18 Kasım 2023 Cumartesi

NEFESLER TUTULDU ATAMIZ EBEDİ YERİNDE (3/3)

Prof. Dr. Kâmile Mutlu 8 Kasım 1953 Pazar gecesi saat 23.00'de ev telefonu çalana kadar; nasıl büyük bir tarihi olaya tanıklık edeceğinden habersizdir.

O sırada ateşler içinde hasta yatağında yatmaktadır.

Arayan, dönemin Ankara Valisi olan Kemal Aygün'dür.

Hemen konuyu aktaran vali; naaşın bozulmadan korunduğunu belgelemek için kendisinden Atatürk’ü muayene etmesini rica eder.

O esnadaki halsizliği ve yüksek ateşi nedeniyle; görevi alamayacağını ve başka bir meslektaşının yapabileceğini söylerken bile sesi titrer Mutlu’nun.

Gelin görün ki Vali Aygün ısrar eder.

Prof. Mutlu ise sonraki yıllarda bu tarihi görevi kabul ettiği için duyduğu gururu hiç unutamaz. 

İşte Atatürk’ün mezarı böylesi ehil ellerde itina ile açılır.

Kefenin sargıları açılınca, Prof. Dr. Kâmile Şevki Mutlu, Atatürk’ün yüzüne bakar ve bir süre gözlerini ondan alamaz. Ancak içi çok rahatlamıştır.

Çünkü sadece derisi kahverengi bir hal alan Atatürk’ün yüz hatlarının olduğu gibi korunduğuna şahit olmuştur. Yüzünde hiçbir bozulma yoktur. Sadece uzun kaşlarından bir tutam sol göz kapağı üstüne düşmüştür o kadar.

Bu durum o yıllarda söz konusu tahniti yapan ve hayatına veda eden Prof. Dr. Lütfi Aksu’nun başarısı olarak kayıtlara düşer.

Atamız tıpkı Dolmabahçe Sarayı’nda uyuduğu zamanlardaki gibi huzurlu ve asildir.

Prof. Kamile Mutlu, kenarda bekleyen komite üyelerini usulca tabutun başına davet eder.

Her biri tek tek tabutun içine bakar.

En ön sırada yer alan Başbakan Adnan Menderes; katafalka çıkar. O denli heyecanlanır ki rengi solar.  Atatürk’ün yüzüne bakacak o kuvveti kendinde bulamaz ve oradan ayrılır.

Ardından o anda o salonda bulunan herkes Atatürk’ü tek tek görür. Aralarında bayılanlar olur.

Sonrasında naaş, tekrar solüsyonla ıslatılır ve beyaz kefene sarılır.

10 Kasım 1953 Salı sabahı, Atatürk’ün naaşı 12 askerin omuzları üzerinde, top arabasına yerleştirilir. 136 asteğmenin çektiği ve 15 yıl önce Atamızı Dolmabahçe’den Ankara’ya getiren aynı arabayla, Anıtkabir’e taşınır.

Saat 09.05’te saygı duruşu ile tören başlar.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar, Başbakan Adnan Menderes, İsmet İnönü, TBMM Başkanı Şükrü Saraçoğlu ve Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Atadan başta olmak üzere; tüm mülkî ve askerî erkân ile kalabalık bir halk topluluğu orada hazır bulunur. Kortejin uzunluğu neredeyse 1.5 kilometreyi bulur.

Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın duygu dolu konuşmasının ardından; beraberce aşağıdaki Mezar Odası’na inilir.

Ardından  Muhafız Alayı’ndan 12 Mehmetçik’in omuzlarında taşınan Atatürk’ün naaşı, saat 13.30’da daha önce vatan toprakları ile hazırlanan mezara başı batı, ayak kısmı doğuya gelecek şekilde indirilir.

Bütün illerden, Selanik’te Atamızın doğduğu evin bahçesinden, Kore’deki Türk şehitliğinden, Suriye’deki Süleyman Şah’ın Türbesinden ve Kıbrıs’tan getirilen o çok sevdiği vatanının toprağında; edebi istirahatgahındadır. Nurlar içinde yatsın.

