31 Aralık 2021 Cuma

UMUDA TUTUNMAK

 


Güzel bir şeylerin olacağına inanmak, umutla direnmek ne yaman bir duygu.

Cesaretli olup pes etmemek.

Keşke hepimiz yapabilsek.

Böylece bazı problemleri daha kolay çözümler, hayatımızdan daha az endişe duyardık.

Yaşam enerjimizi yükseltmeyi, hayata bakışımızı daha katlanır hale getirmeyi ve umuda tutunmanın önemini hedef alan pek çok deney var.

Çarpıcı olanlardan bir tanesini incelemeye ne dersiniz?

Yıl 1957.

Yer Amerika John Hopkins Üniversitesi laboratuvarı.

Karşınızda Amerikalı Dr.Curt Paul Richter.

Kendisi biyolog, psikobiyolog ve bir genetikçi.

Araştırmaları ile dünya çapında tanınan doktorun; asistanlarıyla beraber yaptığı ilginç deneylerinden bir tanesi tam da konumuzla ilgili.

Bakalım yazımın sonunda umudun etkisini sizler nasıl yorumlayacaksınız?

Doktor araştırma ekibi ile beraber, deney farelerinin sudaki bedensel dayanıklılığını ölçmek amacıyla deneylere başlar.

İlk aşamada fareler yarısı suyla dolu cam tüplerin içine konur. Su üstünde ne kadar süre kalacaklarına bakılır. Farelerin en fazla 15 dakika dayandıkları, sonrasında pes edip dibe battıkları gözlemlenir.

Tekrarlanan deneyler sırasında dikkatlerini çeken başka farklı noktalar olunca; araştırma ekibi hocalarının gözetiminde ikinci aşamaya geçer.

Deney farelerinden bir kısmını yorgun düşüp pes etmeden önce sudan çıkarırlar. Kuruladıktan sonra diğerlerinin yanına koyar ve dinlenmeleri için fırsat tanırlar. Ardından tekrar suya bırakırlar.

Bu ikinci aşama, birkaç kez dışarı çıkarılıp dinlendirilen farelerin daha çok mücadele ettiklerini ve saatlerce su üstünde kalabildiklerini gösterir.

Böylece deneyin ilk aşamasındaki farelerle, ikinci aşamasındaki fareler arasındaki fark net bir şekilde belirir.

İlkinde sudan çıkma umutları olmadığı için kısa sürede pes eden fareler; ikinci aşamada ise birkaç kez dışarıya çıkarılmanın umuduna sarılıp mücadele süresini uzatan fareler.

Ufukta belirecek minicik bir kurtarılma umuduna tutunan farelerin içlerinden bir tanesinin bile pes etmediğini görmek araştırma ekibini heyecanlandırır.

Çünkü suda dayanma süresi 15 dakikadan 3600 dakikaya çıkmıştır.

Dr.Richter ve ekibi; yanılgıya düşmemek adına deneyi defalarca tekrar eder. Hepsinde de aynı sonuçla karşılaşır.

İlkinde 15 dakikada pes eden farelerin; bu umut kırıntısı ile tam 3600 dakika kadar mücadele etmesi; deneyin amacına ulaştığını göstermiyor mu sizce de?

İlk suya bırakılmada kurtarılma umutları olmadığı için fazla direnemeyen fareler; ikincisinde yaşadıkları durumun bir son olmadığını ve kurtulabileceklerini öğrendikleri için daha güçlü davranır.

Doktor ve ekibi bu deneyin sonunda; kendine inanan, özgüveni tam insanların kim ne derse desin hayatta çok daha başarılı olabileceğini kanıtlamış olur.

Ne kadar zor olursa olsun yaşananlar karşısında pes etmeden, direnmek gücü de beraberinde getiriyor. Kendimize olan inancımız ve umudumuzla el ele verdiğimizde önümüzdeki engeller daha kolay yıkılıyor.

Evet dünyamızda pek çok olumsuzluk var.

Evet bu olumsuzluklar hepimizi fazlasıyla zorluyor.

Ancak şartlar ne olursa olsun gün gelip bir şeylerin değişeceğine inanmak ve içimizdeki umuda sımsıkı sarılıp onu hep canlı tutmaya çalışmak önemli.

Bunu yaparken aslında yalnız değiliz. Hepimiz bir bütünüz.

Nasıl mı?

Tıpkı psikiyatr, yazar Gülseren Budayıcıoğlu’nun ‘Camdaki Kız’ adlı romanında dediği gibi.

