26 Kasım 2018 Pazartesi

TUTKULU BİR AŞKIN ÖYKÜSÜ


Dünyanın en tanınmış, en deneyimli ve ünlü şairlerinden bir tanesi kendisi.

Misyonu o kadar kuvvetli, yaşı o kadar engin ki; hiç kimse ondan böylesi bir çılgınlık beklemiyordu. Ancak aşk fırtınası kalbini esir alan bu dik başlı yaşlı Alman; hayatının son demlerinde çaresizlik içinde kıvranıyordu.

Yılların deneyimi, hayat görüşü, biriktirdiği onca tecrübe bir anda yok olmuştu. Ve kendisini ‘’Tüm dünyayı kaybettim, kendimi kaybettim.’’ diyecek kadar çaresiz hissediyordu.

Hayatının her döneminde aşkı yaşayan, tutkulu kara sevdanın kollarında neredeyse ömrünü tüketen şair; hayatı boyunca tam 19 kez aşkı yaşadığını itiraf eder.

Ancak onu serseme çeviren, hayattan koparan; karşılık alamadığı son aşkı olur.

Gelin bu karşılıksız aşk öyküsü için kültürün, şiirin, edebiyatın, sinema ve sanatın şehri olarak kabul edilen Marienbad’ a uzanalım.

Marienbad, Çek Cumhuriyeti'nde yer alan, kaplıca ve ormanları ile de ünlü bir kent. 

Şimdiki ismi Mariánské Lážne olan şehir; krallar, yazarlar ve şairler başta olmak üzere dünyanın en ünlü isimlerine dönem dönem yoldaşlık etmiş.

İşte Goethe de hayatının son demlerindeki trajik aşkını burada yaşamış.

Yıl 1821’i gösterdiğinde, 72 yaşında ve oldukça hasta bir halde varır bu kente Goethe. Ölümü beklerken, 17 yaşındaki Ulrike’de bulduğu aşk sayesinde iyileşir. Gençleşir. 
Adeta yeniden doğar. Gözü aşktan öylesine kararır ki, kariyerini, saygınlığını hiçe sayar.

Ancak aşkı karşılıksızdır. Bu nedenle acı ve ızdırap içindedir. Üstelik aşık olduğu torunu yaşındaki Ulrike; 15 yıl önce aşık olduğu evli bir kadının kızıdır. Kendisi annesiyle aşk yaşarken; Ulrike o yıllarda henüz minicik bir bebektir.

Böylesi bir karmaşanın içinde yine de Goethe aşkı için direnir. İki yıl kaldığı Marienbad şehri onun aşk sarhoşluğunun en önemli şahidi olur.

Yıl 1823’ü gösterdiğinde yani 74 yaşındayken bir karar verir. Aşkı uğruna savaşacaktır. Doktorundan izin alarak, Saksonya dükü araçlığı ile henüz 19 yaşına basan Ulrike’ye evlenme teklifinde bulunur.

Gelin görün ki, Ulrike’nin annesi, eski aşkı Amalie; bu teklife karşı çıkar. Defalarca yinelenen teklife her defasında da ret cevabını verir.

Sonuçta; dünyanın eserleri ile tanıdığı Goethe’nin aşkı; şehirdeki herkesin diline düşer. Umudunu yitiren, aşkına karşılık alamayan Goethe yaşama azmini o anda kaybeder. Kentten bir daha geri dönmemek üzere ayrılmaya karar verir. O ana değin sessizliğini koruyan Ulrike tarafından uğurlanacağından habersizdir. Aşkından aldığı veda busesi ise duygularını yerle bir etmeye yeter.

Susturduğu aklı, kara sevdası, kavuşamayacağını bilmenin acısı kalbinde hançerli yaralar bırakırken; kaygılar ve tutkular içinde kıvranır Goethe. Aşka aşık olmanın faturasıdır bu belki de.

Yaşadığı inişli çıkışlı yoğun duygu fırtınası, ona en ünlü şiirlerinden biri olan Marienbad Ağıdı olarak geri döner.

Üç gün süren dönüş yolculuğu boyunca yazar. Adeta içini döker, dizelerle dertleşir. 
Üstatlar tarafından; en kişisel yapıtı olarak tanımlanan şiirini tamamladığında yeniden hastalanır ve yatağa mahkum olur.

Sonraki yılları hep düşünceler ve acılar içinde geçer. Yaşadığı kayıplarla iyice çöker ve 22 Mart 1832‘de, Weimar’da dünyaya veda eder.

