26 Mart 2022 Cumartesi

İKİLEM (2/2)

Şaşkın ve korku dolu gözlerini yazara diker. Canı fena halde yanmışçasına havlar ve hızla oradan uzaklaşır.

Sonraki günlerde ise yazarı ne zaman görse ondan bucak bucak kaçar.

Düşünsenize sevgiyi belki de hiç tatmamış, sevgiyle dokunuşa hasret bir köpek; sevgi görünce kaçıyor.

Peki neden?

Kötü davranışlara alıştığı için mi?

İtilip kakılan bedeni yumuşak bir el dokunuşunda ne yapacağını bilemediği için mi?

İşte köpeğin bu davranışlarından yola çıkan yazarımız; bir nevi insan ilişkileri ve sevgisizlik üzerine yaptığı bu deneyle; hayattaki en büyük eksiklik olan sevgisizliğin insanlara da aynı şekilde yansıdığını ve kalplerini esir aldığını belirtir romanlarında.

Hep kötü olaylara maruz kalan, dışlanan, sevilmeyen, en kötüsü yok sayılan insanlar, sevgi karşısında nasıl hareket eder dersiniz?

Uzmanların görüşleri, çoğunun kuşkuyla yaklaştığı ve ardından oradan kaçtığı yönünde. Nedeni ise kötü davranılmaya alışık ruhlarında ne yazık ki kendilerine kötülük yapanları büyük ve erişilmez zannetmeleri.

Belki de bu nedenle sevgi dolu cümlelerden haz etmiyor, iyilik dendi mi nefret dolu bakışlarla içlerindeki gerçek acıyı etrafa adeta haykırıyorlar. Aşağılanmanın onlara sunulan bir nimet; eşit ve iyi davranışın ise değersizleştirme olarak algılanması bu yüzden olsa gerek.

En sıra dışı romanlarından bir tanesi olan ‘Ölüler Evinden Anılar’ tam da bunu anlatır yazar. Özellikle dışarıyı, mavi gökyüzünü görmek umudunu yansıtan satırları insanın içine işler.

Bir daha hiç çıkamayacakmış duygusunun ruhlarını yiyip kemirdiği, umutlarının yok olup gittiği o yeri o kadar ustaca anlatır ki; ister istemez sorgularsınız içinde yaşadığınız dünyayı ve sessizce olan biteni…

Biliyorum ki zaman zor.

Dünya genelinde her geçen gün artan sevgisizliği görüyor ve birebir yaşıyoruz.

Yine de her şeye rağmen, ben sevginin çok daha güçlü olduğuna inanıyorum. Sevgi dolu dokunuşların bir merhem gibi yaraları saracağını biliyorum.

Hatırlarsanız yine bloğumda bir yazı paylaşmıştım sizlerle. Yaşadığı tüm kötü olayların arasından kendisine sıcacık salep sunan bir adamın eline tutunan ve sevginin dünyasını değiştirmesine izin veren bir gencin öyküsüydü.  

İşte bunun gibi örnekler artsın istiyorum. Denize tek tek attığımız denizyıldızı misali olsa da sevgiyi beraberce çoğalmamız mümkün.

Hadi sizler de katılın bana.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.01.2022

Kaynaklar: https://bilgiherseydir.com; https://tr.wikipedia.org; https://www.edebiyathaber.net.

İKİLEM (1/2)

İnsan duygularının yerle bir olduğu zamanları araştıran felsefik düşünceler zaman zaman insanı ikileme zorluyor.

Olaylar karşısındaki tutum ve davranışlar öylesine çeşitli ki; insan tek bir doğru sonuç var mı diye düşünmeden edemiyor.

Bu ikileme düşenlerden bir tanesi de Rus edebiyatının dünyaca tanınmış güçlü kalemi Fyodor Mihayloviç Dostoyevski.

Alkol bağımlısı sinirli bir baba ile hasta bir anne tarafından yetiştirilirken; yüreğine düşen yazarlık aşkıyla hayata tutunur yazar.

Çalkantılı, inişli çıkışlı yaşantısı boyunca yazdığı hemen her romanında insani duyguları derinden derine işler.

İnsan karakterlerini maharetle oluştururken, okuduğumuzda yüreğimize işleyecek kadar etkili kişilikler belleğimizde yer eder. Ve yeri gelir o roman kahramanları hiç unutulmaz.