O yıldan itibaren Atasını ziyaret ederken, oradaki ebedi varlığını hisseden ve gözyaşlarını tutamayan sevgili halkının yüreğindeki yeri ise her daim sonsuzlukta ışıldayacaktır.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

14.11.2023

Kaynaklar: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr; https://www.milliyet.com.tr; https://www.ntv.com.tr; https://www.bbc.com; https://tr.wikipedia.org.

 

 

 

NEFESLER TUTULDU ATAMIZ EBEDİ YERİNDE (2/3)

Türk milleti heyecan içinde bu önemli yolculuğu beklerken; bizzat orada bulunanların yaşadıklarını tarif etmek neredeyse imkansız.

4 Kasım 1953 yılında mezar yeri açılır.

Tam 14 yıl lahdin altındaki geçici kabirde tutulan Atatürk’ün tabutu 6 Kasım 1953 Cuma günü çıkarılır.

Hazırlanan katafalka konulur.

10 Kasım 1938 yılında örtülen ve tabutla birlikte geçici kabre indirilen, burada 15 yıl beklediği için yer yer yıpranan Türk bayrağı yenisiyle değiştirilir.

Katafalk çiçeklerle donatılırken; ilk önce subay ve yükseköğrenim öğrencilerinden oluşan gençlik nöbeti başlar.

Nöbet ertesi günü generallere teslim edilir.

Artık sırada nefeslerin tutulduğu o AN vardır.

Tarih 9 Kasım 1953 Pazartesiyi gösterdiğinde; Prof. Dr. Kâmile Mutlu ve yardımcılarından başka; komite üyeleri, yüksek rütbeli subaylardan oluşan bir askerî şeref kıt’ası ve tabutun açılışında yardımcı olmak üzere Yüksek Teknik Öğretmen Okulundan 10 öğretmen Ata’nın kabri başında toplanır.

Kısa bir saygı duruşundan sonra Ankara Tıp Fakültesi Histoloji ve Embriyoloji Kürsüsü Başkanı patolog Prof. Dr. Kâmile Mutlu’nun başlama talimatı ile herkes nefesini tutar.

Mermer lahit sökülür.

Meclis Başkanı Refik Koraltan, Başbakan Adnan Menderes ve devletin üst düzey temsilcileri tabutun çevresinde yerini alır.

Bu arada Başbakan Menderes, Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım’ı tabutun yanına götürür. Makbule Hanım başını tabuta dayar ve dakikalarca öyle kalır.

Ardından tabutun vidaları sökülmeye başlanır.

Tahta tabutun içindeki madeni sandukada gaz birikmiş olma olasılığı düşünülerek, bir burgu ile önden delik açılır. Ancak gaz ya da koku çıkmaz.

Madeni sandukanın kapağı usulca kaldırılır. İlk önce sandukanın içinde hala ıslak kalmış tahta talaşlar görülür. Koruma solüsyonuyla ıslatılan bu talaşlar, naaşın ayak yönüne doğru toplanırken; ortalığı tahnit için kullanılan solüsyonun kokusu sarar. Bu arada 15 yıl önce konulan örnek solüsyon şişesi de bulunur.

Kahverengi bir muşamba ile sarılı naaş tamamen ortaya çıkınca, muşamba açılır. Vücudu örten parafinli sargılar, yüzünü örten ıslak pamuk kaldırılır.

Tam 15 yıl sonra ilk kez Atamızın yüzünü görecek olanların o an ki heyecanları tarifsizdir.

Titreyen eller, hızla çarpan yürekler ve tutulan nefesler…

Ancak aralarında öyle özel birisi vardır ki tam da Atamıza yakışır şekilde başucundadır.

Kefenin sargılarını açıp, Atatürk’ün yüzüne ilk bakacak kişi, Türkiye'nin ilk kadın patoloji uzmanı ve ilk kadın tıp profesörü olan Kâmile Şevki Mutlu’dur.

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi histoloji kürsü başkanı olan Prof. Kamile Şevki Mutlu, bu iş için hükûmet tarafından bizzat görevlendirilir.

Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabirden çıkarılmasında da hazır bulunan Kamile Şevki Mutlu; Atatürk'ü ölümünden 15 yıl sonra onu gören ve ona dokunan tek insandır. (devamı 3/3’ de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

14.11.2023

 

NEFESLER TUTULDU ATAMIZ EBEDİ YERİNDE (1/3)

Atamızın aramızdan ayrılışından tam 15 yıl sonra; nefesler adeta tutulur. Çünkü Atatürk için titizlikle hazırlanan anıt mezar biter ve Atamızın ebedi istirahatgâhına alınma vakti gelir.

Gönlümüzde hiç bitmeyen sevgisi ile Atamızın Etnografya’daki geçici yerinden çıkarılıp; onun için özel olarak hazırlanan Anıtkabir’e yolculuğunda yaşananlar öylesine canlı gibi ki.

Her bir satırında tüylerimizin diken diken olmaması içten bile değil.

Türk milletine gömüleceği yer konusunda bir vasiyette bulunmadığı bilinen Atatürk’ün mezar anıtı için; Ankara’nın her noktasından görülen Rasattepe belirlenir. Üstelik Atamızın geçmiş gezilerinde bu tepeyi bir anıt yeri olarak beğenmiş olması da bu tercihi kuvvetlendirir.

Belirlenen yerde Atamıza layık bir yer hazırlanmalıdır.

Bu amaçla 1941 yılında bir proje yarışması düzenlenir. Yabancı ülkeler dahil toplam 49 proje katılır.

En çok beğenilen üç proje arasından Prof. Emin Onat ile Doç. Orhan Arda’ya ait ‘25’ numaralı proje kabul edilir.

750 bin metrekarelik bir alan üzerinde tam 907 metre yüksekte yer alacak olan Anıtkabir; Aslanlı yol, tören meydanı, mozole ve on kuleden oluşacaktır.

Atamızın kabri ise 40 tonluk yekpare mermerden yapılan sembolik lahdin, yaklaşık 7 metre altındaki mezar odasında yer alacaktır.

Böylece Anıtkabir'in yapımına 9 Ekim 1944'de başlanır.

Bu arada tam da Atamızın istediği gibi; Anıtkabir’in inşaatında bir ilk yaşanır. Ve Türkiye’nin ilk kadın inşaat mühendisi Sabiha Rıfat Gürayman, devlet adına inşaatı denetleyen baş kontrolör olarak görev alır.

(Hepimiz için son derece özel olan Anıtkabir’in detayları o kadar kıymetli ki; birkaç satırla geçiştirmemek adına bu konu ile ilgili başka yazı dizisi hazırlayıp paylaşmak isterim.)

Anıtkabir’in yapımı yaklaşık 9 yıl sürer.

21 Kasım 1938 sabahı katafalktan alınarak törenle geçici kabri olan Etnografya Müzesi’ne getirildiğini ve Türk bayrağına sarılı olarak 31 Mart 1939 tarihine kadar orada kalan tabutun; lahdin altında hazırlanan oda biçimindeki kabre indirildiğini biliyoruz.

Artık Atamızın bu geçici yerden alınarak ebedi istirahatgahına taşınma zamanı gelmiştir. (devamı 2/3’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

14.11.2023

10 Kasım 2023 Cuma

ATAMIZIN SON GÜNLERİ (3/3)

O son günler giderek artan acı ve üzüntüyle beraber tüm Türkiye için o kadar yoğun bir telaş içinde geçer ki.

Tarih sayfaları 13 Kasım 1938 Pazar gününü gösterdiğinde; yapılan ilk bakanlar kurulu toplantısında; hem cenaze programı hem de Atatürk'ün geçici kabir yeri belirlenir.

Meclis tarafından Anıtkabir inşa edilinceye kadar, Atatürk'ün naaşının Etnografya Müzesi'nde korunmasına karar verilir.

16 Kasım 1938 Çarşamba günü Muayede Salonu saat 10.00'da halkın ziyaretine açılır. Başta ziyaretin 18 Kasım günü saat 24.00'e kadar devam etmesi planlanır.