Avukat olan babasından disiplini, ideali uğruna savaşma isteğini ve çalışma azmini; ince ruhlu annesinden de hayal kurma yeteneğini alan Goethe; bu donanımlarla büyük bir yazar olmayı başarır. Hukuk mezunu olmasına karşın edebiyat onun tüm dünyası olur. Doğu edebiyatı ile ilgilenir; döneminde Mevlana’dan oldukça etkilenir ve geniş bir yelpazede pek çok önemli esere imza atar.

Dramaları, roman ve öyküleri, şiirleri, destanları, estetik ve felsefe çalışmaları, doğa bilimi ve otobiyografik çalışmaları ile yaşadığı döneme damgasını vurur. Toplumsal ve teknolojik ilerlemeye, hayatı doya doya yaşamaya sonuna kadar inanır.

Son sözleri Goethe’ye, aşk dolu kalbinden süzülen  ünlü şiiri Marienbed Ağıdı’ndan minik bir bölüme vermek istedim.

‘’Artık ne bekleyebilirim, yeniden
Buluşsam da o gonca çiçekten
Cennet ve cehennem seni bekliyor
Duygular kararsızlık dalgalarında sarsılırken,
Bitsin bu kuşkular artık! İşte gök kapında
Kaldırıyor yerden seni kollarıyla.’’

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

01.09.2018









21 Kasım 2018 Çarşamba

MEŞE PALAMUDU


Yaşadığımız gerçekler ayaklarımızı daha güvenli bir şekilde yere basmamızı sağlıyor. Çekilen acılar, bitmeyecek sanılan dertler bizi öyle bir şekilde geleceğe hazırlıyor ki, gün geliyor hayal ettiklerimizi kucaklıyoruz..

O noktaya gelinceye kadar katlandığımız onca zorluğa geri dönüp baktığımızda ise kendimizle gurur duyuyoruz. Çünkü kalbimizde başarının fısıltıları rengarenk çiçekler açtırıyor.

Felsefeleri yaşadığımız hayatın içinde yaşadığımızın farkına varmak, bir anlamda hayata uymak olan Zen Budistleri; bir meşe ağacının AYNI anda İKİ güç tarafından yaratıldığına inanıyor.

Her şey bir meşe palamudu tohumu ile başlıyor. İçinde kocaman bir ağaca dönüşme ve büyüme potansiyelini taşıyarak. Bunu hemen hepimiz biliyoruz.

Ancak burada var olan bir başka güç daha var ki onu çok az kişi görebiliyor. Bu meşe palamudu tohumunu gelişmeye, çatlayıp toprakla bütünleşmeye, tazecik fideleri ve yaprakları ile büyümeye, geçen zaman içinde kocaman bir meşe ağacı olmaya doğru yönlendiren itici güç; gelecekteki ağacın kendisinden başka bir şey değil.

Bu bakımdan Zenler, içinden doğduğu meşe palamudunu yaratanın meşe ağacı olduğunu söylüyor.

İşte tıpkı meşe ağacı gibi hepimiz birer tohumdan dünyaya geliyoruz.

İçine doğduğumuz aile, çevre, yaşam şartları, bize sunulan olanaklar hepimizde farklı.

Kimimiz şanslıyız. Hiçbir zorluk görmeden sevgi dolu bir ortamda, her şeye sahip olarak büyüyoruz. Kimimiz ise eksikliklerle. Bir kısmımız yaşamın acı tanelerini minicik bir çocukken hissediyor ruhunda. Bir kısmımız olgunluğunda.

Ancak tohumdan insan olma yolundayız her birimiz. Tıpkı Zenlerin dediği gibi; zihnimizin yaratıcı ve özgür gücüyle, kendi derinliğimizin farkına varmanın yolunda.
Aklımızın erip, elimizin yetmeye başladığı andan itibaren her şey bizim kontrolümüzde.

Gelecekteki ben sesimizin fısıltıları kulağımızda, yol alıyoruz bilinmeyene doğru.

Hatalar yapıyoruz.

Düşüyoruz.

Hiç bitmeyecek sandığımız acıların eşiğinde kavruluyoruz.

Ancak gün geliyor, gelecek sesimizin fısıltılarıyla uyum içinde, huzuru yakalıyoruz. Yaşamın gizemli yollarında yürürken güçlenerek hayal ettiğimiz kimliğimize kavuşuyoruz. Bilimsel ismiyle kendimizi gerçekleştiriyoruz.