‘’Hayatı iyi yaşamak, mutlu ve başarılı olmak, her zaman bir umut, bir ışık arar kendine. İnsanların kendine olan güvenini artırmak, onlara umut vermek ise dünyanın en kolay işidir. Biz insanlar birbirimize bunları her an yapabiliriz. Sıcak bir gülümseme, sevgi dolu bir dokunuş, onu beğendiğimizi, ona değer verdiğimizi gösteren ufak tefek jestler bile, karşımızdaki insana kendini iyi hissettirir. Bir insanın kendini iyi hissetmesi bütün güzelliklerin başlangıcıdır. Huzur da, mutluluk da, sağlık da, başarı da işte bu küçük, küçücük şeylerle yaşanır.’’

Ne dersiniz?

Bu basit ama etkili dokunuşları bizler neden birbirimize yapmıyoruz?

Birbirimize sevgi ile dokunup, içten dileklerle iyi hissetmemize vesile olacak ve içimize UMUT aşılayacak tüm güzelliklere BERABERCE.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

12.07.2021

Kaynaklar: https://bilgiherseydir.com; https://tr.wikipedia.org; https://seyler.eksisozluk.com;  https://www.e-motivasyon.net.

 

 

 

 

 

23 Aralık 2021 Perşembe

DualSense rahatlığı PC’de de kullanılıyor

PlayStation 5’in en büyük teknolojik yeniliklerinden biri olan DualSense’in tüm özellikleri PC platformunda da kullanılabiliyor. 

PlayStation 5’te deneyimledikten sonra tüm PC oyuncularının sorduğu, “DualSense PC’de çalışır mı?” sorusunun yanıtı: Evet… Sony PlayStation 5’in en güçlü yönlerinden biri olan DualSense, gelişmiş dokunsal geri bildirim ve uyarlanabilir tetik tuşları ile oyunseverlere çok farklı bir deneyim sunuyor. 
DualSense PC uyumluluğu da çok kolay bir şekilde sağlanıyor. Windows işletim sistemi yüklü bilgisayarlara USB aracılığıyla bağlanabilen DualSense kontrol cihazı ayrıca bluetooth üzerinden de hem mobil platformlarda hem de PC’ye kolayca kullanılabilir.
Steam oyun platformu, DualSense’in PC’ye bluetooth üzerinden hızlı bağlantı kurmasını sağlıyor. Steam istemcisinin yüklenmesinin ardından; (bilgisayarınızda bluetooth yoksa bluetooth adaptörü aracılıyla) ekranın sağ alt köşesindeki sistem tepsisini açıp, Bluetooth simgesine çift tıkladıktan sonra sırasıyla, “Bluetooth veya başka cihaz seçin” seçeneğini ardından “Bluetooth”a tıklayın. DualSense’in ışıkları mavi renkte yanana kadar PlayStation ve Share düğmelerine (PlayStation logolu tuş ile “\ | /” işaretli tuş) aynı anda basın. Kablosuz denetleyiciyi seçtiğinizde DualSense’i bilgisayarınızla eşleştirmiş olacaksınız.


DualSense’i kablolu ya da yukarıda anlattığımız gibi Bluetooth üzerinden bilgisayarınıza bağladıktan sonra Steam size yapılandırma imkanı da tanıyor.
Steam’de sırasıyla Ayarlar, Denetleyici, Genel Denetleyici Ayarları’nı seçtiğinizde karşınıza çıkacak olan büyük resimde PlayStation Yapılandırma Desteği kutusunu seçin.
Adımları doğru takip ettiğinizde, algılanan denetleyiciler listesinde PlayStation 5 Denetleyici: PlayStation 5 Denetleyici yazacaktır. Bu mesaj, DualSense’in bilgisayar ile eşleştiği ve Steam oyunlarının DualSense ile uyumlu bir şekilde çalışacağı anlamına gelir. 
Geniş ekran modunda, oyun içi menüsünü başlatmak için PlayStation düğmesine basarak DualSense’in ayarlarını da değiştirebilirsiniz.  

Üç farklı renk seçeneğiyle tüm oyun severlerin karşısına çıkan DualSense ile ilgili daha fazla bilgiye linkten ulaşabilirsiniz.