Ancak elim kayıp haberini duyan canından çok sevdiği halkı, Ata'sına son vedasını yapmak için Dolmabahçe'ye adeta akın eder.

O gece yarısı yaşanan izdihamda; maalesef 11 kişi hayatını kaybederken, yaklaşık 40 kişi yaralanır.

Üç gün içinde Atatürk'ün naaşını yaklaşık 600 bin kişinin ziyaret ettiği kayıtlara düşer.

Durum bu kadar ciddi bir hal alınca Atatürk'ün cenaze namazı; 19 Kasım 1938 Cumartesi günü, sabah saat 07.30 ile 08.15 arasında; Dolmabahçe Sarayı'nın Muayede Salonu'nda Prof. Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılır.

Saat 08.15’te en yakın silah arkadaşlarından 12 tüm general tarafından al bayrağa sarılı sanduka kaldırılır.

Eller üstünde taşınarak itina ile top arabasına yerleştirilir.                

Sırada İstanbul'dan Ankara'ya yapılacak olan son yolculuk vardır.

Saat 08.30'da top arabasıyla Dolmabahçe'den çıkarılır.

Saat 09.00'da hareket eden cenaze alayı Karaköy, Sirkeci, Gülhane Parkı'ndan geçip Sarayburnu'na ulaşır.

Polis süvari müfrezeleri, askerler, çelenk taşıyan öğrenciler top arabasının önünden yürürken; arabanın her iki yanında kılıçları ellerinde 6 general eşlik eder.

Onların hemen arkasından ise sırayla Atatürk'ün istiklal madalyasını taşıyan bir general, eski Afgan Kralı Amanullah, başbakan, milletvekilleri, İstanbul'un asker sivil görevlileri yer alır.

Bu arada tüm sokaklar, caddeler, dükkanlar, evler, hatta camilerin kubbeleri Atasına veda etmek isteyen halkıyla dopdoludur.

Atatürk'ün naaşı, saat 12.45'te Zafer Torpidosu'na konulur. Hemen ardından saat 13.20'de açıkta bekleyen Yavuz Zırhlısı'na taşınır.

Yavuz Zırhlısı, saat 19.30'da İzmit'e varır.

Burada yapılan törenin ardından saat 20.20'de tabut İzmit'te özel bir trene yerleştirilir.

Atatürk'ün naaşını taşıyan tren 20 Kasım Pazar günü 10.30'da Ankara'ya varır.

Ankara Garı'nda onu bekleyenler arasında; Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, milletvekilleri ve komutanlar yer alır.

Türk Bayrağı'na sarılı tabut, Büyük Millet Meclisi önünde bir katafalka konulur.

Aynı gün saat 12.10'dan itibaren de halkın ziyaretine açılır.

21 Kasım 1938 Pazartesi günü Ankara'da pek çok ülkenin yabancı temsilcilerinin de katıldığı bir devlet töreni yapılır.


Sonra da bir top arabasına konulan tabut, Etnografya Müzesi'ne getirilip giriş salonundaki katafalka yerleştirilir.

Atatürk'ün al bayraklı tabutu 31 Mart 1939 tarihinde Etnoğrafya Müzesi'ndeki geçici kabre alınır.

Taa ki Anıtkabir'e nakledilinceye kadar.

Tam 15 yıl sonra nefeslerin tutulduğu, adeta tüylerimizi diken diken eden o nakli; bir başka yazı dizimde aktarmaya çalışacağım. Detayları o kadar muhteşem ki şimdiden kaçırmayın derim.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

02.11.2023

Kaynaklar: https://ataturkansiklopedisi.gov.tr; https://onedio.com; https://www.sozcu.com.trhttps://www.sabah.com.tr.

 

 

 

 

 

 

 

ATAMIZIN SON GÜNLERİ (2/3)

Şimdi sırada o büyük kaybın ertesi günü, Türk milletinin Atasız geçirdiği ilk gün olan 11 Kasım 1938 Cuma günü var.