İşte bu kendimize vereceğimiz en kıymetli hediye. Yapamadıklarımız için kimseyi suçlamadan, başardıklarımız için kendimizi ödüllendirerek yola devam zamanıdır şimdi.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.08.2018

Kaynak: Ye, Dua Et, Sev – Elizabeth Gilberg; http://secbirini.blogspot.com.


13 Kasım 2018 Salı

MİTOLOJİK SİSYPHUS’UN ÖYKÜSÜ (2/2)


Sisyphus’un cezası, bir kayayı yüksek bir tepeye iterek çıkarmasıdır. Güçlü kuvvetli Sisyphus için bu iş kolaydır. Hemen kayayı kucaklar. Zorlansa da gün batmadan tepeye çıkarır. Tam tepenin oyuğuna yerleştirecekken kaya birden aşağıya yuvarlanır. Ertesi gün yeniden dener. Sonraki günler yeniden.

Aradan geçen zamanda Sisyphus, umutsuz ve anlamsız bir ceza ile cezalandırıldığını anlar.

Her sabah kalkar. Kayayı tepeye sürükler. Ve en yorgun anında kaya yine eski yere geri döner. Bu iş sonsuza dek böyle sürecektir.

İşte o günden bugüne; Sisyphus Efsanesi felsefenin en çok yorum yapılan mitolojik öyküsü olarak tarihteki yerini alır. Çünkü insanoğlunun tarih içindeki her dönemine ve konumuna rahatça uyarlanabilir.

Bazı kaynaklarda kaçınılmaz sondan kurtulmak isteyen insanların dokunaklı bir simgesi olarak anılıyor Sisyphus. İngilizce’de kullanılan ''Sisyphean'' terimi de asla tamamlanamayan bir görevi anlatıyor.

Şimdi gelin mitolojik öyküdeki bu cezayı günümüze taşıyalım ve hayat boyu tamamlamak için delice uğraş verdiğimiz pek çok anlamsız uğraşı sembolize ettiğini düşünelim.

İşte bu durumda zaman zaman hepimiz biraz Sisyphus gibi davranıyoruz. Sonunda her şeyin biteceğini bile bile yaşama tutunuyor ve ağır kayaları itip duruyoruz.

Öyle değil mi?

Yazımı yazarken bir yandan da Sisyphus’u düşündüm. Kendisine verilen cezanın umutsuz olduğunu biliyordu elbette. Ancak kayayı itmekten bir gün bile vazgeçmedi. Bu inadıyla belki de kendisini cezalandıranlara karşı kendince direndi. Umuduna sarıldı.

Bu öyküye neden mi yer verdim? Olur da kendinizi umutsuz hisseder, hayallerinizi bile yok sayarsanız hatırlayın istedim.

Yaşam önceliğini başkalarına verenler; onların bitmek bilmeyen istekleri peşinde kendilerini tüketenler; artık hayallere inanmayanlar varsa aranızda; sözüm sizlere.
Yanılıyorsunuz. En uçuk hayaller bile gün gelir gerçek olur. Yeter ki kalpten isteyin.

Tıpkı Anıl Basılı imzalı Balino romanındaki kahraman gibi.

Romanda, her gün bir balinayla tanışıp onun karnında zaman geçirmek için hayaller kuran bir adam anlatılır. Ve gün olur,  kahramanımız önce bir yağmur damlasına dönüşür. Oradan bir leyleğin gözyaşında yolculuk yapar. Sonra yeniden yağmura karışıp okyanusa akar. Oradan da tam hayal ettiği gibi balinanın karnına girer. İşte tam da hayal ettiği yerdedir.

Ve son sözler yazardan gelsin mi?

‘‘Hayallerin gerçekleştiği yerler sadece masallar değil. Hayaller onları gerçekleştirmek isteyen herkese açık bir kapı bırakıyor. Her bir buluş bile zamanında sadece hayaldi.’’

Bunu hiç unutmamak gerekiyor. Mucizeler kendimizi kalbimize adadığımız anda başlıyor.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

01.08.2018

Kaynaklar: http://www.hurriyet.com.tr; http://www.arkeorehberim.com; YE DUA ET SEV- Elizabeth Gilbert; BALİNO- Anıl Basılı.


MİTOLOJİK SİSYPHUS’UN ÖYKÜSÜ (1/2)


Hemen hepimiz gerçek benliğimizi diğerlerinden saklıyoruz. Yaşadığımız topluma aykırı kaçmamak, mimlenip dışlanmamak için.