PC oyunları, DualSense ile daha keyifli
Sony PlayStation 5’in fark yaratan teknolojisi DualSense, eşsiz özellikleriyle PC platformunda da kullanılabiliyor.
Sony PlayStation 5’in en güçlü yönlerinden biri olan DualSense kontrol cihazı, gelişmiş dokunsal geri bildirim ve uyarlanabilir tetik tuşları ile oyunseverlere çok farklı bir deneyim sunuyor. “DualSense PC’de çalışır mı?” diye soran PC oyuncuları DualSense’i hızlı bir şekilde bilgisayarlarına bağlayabiliyor. Oyuncular Windows işletim sistemi yüklü bilgisayarlara DualSense’i USB aracılığıyla saniyeler içerisinde bağlayıp, oynayabiliyor. Ayrıca Dualsense tıpkı PS5’te olduğu gibi PC’de de kablosuz olarak kullanılabiliyor. Steam oyun platformu da DualSense’in PC’ye hızlı bağlantı kurmasını sağlıyor. 
Steam istemcisinin yüklenmesinin ardından; (bilgisayarınızda bluetooth yoksa bluetooth adaptörü aracılıyla) ekranın sağ alt köşesindeki sistem tepsisini açıp, Bluetooth simgesine çift tıkladıktan sonra sırasıyla, “Bluetooth veya başka cihaz seçin” seçeneğini ardından “Bluetooth”a tıklayın. DualSense’in ışıkları mavi renkte yanana kadar PlayStation ve Share düğmelerine (PlayStation logolu tuş ile “\ | /” işaretli tuş) aynı anda basın. Kablosuz Denetleyiciyi seçtiğinizde DualSense’i bilgisayarınızla eşleştirmiş olacaksınız.


  
DualSense’i kablolu ya da yukarıda anlattığımız gibi Bluetooth üzerinden bilgisayarınıza bağladıktan sonra Steam size yapılandırma imkanı da tanıyor.
Steam’de sırasıyla Ayarlar, Denetleyici, Genel Denetleyici Ayarları’nı seçtiğinizde karşınıza çıkacak olan büyük resimde PlayStation Yapılandırma Desteği kutusunu seçin.
Adımları doğru takip ettiğinizde, algılanan denetleyiciler listesinde PlayStation 5 Denetleyici: PlayStation 5 Denetleyici yazacaktır. Bu mesaj, DualSense’in bilgisayar ile eşleştiği ve Steam oyunlarının DualSense ile uyumlu bir şekilde çalışacağı anlamına gelir. 
Geniş ekran modunda, oyun içi menüsünü başlatmak için PlayStation düğmesine basarak DualSense’in ayarlarını da değiştirebilirsiniz.  

Birçok PC oyunu, üç farklı renk seçeneğiyle gelen DualSense’in dokunsal geri bildirim ve uyarlanabilir tetik özelliğini destekliyor. DualSense ile ilgili daha ayrıntılı bilgi linkte: https://www.playstation.com/tr-tr/accessories/dualsense-wireless-controller/



PC’de DualSense deneyimi bambaşka

PC oyuncuları, PlayStation 5’in fark yaratan teknolojisi DualSense ile gelişmiş dokunsal geri bildirim ve uyarlanabilir tetik tuşlarıyla keyifli bir oyun deneyimi yaşıyor. 
Üç farklı renk seçeneğiyle gelen DualSense, PC’de de çalışıyor. Dokunsal geri bildirim, uyarlanabilir tetik özelliği gibi eşsiz özelliklere sahip olan DualSense, hızlı bir şekilde bilgisayarlara bağlanabiliyor. Windows işletim sistemi yüklü bilgisayarlara USB aracılığıyla bağlanabilen DualSense kontrol cihazı ayrıca bluetooth üzerinden de hem mobil platformlarda hem de PC’ye kolayca kullanılabilir.Steam oyun platformu da DualSense’in PC’ye hızlı bağlantı kurmasını sağlıyor. 
Steam istemcisinin yüklenmesinin ardından; (bilgisayarınızda bluetooth yoksa bluetooth adaptörü aracılıyla) ekranın sağ alt köşesindeki sistem tepsisini açıp, Bluetooth simgesine çift tıkladıktan sonra sırasıyla, “Bluetooth veya başka cihaz seçin” seçeneğini ardından “Bluetooth”a tıklayın. DualSense’in ışıkları mavi renkte yanana kadar PlayStation ve Share düğmelerine (PlayStation logolu tuş ile “\ | /” işaretli tuş) aynı anda basın. Kablosuz Denetleyiciyi seçtiğinizde DualSense’i bilgisayarınızla eşleştirmiş olacaksınız.