Devlet aleyhine bir komploya karıştığı iddiası ile tutuklandığında henüz 28 yaşındadır. 10 ay hapishanede kalır. Gözleri bağlı bir şekilde kurşuna dizilmeyi beklerken diğer sekiz tutuklu arkadaşı ile birlikte affedilir.

Cezası dört yıl kürek, dört yıl da adî hapse dönüştürülür.

Cezasını çekmesi için Sibirya'da bulunan Omsk Cezaevi'ne gönderilir.

Burada geçirdiği dört yılın ardından serbest kalır.

Bolca düşündüğü sürgün yıllarının ardından yazdığı pek çok eserle insanları adeta kalplerinden yakalar.

Çünkü hapishane öncesi hayatındaki insanlar hakkındaki düşünceleri sonrasında tamamen değişir. Yanıldığını dile getirir. Ve bu yanılgı; yazarın kendi içsel dünyasını sorgulamasına, olaylara farklı gözle bakmasına olanak sağlar.

Özellikle hapishanedeki bir köpek ile mahkumlar arasındaki davranışları gözlemlediğinde hayli şaşırdığını itiraf eder. Çünkü köpek yanından geçen mahkumlar tarafından sürekli tekmelenir.

Ama buna rağmen mahkumlardan kaçmaz. Üstelik tekmelere tepki dahi vermez.

Günlerden bir gün yazar köpeğin yanına yaklaşır ve diğerlerinin aksine sevgi ile başını okşar.

Köpek ne mi yapar dersiniz? (devamı 2/2’ de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.01.2022

10 Mart 2022 Perşembe

TURNA KUŞU HAVALANDI (2/2)

Efsaneye göre; hastalıkla mücadele eden birisi kâğıttan 1000 tane turna kuşu yapabilirse, dileği gerçek olacak ve eski sağlığına kavuşturacaktır.

Bu sohbetten birkaç gün sonra en değerli arkadaşını kaybeder Sadako.

Yine de yüreğindeki sevgiyi ve cesareti bir an olsun kaybetmez.

Hasta yatağında uyandığı her yeni gün rengarenk kağıtlardan turna kuşu katlamaya devam eder. Bununla yetinmez ve tüm dünyaya uçsunlar diye kanatlarına huzur da yazar.

Ancak sağlığı hızla bozulur ve maalesef ömrü turna kuşlarını tamamlamaya yetmez.

25 Ekim 1955’te kısacık hayatına veda ederken; geride eksik 356 turna kuşu kalır.

Arkadaşları onun ardından eksik kalanlar için çalışırken;  dünyanın dört bir yanından gönderilenler ile beraber sayı çabucak tamamlanır ve turna kuşları Sadako ile beraber gömülür.

İşte o günden sonra turna kuşu BARIŞın sembolü haline gelir.

Küçük kahramanımız böylece dünyaya neyi miras bırakır bilir misiniz?

UMUDU.

Atom bombasından ölen bütün çocukların ve Sadako’nun anısına Hiroşima’da bir anıt yapılır.

Dünya Barış günü olarak kabul edilen her 6 Ağustos’ta ise dünyanın dört bir yanındaki çocuklar; bu mirasa sahip çıkarak turna kuşu yapar ve Sadako’ya gönderir.

Bu dünya dramı pek çok öyküye, romana, şiire konu olur elbette.

Şiirleri elliden fazla dile çevrilen ve eserleri birçok ödül alan; serbest nazımın ilk uygulayıcısı ve çağdaş Türk şiirinin en önemli isimlerinden birisi olan; Nâzım Hikmet Ran’da bu olaydan etkilenen şairlerdendir.

‘’Kız Çocuğu’’isimli duygu yüklü şiirine hepimiz aşinayız biliyorum. Sadece birkaç satır eklemek istedim son satırlara.

‘’Kapıları çalan benim, kapıları birer birer.

Gözünüze görünemem, göze görünmez ölüler.

…………….

Çalıyorum kapınızı, teyze, amca, bir imza ver.

Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.’’

İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde; yaşamını yitiren masum çocuklar için turna kuşları havalansın mı artık ne dersiniz?

Ben yüreğimdeki UMUTla havalandırdım.