Oysa mutlak ve doğru olana tutku derecesinde bağlı olanlar, söz ve davranışlarıyla gerçeği adeta bağırıyorlar. Bu durum diğerlerini korkutuyor. Haliyle pek sevilmiyorlar. Yine de gerçekleri olduğu gibi kabul ediyor, yaşamı avuçlarının içinde tutuyorlar. Öte yandan yaşamın gelip geçici olduğunun da farkındalar.

Yaşam yolumuzda gerçekler, zorlu yokuşlar, yer yer dikenli teller, acılar, sevinçler, muhteşem bir doğa, orada can bulan varlıklar, güzellikler ve tuz tanesi mutluluklar var.

Hepsinin iç içe geçtiği, karmakarışık bir ANLAR silsilesi.

Cesaretle, farkındalıkla ve umutla bu yoldayız her birimiz. Farkına vardığımız anlarla zenginleşen dünyamızı geleceğe taşıyoruz. Zaman zaman gelgitler yaşasak da iyimserlikle geleceğimizi inşa ediyoruz.

Tıpkı mitoloji kahramanı Sisyphus’un ibretlik yaşam öyküsü gibi.

Yüzyıllar önceye; Mora Yarımadası'nı Yunanistan ana karasına bağlayan; bölgeyle aynı ismi taşıyan Korint şehrine gidiyoruz şimdi.

Korint, Yunanistan'ın en çok turist çeken yerlerinden biri. 20 kilometre uzunluğundaki Zahloru Vadisi’nden; sadece yarım saat uzaklıkta. Çevresi sarp kayalıklarla çevrili.
Burası kral Sisyphus tarafından yönetilen, Yunan Mitolojisi'ndeki ünlü Sisyphus Efsanesi’nin geçtiği bölge.

Bu oldukça zeki, çokça hilekâr ve bilge kral şehrini ustalıkla yönetirken; etrafında olan biten tüm sırlardan da haberdar olurmuş.

Günlerden bir gün, Tanrı Zeus kartal kılığına girip, Nehir Tanrısı Asopos’un kızını kaçırır. Kızını günlerce arayıp bulamayan babası, yardım almak amacıyla Sisyphus’a gider. Gerçekten de kızının kaçırıldığını bilen tek ölümlü odur.

Sisyphus yardım edeceğini, kaçıranın Zeus olduğunu söylerken tek bir şart öne sürer. Nehir Tanrısı da kızı için öne sürülen şartı kabul ederek, Korint şehrini suyun bolluğuna kavuşturur. Ama duyduğu öfkeyle o kadar çok su verir ki; şehirde su baskınları yaşanır.

Kendisini ele verenin ve su baskınlarının sorumlusunun Sisyphus olduğunu duyan Zeus, ondan intikam almak için harekete geçer. Ölüm Tanrısı Thanatos’tan onu yakalamasını ister.  Gelin görün ki Sisyphus kurnazlığı ile Ölüm Tanrısını alt eder, üstelik yakalayıp zincire vurdurur.

Yakalanan Ölüm Tanrısı işini yapamayınca, dünya insanları bir anda  ölümsüzlüğe kavuşur. Yaşlılar ve hastalar acı içinde kıvranmaya; savaşta paramparça olan askerler eziyet içinde yaşamaya mahkumdur artık. Yaşananları izleyen ve çok kızan bütün Tanrılar bir araya gelip harekete geçer.

Ölüm Tanrısını bulup serbest bırakırlar. Ardından da tüm bu karışıklığa sebep olan Sisyphus’u yakalayıp öldürmeyi planlarlar.

Ancak başına gelecekleri sezen zeki kral; karısına ölünce kendisini gömmemesini ve hatta cenaze töreni yapmamasını tembih eder. Ardından Yer altı Tanrısı Hades’in karşısına çıkarak; ölmeden önce kendisine sadece üç gün verilmesini; yoksa vefasız eşinin cenazesini bile kaldırmayacağı yalanını söyler.

Böylece yeryüzüne gönderilen Sisyphus ölümü ikinci kez savuşturmuş olur. Elbette söz verdiği gibi üç gün sonra geri dönmez ve uzun yıllar yaşamına devam eder.

En sonunda Yer altı Tanrısı Hades tarafından görevlendirilen Hermes'e yakalanır. Tanrıların ortak kararı ile kendisine hayatı boyunca unutamayacağı bir ceza verilir. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

01.08.2018


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...