  
DualSense’i kablolu ya da yukarıda anlattığımız gibi Bluetooth üzerinden bilgisayarınıza bağladıktan sonra Steam size yapılandırma imkanı da tanıyor.
Steam’de sırasıyla Ayarlar, Denetleyici, Genel Denetleyici Ayarları’nı seçtiğinizde karşınıza çıkacak olan büyük resimde PlayStation Yapılandırma Desteği kutusunu seçin.
Adımları doğru takip ettiğinizde, algılanan denetleyiciler listesinde PlayStation 5 Denetleyici: PlayStation 5 Denetleyici yazacaktır. Bu mesaj, DualSense’in bilgisayar ile eşleştiği ve Steam oyunlarının DualSense ile uyumlu bir şekilde çalışacağı anlamına gelir. 
Geniş ekran modunda, oyun içi menüsünü başlatmak için PlayStation düğmesine basarak DualSense’in ayarlarını da değiştirebilirsiniz.  

DualSense ile ilgili daha ayrıntılı bilgi linkte: 
https://www.playstation.com/tr-tr/accessories/dualsense-wireless-controller/

Bir boomads advertorial içeriğidir.

13 Aralık 2021 Pazartesi

KAÇIP GİDEN ANLAR

O kadar çok ki.

Üstelik büyük bir kısmının farkında bile değiliz.

Hayatı acele yaşamaktan, bir yerlere yetişme telaşımızın çok olmasından.

Zamana yenik düşüyor maalesef farkındalığımız.

Peki kaçıp giden anların telafisi mümkün mü?

Elbette değil.

Bunun çarpıcı bir örneği var bugünkü yazımda.

Bir sosyal araştırma.

Amerika Birleşik Devleti'nin en büyük ve en eski gazetesi olan Washinton Post tarafından;  insanların önceliklerini, zevk ve farkındalıklarını incelemek amacıyla yapılmış.

Hazırsanız mini bir yolculuğa çıkalım.

Yer Washington’da bir metro istasyonu.

Aylardan Ocak.

Soğuk bir kış sabahı.

Bu zorlu güne uyanıp hayatın karmaşasına karışanlar telaşla koşturmakta etrafta.

Tam bu esnada bir adam elinde kemanıyla çıkagelir ve yere bağdaş kurarak oturur.

Ardından kemanını kutusundan çıkarıp çalmaya başlar.

Metronun içi 45 dakika boyunca kemanın tellerinden dökülen özel namelerle şenlenir.

Peki keman sesini duyanlar ne yapar dersiniz?

İlk üç dakika hiç kimse ilgi göstermez.

Üç dakika sonra orta yaşlı bir adam müzisyeni fark eder. Ancak adımlarını yavaşlatsa da durmadan yoluna devam eder.

Ondan bir dakika sonra bir kadın geçer yanından. Hızını hiç kesmez, sadece bahşişini kutuya atar.

Bir kaç dakika sonra müziği dinlemek isteyen bir başkası çıkar. Metronun duvarına yaslanarak biraz soluklanır; ardından saatine bakıp yoluna devam eder.

Derken üç yaşlarında minicik bir çocuk belirir metroda. Annesinin elinden tutmuş giderken, ısrarla durmak ister. Kemancıyla göz göze gelir. Ancak annesinin kuvvetli çekiştirmelerine dayanamaz. Gözlerini kemancıdan ayırmadan annesiyle oradan ayrılır.

Benzer sahneler çocuklu aileler tarafından birkaç kez tekrarlanır.

Durup kemancıya bakan çocuklar ve onları yürümeye zorlayan aileleri.

Yoğun bir iş sabahı olduğu için kemancının orada olduğu sürede önünden yaklaşık 1100 kişinin geçtiği hesaplanır.

Kemancıya 20 kişi para verirken, sadece 6 kişi durup bir süre dinler.

Tam 45 dakika boyunca harika parçalar çalan kemancı yavaşça toparlanır. Oradan sessizce ayrılır.

Gelin görün ki bu uzun süre boyunca hiç kimse; konser veren o kemancının aslında dünyanın en yetenekli müzisyenlerinden biri olduğunu FARK EDEMEZ.

Elinde yaklaşık değeri 3.5 milyon doları bulan kemanıyla en özel ve karmaşık parçalara hayat veren bu müzisyen Joshua David Bell’dir.

Bell'in enstrümanı ise Antonio Stradivari'nin 1713 yılında yapılan 300 yaşındaki Stradivarius kemanıdır.

Üstelik bu mini konserden sadece iki gün önce; Boston'da verdiği ve biletleri aylar önceden tükenen konserinin biletleri yüzlerce dolara satılmıştır.

Bu gerçek hikayeden çıkarılacak çok ders var.

Hep acelemizin olduğu ve koşturduğumuz bu kısır döngü içinde, neyi ne kadar fark edebildiğimizi düşünmemiz gerek.

