan sanrılar yüzünden; bir gece altı çocuklu suçsuz bir adamı eşinin gözü önünde yanlışlıkla vurur. Çıkarıldığı mahkemede şizofren tanısı konur. Deli raporu alarak bir akıl hastanesine kapatılır.

Kaldığı süre boyunca gösterdiği iyi hal gerekçesiyle daha rahat bir koğuşa alınır. Orada çok sevdiği kitaplarıyla yeniden buluşur. Artık günlerini kitapların büyülü sayfaları arasında dolaşarak geçirmeye başlar.


Bir gün dışarıdan getirilen kitaplar arasında bir çağrıya rastlar. Tesadüfen eline geçen bu çağrı, Oxford sözlüğüne destek için hazırlanan gönüllü davetinden başkası değildir.

Beklemediği bu haber karşısında heyecanlanan Mınor; tam da o anda gönüllülerden bir tanesi olmaya karar verir. Böylece hiç ara vermeden tam 20 yıl boyunca hiç tanımadığı editör Murray ile mektuplaşır. Bu sayede kabusları ve sanrıları da azalır.

Ancak sözlük bitip yayınlandıktan sonra amaçsız kalır. Tekrar sanrılar görmeye başlar. Yaşamdan küser. Kendi bedenine zarar vermeye başlar. Ve zorlu acı dolu yaşamı yine binbir zorluk içinde sonlanır.

Şimdi kendimizi sorgulama zamanı.

Ortak dil, ortak merak, ortak kültür harmanında kimin daha akıllı, kimin daha deli olduğuna kim karar verebilir ki?

Akıllı mı deli mi?

Hangisi hangisi?

Yine anlıyoruz ki hayat öyküleri herkes için farklı yazılıyor ve hiçbir şey dışarıdan göründüğü gibi olmuyor. O yaşamların içinde bambaşka acılar, sürprizler, inişli çıkışlı devasa yollar; sahiplerini hiç ummadıkları yerlere savuruyor.

Tıpkı bu öyküde olduğu gibi.

Oxford Sözlüğünün ilk cildi 1884 senesinde yayımlanır. Onuncu cildinin yayımlanması ise1928 senesini bulur. Sonraki yıllar içinde içeriği geliştirilir.

Eğer elinizde bu sözlük varsa ona bir kez daha tüm bu bilgi birikimi ile bakın derim. Hissedecekleriniz eminim ki daha farklı olacak.

Sözcükleri büyük bir sabırla arayan, bizlere kadar emekle ulaştıran ve zamanla gelişmesine katkıda bulunan tüm kalplere selam olsun. Hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

13.08.2020

Kaynaklar: http://sinemakolektifi.com; https://www.evrensel.net; http://www.elifsafak.us;  https://tr.wikipedia.org; http://rhodescomm.com; https://www.sabah.com.tr; https://www.evrensel.net.

 

HANGİSİ HANGİSİ? (2/3)


James Murray o yoğun yıllarda, projenin bir an önce bitirilmesi konusunda otoriterler tarafından sürekli sıkıştırılır. Uyarılar, baskılar ve hatta yer yer tehditkar davranışlar arasında çalışmaya devam eder.

Ancak titizliği ve ekipçe her bir sözcük üzerinde günlerce süren uğraşları oldukça yavaş ilerlemelerine sebep olur.

Durumun farkındadırlar. Bunun için İngiliz halkından, kullandıkları sözcük ve deyimleri kendilerine mektupla ulaştırmaları için yardım talep ederler.

Kısa sürede oluşan gönüllünün, ülkenin dört bir yanından gönderdiği binlerce mektup sayesinde moralleri yerine gelir.

İlk birkaç sene bu itici güçle epey yol alırlar ama bir süre sonra gönüllülerden gelen mektuplar kesilir. 

Tek bir kişi dışında.

O gönüllü topluluğu arasındaki o özel kişi; diğerleri gibi sadece 1-2 sene değil; tam 20 sene boyunca yeni sözcük ve deyim içeren mektupları Murray’e göndermeyi sürdürür. Üstelik on binlerce İngilizce sözcüğün kökünü, anlamını sözcüğü kullanan yazarlardan yaptığı alıntılarla beraber.


Editör James Murray ve ekibi; bu büyük destekle; yıllar süren zorlu yolculuğun nihayet sonuna gelir. Merakla beklenen sözlük tamamlanır. Aradan ise tam 70 sene geçmiştir.

James Murray, bir anlamda tüm hayatını bu sözlük uğruna harcamıştır. Özverili çabası sonunda dokuz üniversiteden fahri doktora unvanı alır. İngiliz Kraliyeti tarafından ise “Sir” unvanı ile onurlandırılır.

Tek bir amaca adanan koca bir ömür var karşımızda. Evinden, eşinden, çocuklarından uzak değilse de apayrı geçen devasa zamanlar. Hiçbir başarı kolay elde edilmiyor.

Eline sözlüğün ilk baskısını aldığında; ilk iş olarak kendisine 20 sene boyunca eşlik eden, yardımlarını esirgemeyen gizemli adamı ziyarete gider. Birbirlerini sadece sözcükler aracılığı ile tanıyan, daha önce hiç karşılaşmamış olan iki özverili kalbin buluşması olacaktır bu.