Peki ya siz?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

05.03.2022

Kaynaklar: https://www.wwf.org.tr; https://listelist.com; https://www.okulhaberleri.net; https://indigodergisi.com.

 

TURNA KUŞU HAVALANDI (1/2)

Genellikle sazlık içeren sulak alanlarda yaşayan özel bir kuş turnalar.

Uzun bacakları, zarif uzun boynu ile doğanın eşsiz güzelliğinden sadece bir tanesi. Gri gövdesine inat uzanan siyah başı, uzun gagası ve şeritli siyah boynu ile doğada fark edilmemesi mümkün değil.

Dünyanın pek çok yerinde farklı türleri var.

Çoğu ülke kültüründe farklı anlamlar taşırken; güzel Anadolu toprağında hem bereket hem de sıla ve özlem sembolü olmuş yıllarca.

Tüm bunların yanında dünyamız için önem taşıyan bir anlamı var ki; insanların acımasızlığına şahit olduğumuz şu zor günlerde yeniden hatırlayalım istedim.

Barış için attığımız sessiz çığlıklarımız belki biraz olsun yerini bulur.

Şimdi gelin beraberce Japonya’ya gidelim.

1943-1955 yılları arasında yaşayan küçük Japon kızı Sadako Sasaki’nin yaşam öyküsünü kucaklamaya hazır mısınız?

1939 yılında başlayıp 1945 yılına kadar acımasız bir şekilde süren İkinci Dünya Savaşı, insanlık tarihindeki en ölümcül küresel savaş olarak tarih sayfalarında yer alır.

Dünya; yaşanan kayıpların, yıkımların, ayrılıkların, acıların izlerini uzun süre üzerinden atamaz maalesef.

1945 yılında savaşa son noktayı koymak amacı ile Amerika Birleşik Devletleri tarafından Hiroşima’ya atom bombası atıldığında bizim küçük kahramanımız henüz 2 yaşındadır.

Hiroşima’daki evlerinde olanca saflığı ile etrafına gülümserken, sadece 2 km uzağına düşen atom bombası ile tüm dünyası kararır. Kulakları sağır eden ses, deprem benzeri sarsıntı ardından başlayan yangın ve yıkımlarla hayat ona en zor dersini verir; diğer pek çok akranı gibi.

Küçük Sadako ve ailesi patlamanın olduğu o gün hiç yara almadan kurtulur ve oradan kaçar. Sonradan yaşayacakları sorunlardan habersiz; o kaos ortamından hep beraber kurtuldukları için kendilerini şanslı hisseder.

Aradan yıllar geçer.

Sadako büyür, okula başlar.

Çalışkan, ilgili, azimli yapısı ve sevgi dolu yüreği ile arkadaşları arasında hep sevilen bir öğrenci olur.

Yıllar yıllara eklendikçe savaşın o kötü izleri kaybolmaya başlar ya da açılmamak üzere kapalı kutulara saklanır.

12 yaşına geldiğinde boynunda ve kulaklarının arkasındaki hissedilen şişliklere bir anlam veremezken; birkaç hafta sonra bedeninde yaralar ve lekeler oluşmaya başlar. Gittikleri doktorların tanısı lösemi olur. Gelin görün ki Sadako tek değildir.

Atom bombasının yaydığı yoğun radyasyona maruz kalan çocuklar aradan geçen zaman zarfında, hayatlarına kast eden bu ölümcül hastalıkla tek tek tanışır.

Özellikle tarih 1950’yi gösterdiğinde hasta çocukların sayısı çığ gibi artar. Hastaneler dolar taşar.

İşte o hastanelerin birinde kalan Sadako’nun durumu maalesef ümitsizdir. Doktorları sayılı günlerden bahsederken; onlara inat küçük kız hayata tutunur; koridorlarda gülümseyerek dolaşır; diğer hastalara yardım eder.

Koğuşların birinde yatan ve kendisi gibi kanser hastası olan 80 yaşındaki kadını ise hepsinden çok sever. Zamanının çoğunu onun yanında sohbet ederek geçirir.

Bu sohbetlerin birinde; yaşlı kadından eski bir Japon efsanesi duyar ve tüm masumiyeti ile o efsaneye inanır.

Umutla kocaman gülümser ve efsanenin gerçekleşmesi için çalışmaya koyulur. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

05.03.2022

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...