Biz olsaydık metrodaki o müzik dinletisine kulak verip durup dinler miydik?

İtiraf etmeliyim ki ben böylesi durumlarda sadece adımlarımı yavaşlatıyorum.

Peki ya sizler?

Yaşam ellerimizin arasından kayıp giderken, farkına varamadığımız minicik ama değerli detayları daha çok fark edebilmemiz dileğimle.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

06.08.2021

Kaynak: https://www.zorlupsm.com/tr/etkinlik/joshua-bell.

 

29 Kasım 2021 Pazartesi

SESSİZ KONSER

Yaşamda bazı şeylere sınırlar koyuyoruz. Toplumsal yaşamın getirileri olarak birbirimizin özel alanlarını rahatlatmak adına koyduğumuz sınırlara uymayı da bir görev biliyoruz.

Ama gün geliyor; sınırlar aşılıyor.

Peki bizler ne yapıyoruz?

Anında tepkimizi gösterip, uyarıda bulunduğumuz anlar elbette var.

Ama bazen sanki hiç sınırımız yokmuş gibi çekimser davranıyoruz.

Belki yaşanan olaylar karşısında nutkumuz tutulduğu için tepki gösteremiyoruz.

Belki başkalarının vereceği ilk tepkiyi bekliyor, sessizliğimizin ardına sığınıyoruz.

Belki çekiniyor, belki korkuyoruz.

Eğer sizler de benim gibi tepkisizlik sınırımızın nereye kadar olduğunu merak ediyorsanız; şimdi paylaşacağım anektod tam da böyle bir durumu anlatıyor.

Bunun için gelin hep beraber İngiltere’ye bir konser salonuna gidelim.

Çok özel bir piyano konseri var karşımızda.

Salon müzik severlerle dolu.

Herkes heyecanlı.

Bir süre sonra başlayacak müziğin dingin namelerinin kulaklarına ulaşmasını bekliyorlar sabırsızlıkla.

Derken ünlü piyanist piyanosunun başına geçerek yerini alıyor.

Parmakları piyano tuşları üzerinde hoş bir ahenkle gidip geliyor.

Ama o da nesi?

Piyanodan hiç ses çıkmıyor.

Çünkü piyano telleri önceden sökülmüş.

Şimdi karşımızda bir piyanist, telleri olmayan bir piyano ve konseri bekleyen dinleyicilerden oluşan ilginç bir tablo var.

Sessiz konser devam ederken; dinleyiciler ilk şaşkınlığı atlatır. Yanlarında oturan diğer dinleyicilerin ne yaptığına bakar.

Gelin görün ki hiç kimse bir tepki vermez.

Aradan dakikalar geçer.

Dakikalar yerini bir saate bırakır.

Yine de tabloda değişiklik olmaz.

Sonunda sessiz konser süresini tamamlar.

Piyanist yerinden kalkarak dinleyicileri selamlar.

İşte o anda sessizlik yerini alkışa bırakır.

Dinleyiciler sessiz konseri alkışladıktan sonra birer birer evlerine döner.

Yaşanan bu ilginç olay sonrası, televizyon kanallarından biri piyanisti konuk olarak programına çağırır. Orada bu sessiz konserin sebebi sorulur.

Piyanistin verdiği yanıt herkesi düşündürecek kadar manidardır.

Çünkü piyanist; tepkisizlik sınırının nereye kadar olacağını öğrenmek istediğini; sonuçta ise sınırın hiç olmadığını açıkça gördüğünü söyler.

Şimdi hepimiz bir kez daha düşünelim.

Tepkisizlik sınırımız nereye kadar?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.08.2021

Kaynak: https://www.hurriyet.com.tr.

 

10 Kasım 2021 Çarşamba

SAYFALARI IŞIK OLAN KİTAP

‘’İnsanların bu dünyada yapabildikleri en önemli, en güzel ve en değerli şeylere, biz kitap deriz.’’

Bu sözün sahibi İskoç asıllı, deneme ve hiciv yazarı, tarihçi ve eğitmen Thomas Carlyle.

Ve o kadar doğru ki.

Kitapların büyülü sayfalarında kaybolmayı seven birisi olarak, gerçekten de kitaplar dünyanın en değerli hazineleri bana göre.

Bu yazımda ise değeri bir başka olan ve sayfaları adeta ışık saçan bir ders kitabından bahsetmek istiyorum.

Ne yazık ki bizler o şanslı nesil içinde değildik.

Kitabın varlığından habersiz yetiştik.