Ama nasıl?

James Murray elindeki adresle gizli destekçisinin yaşadığı yere vardığında adeta şok olur.

Neden mi?

Çünkü sözcüklerin ve dilin tüm inceliklerini rahatça paylaştığı, zaman zaman akıl danışıp destek aldığı adam bir akıl hastanesindedir. O hastanenin en uzun soluklu hastasıdır üstelik.

Bir yanda okul eğitimini tamamlamayan, ancak geçen yıllar içindeki özverili çalışmalarından dolayı profesör unvanını alan akıllı, sabırlı, azimli bir adam.

James Murray.

Diğer yanda asıl mesleği doktorluk olan, son derece iyi eğitimli, iyi yetişen ancak zorlu hayat sınavında yıpranan ve bir şekilde yolu akıl hastanesine düşen bir başka adam.

William Chester Minor.

Akıllı ve deli karşı karşıya gelirler.

Birbirlerine kardeş olacak kadar benzemeleri ise belki de hayatın bir başka sürprizidir onlara. (devamı3/3’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

23.09.2020

HANGİSİ HANGİSİ? (1/3)

Dünya üzerinde her milletin kendine özgü bir dili var. Dünyaya bakışlarını, yaşam tarzlarını, sosyokültürel anlamda değişimlerini, hatta gelenek ve göreneklerini gösteriyor. 

Dolayısıyla gerek kendi ana dilimizi gerekse yabancı dilleri daha iyi öğrenmek ve anlamak için kaynaklara ihtiyaç duyuyoruz. Özellikle yazıyla haşır neşir olanlar veya yeni bir dil öğrenmek isteyenler için bu başvuru kaynaklarının önemi tartışılmaz.

Biz onlara ‘sözlük’ diyoruz.

Yoğun bir çaba ve emekle ortaya çıkıyor. Alfabetik dizilimdeki her bir sözcükle bilgi dağarcığımızı parlatıyor. İşte bu nedenle yazılarımıza ışık olan sözlükler adeta birer hazine niteliğinde. 

Öğrenim yıllarımda bir süre elimden düşürmediğim Oxford İngilizce Sözlüğü de bunlardan bir tanesi. Gelin görün ki bu sözlüğün içine hapsolan dramdan ancak şimdilerde haberdar oluyorum.

İçindeki yaşanmışlığı, kalbinizi sızlatacak acıyı; sevgiden nefrete, kibirden, alçak gönüllüğe uzanan yoğun duygu karmaşasını ve hepinizi hayrete düşürecek sabrı hissettiğinizde bana hak vereceğinizden eminim.

Dünyanın en kapsamlı İngilizce sözlüğü unvanına sahip olan Oxford İngilizce Sözlüğü’nün; yıllar süren yazım yolculuğunda; hangi hayatları nasıl bir araya getirdiğine ise inanamayacaksınız.

Bu anlamda, Amerikalı yazar ve gazeteci Simon Winchester tarafından 1996 yılında kaleme alınan bir kitap var.

İsmi ‘’The Professor And The Madman – Deli ve Dahi’’.

Okuyanların hayran kaldığı kitap 2019 yılında aynı isimle uyarlanıp vizyona alınır.

Böylece bizler bu şahane sözlüğün ortaya çıkış öyküsüyle buluşmuş oluruz.

Okudukça, araştırdıkça artık anladım ki her bir hayat ardında pek çok gizem barındırıyor.

İşte bu sözlükteki o sıra dışı ilişki;  yaratıcı gücün ne denli keskin çizgiler taşıdığını, yaşanan acıların nelere sebebiyet verdiğini; insan aklının sınırlarının zorlanmasına neden olan olayların drama dönüşürken; tutkunun ve sabrın zorlu yolları nasıl aştığını gösteriyor bizlere.

Edebiyat tarihi böylesi bir esere sahip olurken ödenen bedeller hiç de kolay olmamış. Özellikle bazıları için…

Şimdi şaşırmaya hazırsanız sözcüklerin gücü sizinle beraber. Karşınızda tarihin en büyük sözlük projelerinden bir tanesi duruyor.

Hazırlanması tam 70 yıl süren sözlüğün editörü; kitapların büyülü dünyasına hayran, araştırmayı çok seven bir adam.

İsmi James Murray.

İskoçyalı.

Zor koşullar nedeniyle okul hayatını henüz on dört yaşında terk ettiği halde kendisini sürekli geliştiren, yenileyen Murray; özellikle İngilizcenin farklı lehçelerine odaklanır. Kitaplar yazar.

Bir süre sonra konusundaki donanımı, o sıralarda bir sözlük hazırlığında olan Oxford Üniversitesi Yayınevi’nin dikkatini çeker. Murray aldığı teklifi memnuniyetle kabul eder ve sözcüklerin gizemine bırakır kendisini.

Kurduğu ekiple beraber günleri aylara, ayları senelere ekler.

Sabırla, büyük bir titizlikle ve hiç bitmeyen azimle çalışır.