Cuma sabahı ilk iş olarak doktorları; Prof. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Mim Kemal Öke, Prof. Akil Muhtar Özden, Prof. Hayrullah Diker, Prof. Süreyya H. Serter, Dr. Nihad Reşat Belger, Dr. Kamil Berk ve Dr. Abraya Marmaralı; “Atatürk'ün ölüm raporunu” düzenler.

Raporda vefat tarihi 10 Kasım 1938 sabahı saat 09.05 olarak yazılırken; ölüm nedeni kesin olarak bilindiğinden otopsi gerekmediği belirtilir. Eğer hükümet isterse otopsi yapılabileceği maddesi ayrıca eklenir. Ancak yakın arkadaşı olan bakanlar Atatürk'ün vücudunun kesilip parçalanmasına razı olmadıkları için naaşına otopsi yapılmaz.

Bu arada ölümünün hemen ardından; İstanbul Hıfzısıhha Müzesi Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel; Atatürk'ün yüzünün ve sağ elinin maskını (mulajını) yapar. Ve o günden itibaren Anıtkabir Müzesi'nde koruma altına alınır.

Aynı gün bir başka çok önemli adıma sıra gelir.

Naaşın uzun süre bozulmadan saklanabilmesi için iyi bir tahnit işlemi yapılmalıdır. Ama önce İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden Ord. Prof. Şerafettin Yaltkaya'nın gözetiminde Atatürk’ün naaşı;  İslami kurallara göre yıkanır.

Ardından Dolmabahçe Sarayı’nda, Gülhane'den Prof Dr. Lütfi Aksu, orada hazır bulunan doktorlar heyetinin düzenlediği rapora göre Atatürk'ün naaşını tahnit eder. İşlem sonrası bedenini bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon örneği iki küçük şişeye alınır. Ağızları lehimlenir. Terkibi yazılı olan etiket yapıştırılarak  Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırılır.

Önce kurşun galvanizli bir tabuta konularak, kapağı kapatılır. Ardından gül ağacından yapılan başka bir tabuta yerleştirilir.

En son olarak da üzerine o çok sevdiği Türk Bayrağı örtülüp katafalka konur.

Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu'ndaki naaşın başında Atatürk'ün silah arkadaşları nöbet tutmaya başlar.

Tüm bu işlemler ardı ardına yapılırken; diğer yandan ülkeyi cumhurbaşkansız bırakmamak adına, yine aynı gün olağanüstü toplanan TBMM tarafından oy birliğiyle İsmet İnönü Türkiye’nin İkinci Cumhurbaşkanı olarak seçilir.

O gün İsmet İnönü’nün omuzlarına binen o ağır yükü ve sorumluluğu hiç birimiz tahmin edemeyiz kuşkusuz ki.

Düşünsenize bir ülkenin sevgisiyle yoğurduğu, tüm dünyanın saygı ile önünde eğildiği eşsiz bir liderin yerine geliyorsunuz. Hiçbir şekilde onun yerini dolduramayacağınızı biliyorsunuz. Üstelik cephede, mecliste, önemli toplantı ve kararlarda hep yan yana, kalp kalbe karar aldığınız can arkadaşınızı sadece bir gün önce kaybetmişsiniz. O üzüntü, acı ve kedere eklenen ağır bir sorumluluk duygusu.

Hiç kolay değildi şüphesiz ki. Onun yerine kim olsa karmakarışık duygular içinde kalırdı.

Ama yine çok şanslıydık ki; aklı, çalışkanlığı, politik zekası ve cesareti ile ülkemizi tüm Avrupa ülkelerinin yerle bir olduğu korkunç bir savaştan kurtardı. Bunu unutmak bana göre vefasızlık olur.

Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, yeni hükümeti kurma görevini Celal Bayar'a verir. (devamı 3/3’te)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

02.11.2023

 

ATAMIZIN SON GÜNLERİ (1/3)

Türk milletinin kalbinde hiç tükenmeyecek bir meşale gibi yanan ve her geçen sene katlanarak artan sevgisiyle Atatürk’ümüzün son yolculuğundaki günleri (8 Kasım – 21 Kasım 1938) yeniden hatırlayalım istiyorum bu yazımla.

Tüm detayları ile dakika dakika.