Geçmiş yıllarda lise üçüncü sınıflarda okutulan bu özel kitabın ismi ‘Kozmografya’.

Kozmografya, astronomi biliminin oldukça önemli bir parçası.

Evrende çoğu zaman bizi şaşırtan ve düşündüren olayları inceliyor.


Bunu yaparken, gök biliminin yanı sıra matematik ve fiziğin ana kavramlarından da yararlanıyor.

İçinde yaşadığımız dünyanın minicik bir nokta olarak kaldığı evreni hep merak ediyoruz. Geçmişten günümüze onun düzenini öğrenebilmek için pek çok araştırma yapıyoruz.

Bu araştırmalar ışığında kendi kontrolümüz dışında gelişen olaylar bir bir aydınlanıyor. Aklımızı kurcalayan sorular yanıt buluyor.

İyi ki böylesi kitaplar sayfaları ile yolumuza ışık oluyor.

Kitabın yazarı Ordinaryüs Prof. Dr. Ali Yar.

Söz konusu kitabı bu kadar özel ve değerli kılan konu ise; vizyonerliğine, zekasına, cesaretine, çalışkanlığına, ülke ve millet sevgisine, insanlığına, mütevaziliğine, kalbinin güzelliğine ve sayamadığım pek çok özelliğine hayranlık duyduğumuz, her anlamda örnek aldığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün yönlendirmesiyle yazılmış olması.

Türkiye’deki ilk astronomi kitabı.

Tarih sayfaları 1929’u gösterdiğinde, Cumhuriyetimizin kuruluşunun üzerinden henüz altı yıl geçmiştir. Bir ülke yeniden ayağa kalkmanın zorlukları ile mücadele içindedir. İşte milletimizin el birliği ile her yönden güçlenme hamleleri yaptığı o meşakkatli yıllarda; İstanbul Devlet Matbaasında basılır söz konusu kitap.

Tam tamına 286 sayfa olarak.

Yirmi bölümlü kitap, o tarihten sonra lise üçlerde ders kitabı okutulmaya başlanır.

Son kısmında not ve cetveller; son sayfalarında ise ünlü astronomlara ait kısa notlar yer alır.

Bilgiye erişimin çok zor olduğu yıllardan bahsediyorum. Başvuru kaynaklarının kısıtlı olduğu, ama öğrenme azminin ve çalışkanlığın yüksek olduğu yıllar. Ele geçen minicik bilgi kırıntılarının içercesine öğrenildiği o kıymetli zamanlar.

Ve o yıllarda ufku geniş, akıllı, azimli, çalışkan, geleceği gören ve geleceğin gençlerine önem veren Mustafa Kemal’in unutulmaz yol gösterilerinden sadece bir tanesi bu kitap.

Ülkesine ve milletine aşık bir devlet adamının ivedilikle ele alacağı pek çok hassas gündemi olmasına rağmen böylesi bir öngörüde bulunmasını hayranlıkla karşılamamak elde mi?

Pek çok kişi astronominin varlığından bile habersizken; gençlerin bakış açılarını geliştirmeyi ilk hedefleri arasına koyan Atamızın muhteşem girişimi.

Kitabın içeriği o kadar güzel ki. İçinde yok yok adeta.

Gezegenler, mevsimlerin oluşumu, hatta kara delik; Yunan filozof Aristo, dünyanın ve diğer gezegenlerin güneş etrafında döndükleri kuralını ilk açıklayan Nicolaus Copernicus, gözlemsel astronominin babası lakaplı Galileo Galilei gibi bilim insanlarının düşünceleri; samanyolu haritası ve diğerleri…

1933 yılından 1979 yılına kadar tüm liselerde zorunlu ders kitabı olarak okutulması ancak alkışlanır.

Keşke bizler de okuyabilseydik.

Kitabın yazarı da elbette çok kıymetli.

Ali Yar Bey dünyanın ilk üç uçak mühendisinden biri.

Öğrenimini Galatasaray lisesi ve akabinde Paris Yüksek Tayyarecilik Mektebinde tamamlar. Ülkesine dönüp cebir ve astronomi dersleri vermeye başlar. Tam o yıllarda Atatürk’ün isteği ile bu ders kitabını kaleme alır. 

O yıllarda lisede olup bu dersi alan ve geleceğini bu sayede yönlendiren çok sayıda genç olur.

İşte onlardan bir tanesi de Fahrettin Akbulut’dur.

Çok sevdiği matematik dalında eğitim alır. Uzmanlaşır. Herkes tarafından sevilen bir matematik profesörü olduğunda dahi lisede kendisine ışık veren bu kitabı özenle saklar.