Gelin görün ki zaman acımasızdır. Onlar için neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar hızla geçer. (devamı 2/3’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

23.09.2020

 

19 Ocak 2021 Salı

BİRİNİ İNCİTTİĞİMİZDE

Birini incittiğimizde, kendimiz incindiğimizde ya da hiç yoktan birbirimizi kırdığımız anlardaki geri dönüşlerde nasıl da zorlanıyoruz öyle değil mi?

Sorun çok küçük dahi olsa kolay kolay affedemiyoruz.

Uzmanlar böylesi zamanlarda durup soluklanmayı ve işleri oluruna bırakmayı öğrenmemiz gerektiğin belirtiyor. Çünkü bunu öğrenemediğimiz her durumda; içimizde yavaş yavaş tehlikeli duygular kök salmaya başlıyor.

Gözümüzü karartan öfke, düşüncelerimizi kemiren kızgınlık ve en kötüsü de kin.

Oysaki onun hemen önünde derya deniz SEVGİ var.

Bizler bu tehlikeli duygularla boğuşurken; tüm o olumsuz duygular; sevginin tılsımını görmemizi engellemek için her planı devreye sokuyor.

Duygularımız hassasken beliriveren düşünceler yumağı tehlikeli duygulara öyle anlamlar yüklüyor ki hepsini gerçek gibi algılıyoruz. Esas anlamlı olanın sevgi olduğunu ve onun iyileştirici gücünü hatırlamakta zorlanıyoruz.


Sevginin sabırla ve anlayışla beslendiğini unutarak hem de.

Böylesi durumlarda insan kendisini bile tanımakta zorlanıyor.

Tıpkı Cesar Aira’nın dediği gibi;

"Derken kendi kendimden sıkılmaya başladım. Aynaya bakınca beni temsil eden tek bir unsur bile görmüyordum. Görünmezdim."

Azra Kohen ‘Gör Beni’ romanında bakın nasıl açıklıyor bu hassaslığı?

‘’Yaralarımızı sessizce görenler, sabırla paylaşmamızı bekleyecek kadar incinmemizden sakınanlar değil miydi gerçek sevenlerimiz? Sevgi sabırdı, inançtı, hissetmekti, anlamaktı.’’

O halde duygusal anlamda işler sarpa sarınca, içgüdülerimize güvenip biraz soluklanıyoruz. Böylece içgüdülerimiz bize ikinci bir şans yaratmamız için gereken enerjiyi bulmamıza vesile olacak.


Hiç unutmamak gerekiyor ki kalp kırıklıkları insanları inciterek geçmiyor.

Tersine yara üstüne yara açıyor.

Pişmanlık listesine artılar kazandırıyor. Yok yere hem de.

Karşımızda her olayda dik duruşunu ve zarafetini kaybetmeyen insanlar gördüğümüzde hep onlar gibi olmak istiyoruz.

Peki ya gerçekler ve işin perde arkası.


Böyle görünmek adına vazgeçtikleri, içlerine attıkları, sakladıkları…

Bunların hepsi tam bir bilinmezlik.

Tıpkı Frida Kahlo’nun dediği gibi;

‘’Bir dik duruşun, kaç yenilgi, kaç gözyaşı, kaç kalp ağrısı ettiğini bilemezsiniz.’’

Yaşamda yol aldıkça tecrübe ediniyoruz. Acı tatlı duyguların bizlerde bıraktığı anılar her birimize farklı özellikler getiriyor.

Her ne yaşamış olursak olalım; ‘Neden böyle oldu?’ yerine; ‘Bu durum beni neden bu kadar rahatsız etti?’ diye soracağımız gün; ne incineceğiz ne de başkalarını yok yere inciteceğiz.

Unutmayalım ki bazen sevgi insanı tercih yapmaya zorlayabilir. Üstelik o an geldiğinde, o ana kadar yapmayı düşünmek bile istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda kalabiliyoruz.

İşte bu da hayatın gerçeklerinden biri.


Affetmek ise yapılanı kabullenmek değil hiçbir zaman. İyi ile kötüyü ayıran çizginin hepimize dokunduğunu anlamak. Çünkü affetmek kalpteki tüm kapıları tek tek açıp bizi özgürleştirecek yegane şey.

Sevgi varsa yapabiliriz. Hem de her şeyi.

Artık sevdiğimiz, özgürce hayal kurup kurduğumuz hayallerin ortağı olduğumuz bir hayat yaşayabiliriz. Her yeni gün de şaşırmaya devam ederek.

Son sözleri 104 yaşının doruğundaki usta Sümerelog İlmiye Çığ’a bırakıyorum. Bakın ‘Nasıl geçti hayatınız?’ sorusuna ne yanıt vermiş?

‘’Dolu dolu geçti. Dalgalarda kaldım ama hiç boğulmadım. Hep su yüzünde kaldım.’’

Ne dersiniz bizler de dalgalarda kalsak da hep su üstünde kalmayı başarabilecek miyiz?

Ben bu soruya kocaman EVET demeyi seçiyorum.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

22.10.2020

Kaynaklar: https://gulenaypema.com; https://www.biyografya.com.

 


 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...