Gün gelir kütüphanesinde oğlunun eline geçer. Kitabın sayfalarını karıştırdıkça ve içeriğine girdikçe astronomiye ilgisi artan oğul; babasının izinden gidip Amerika’da matematik bölümünü seçer. Mezun olur. Yetinmez babası gibi profesörlük unvanı alır. Yaptığı araştırmalarla ulusal ve uluslararası pek çok dalda ödül kazanır ve milletimizi gururlandırır.

O nedenle yazımın başında bu kitap herhangi bir ders kitabı değil demiştim. Kim bilir bu kitap sayesinde daha kaç gencin ufku açıldı, kaç tanesi hayatını bilime adayacak kadar çalıştı, çabaladı?

İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün zekası.

İleri görüşlülüğü.

Çalışkanlığı.

Ülkesine olan sevgisi.

Milletinin geleceğine herkesten çok önem veren tavrı.

Cesareti.

Kararlılığı.

Bu özel devlet adamına tüm dünyanın büyük hayranlık ve saygı duyması boşuna değil.

Bizler; çocukluğunda başlayan kitap tutkusunu, savaş zamanı cephede de sürdüren; sivil hayata geçince ise okumaya ayırdığı zamanı daha da artıran Mustafa Kemal ATATÜRK’ün evlatlarıyız.

İYİ Kİ.

Ne kadar şanslı olduğumuzu bir kez daha yinelerken; son noktayı Atamızın çok sevdiğim bir sözü ile koyalım mı?

“Kitap okumasaydım bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım.”

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

29.10.2021

Kaynaklar: https://derstarih.com; https://www.kitaptansanattan.com; https://isteataturk.com.

 

 

 

 

21 Ekim 2021 Perşembe

GERÇEĞİN AÇIĞA ÇIKIŞI

 Muhteşem bir yağlı boya tablo bugünkü yazımın konuğu. 

Yapıldığı yıllardan günümüze, insanlık tarihinde değişen hiçbir şeyin olmadığının yalın görüntüsünü taşıdığı için ilgimi çekti.

Öylesine net, öylesine güzel özetliyor ki anlatılmak isteneni. 

İnsanın baktıkça bakası geliyor.

İşte bunun için ressamların duygu dolu yaşamında, renklerin albenili dansına davet etmek istedim hepinizi.

Yıl 1896.

Yer Paris.

Ressam Jean-Léon Gérôme.

Fransız ressam, heykeltıraş ve aynı zamanda öğretmen olan Gérôme; Paris’teki eğitiminin ardından dünyanın pek çok ülkesini ve ünlü şehirlerini gezer. Floransa, Roma, Vatikan, İstanbul, Mısır, Kudüs, Şam gibi egzotik yerlerden fazlasıyla beslenir. 
Oralardan aldığı ilham ile yaptığı tarihsel ve oryantalist stildeki eserleri dünya çapında ses getirir.

Şimdi gelelim bugünkü yazıma konu olan ünlü tablosuna.

İsmi “İnsanlığı Utandırmak için Kuyusundan Çıkan Gerçek- Gerçeğin Açığa Çıkışı’’

Ressamın tablosuna ilham kaynağı olarak iki farklı bilgi var araştırma kaynaklarında.

Bunlardan bir tanesi; fotoğrafçılık sanatının ortaya çıkmasıyla alakalı. Çünkü kaynaklar; fotoğraf sanatıyla gerçeklerin daha yalın bir şekilde gözler önüne serildiğini düşünen ressamın; böyle bir tablo ile gerçeklerden kaçınılamayacağını anlatmak istediğini savunuyor.

Diğer bilgi ise halk tarafından "Gülen Filozof" olarak da bilinen; dönemin ünlü felsefecilerinden Demokritos’un unutulmaz sözü ile ilgili.

‘’Gerçek bir kuyunun dibindedir.’’

İşte buna inanan kesimler; ressamın kuyunun dibinden nihayet çıkan gerçeği resmettiğini belirtiyor ki; bu tez bana daha yakın geldi. Kaldı ki tablonun ismi de bunu destekliyor sanki.

Şimdi gelelim tablodaki efsaneye.

Bunun için hayli eskilere 19. yüzyıla kadar gitmemiz lazım.

Efsane bu ya; günlerden bir gün gerçek ve yalan buluşurlar. Hava güneşi içmişçesine pırıl pırıldır. Yalan kendisinden beklenmeyecek bir şey yapar ve havanın çok güzel olduğunu söyler.


Gerçek bu sözlere temkinli yaklaşır. Önce yalanın gözlerine sonra da gökyüzüne bakar. Gün gerçekten de öylesine güzel, öylesine ışıltılı doludur ki.

Yalan belki de ilk defa doğruyu söylemektedir.

Buna hem şaşıran hem de sevinen gerçek, günün neredeyse tamamını yalanla beraber geçirir. Aralarındaki sohbette ise sadece doğrular onlara eşlik eder.

Günün sonuna doğru, yalan vardıkları bir kuyunun kenarında durur.
Kuyunun içindeki su tertemizdir. Beraberce bu güzel suda yüzmelerini önerir.

Yalanın doğru söylemesinin şaşkınlığını bir türlü üzerinden atamayan gerçek, suya 
bakar. Hatta eğilip hafifçe dokunur. Su gerçekten de kendilerini yüzmeye davet edecek kadar güzeldir.

Beraberce giysilerini çıkarır ve kuyudaki suya girerler. Yüzmeye başlarlar.

Gerçek artık yalanın sözlerine inanması gerektiğini düşünürken suyun keyfini çıkarmaktadır.

Ancak o da nesi?

Yalan aniden sudan çıkar.

Gerçeğin giysilerini giyer ve hızlı adımlarla oradan uzaklaşır.

Gerçek ne olduğunu anlayamaz.

Yalana inandığı için kendisine kızar. Amacı yalanı bulmak ve giysilerini geri almaktır. Sudan çıkar. Elinin eriştiği, ayaklarının götürdüğü her yere bakar.

Ama giysileri olmadığı için gittiği yerlerde hor görülür. Etrafındaki öfkeli bakışlar onu geldiğine pişman eder. Hiçbir yerde kabul görmez. Çünkü o güne değin hiç kimse böylesi bir gerçekle karşılaşmamıştır.

Gördüğü hoyratça tutumlar karşısında üzülen gerçek, çıktığı kuyuya geri döner ve sonsuz dek ortadan kaybolur.

Peki o sıralarda yalan ne yapmaktadır dersiniz?

Kuyudan çıkıp, gerçeğin giysilerini üzerine giydiği andan günümüze değin; içimizde bizimle beraber yaşamaktadır. Katıldığı her olayda ve durumda gücünü kullanıp; herkesle oynamakta, onları ustalıkla kandırmaktadır.

Çünkü dünyanın hiçbir zaman yalın gerçekle karşılaşmak istemeyeceğine sonuna kadar emindir. Çünkü dünya ve içindekiler yalanın etrafında dönmekten ve hatta kandırılmaktan memnundur.

Hiç kimse yalın gerçeğin vereceği acıdansa; yalanın bazen gri, bazen, siyah bazen de pembe toz bulutundan dünyaya bakmaktan rahatsızlık duymaz.

İşte söz konusu yağlı boya tablo bu efsaneyi resmeder. 

Yalın ve açık bir şekilde bize yalın gerçeği gösterir.

Dikkat ederseniz ne kadar da güzeldir gerçek. Tek kusuru yalın olmasıdır ki bu da zaten olması gerekendir aslında.

İşte bu yüzden tablonun ismi “İnsanlığı Utandırmak için Kuyusundan Çıkan Gerçek’’ tir.

Tablodaki ana düşünce, aktarılmak istenen ana nüanslar öyle net açıklıyor ki her şeyi…

Hangimizin yüzü yalın gerçekle karşılaştığında kızarmaz ki?

Böylesi durumlarda ruhu oradan bucak bucak kaçmasını  fısıldamaz ki?

Ama ne olursa olsun gerçekler hep bizimle.

Tıpkı Henry Huxley’in dediği gibi;

‘’Siz görmezden gelseniz de gerçekler var olmayı sürdürürler.’’

Peki var olduklarını bilip de yokmuş gibi davranmak da neyin nesi?

Gelin cevabı ünlü yazarımız Cenap Şehabeddin versin.

‘’Gerçekleri güneşe benzetirler doğrudur, gözlerimizi yakarlar korkusu ile çok defa bakamayız.’’

Bence haksız da sayılmaz.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

16.09.2018

Not: 1- Beni bu tablodan haberdar ederek araştırmama vesile olan Sevgili arkadaşım Vildan Ergen’e çok teşekkür ediyorum.
Not: 2- Maalesef yazıma konu olan tabloyu koyamadım. Çünkü iki sene önce o tabloyla beraber koyduğum da bloğum uzun bir süre kapatıldı. Merak edenler arama motorları yardımı ile bu muhteşem tabloyu inceleyebilir.



Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...