Üzerinden tam 85 yıl geçmiş.

Gelin görün ki söz konusu Atamız olunca her şey o kadar taze ki.

Her 10 Kasım günü, sabah o saatte hepimiz için adeta dünya duruyor. İçimizden taşan tarifsiz üzüntümüze, hiç bitmeyecek olan bağlılığımız ve muhteşem sevgimiz eşlik ederken.

Bu yazıyı nemli gözlerle yazarken; biliyorum ki sizler de okurken hassaslaşacaksınız.

İşte o nokta hepimizin BİR olduğu AN.

Takvim yaprakları 8 Kasım 1938 tarihini gösterdiğinde, Dolmabahçe Sarayı’nda esen hüzün rüzgarları oradakilerin yüreğini adeta delip geçer.

Saatler 18.55’e geldiğinde Atamız son kez fenalaşır. Yatağında doğrulup oturur. Midesi iyi değildir. Oldukça halsizdir.

Başucundan bir an olsun ayrılmayan doktorları ellerinden gelen gayreti gösterir. Atalarını bir an olsun rahat ettirmek adına canla başla çalışır.

Bir parça da olsa rahatladığını fark edince yeniden yatağına yatırırlar.

İçleri hiç rahat olmadığı için, muayeneye devam etmek adına dilini göstermesini isteseler de ancak yarıya kadar çıkarabildiği notunu düşer doktorları.

Sonrasında başını biraz sağa çevirerek doktoruna (Ord. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp) bakar.  

“Aleykümesselam’’ diyerek gözlerini kapatırken; oradaki hiç kimse bu sözün Atamızın son sözü olacağını bilemez.

Ertesi gün 9 Kasım 1938 ‘de odasında derin bir sessizlik ve her şeye rağmen umutlu bir bekleyiş vardır.

Tarihler 10 Kasım 1938 Perşembe gününe geldiğinde ise Dolmabahçe Sarayı’nda esen o hüzün dalgası acıyla şiddetlenir.

Sabah saat 08.00 civarında herkes Atanın odasında, başucunda tek yürek olarak bekler. Ondan gelecek tek bir yaşam belirtisi için umutla ve duayla.

Atatürk yatağında solgun ama nurlu ve güzel çehresiyle yatarken; doktorları çaresizlik içinde beklemenin acısını ve üzüntüsünü derinden hisseder. İçlerinden bir tanesi Atamızın kurmuş dudaklarını ıslatır.

Doktorların haricinde Atatürk’ün yanından bir an olsun ayrılmayan, üzüntü ve endişe içinde bekleyen kişiler de vardır.

Atatürk'ün özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak.

Ömrünün 18 yılını "Koruma Muhafızı" olarak Atatürk'ün yanında geçiren İsmail Hakkı Tekçe.

Atatürk’ün sırdaşı Kılıç Ali.

Ve can arkadaşı, yaveri Salih Bozok.

Tam o esnada Hasan Rıza Soyak’ın dudaklarından titrek bir fısıltı duyulur.

“Kılıç bak, koskoca bir tarih göçüyor.”

O acı dolu sessizlik içinde duyulan yegane şey doktorların hıçkırıkları olur.

Saat 09.05’i gösterdiğinde Atamız aniden o derin masmavi gözlerini açar.

Sadece birkaç saniyeliğine de olsa yanı başındakilere tek tek bakar.

Ardından başını sağ tarafa çevirip gözlerini ebediyen kapatır.

Tüm bunlar yaşanırken; her biri kendi alanında deneyimli doktorlarının ve neredeyse ömürlerini onun yanında geçiren arkadaşlarının nasıl bir ruh hali içinde olduklarını düşünebiliyor musunuz?

Ellerinin arasından kayıp giden o ışıltılı kalbin ardından; kim bilir nasıl bir boşluk, çaresizlik, acı ve üzüntü hissettiler. Bunu anlamamız ve sözcüklere dökmemiz neredeyse imkansız biliyorum.

Gelin o acı dolu dakikalara geri dönelim ve Atamızın ebediyete gidişinin ardından yaşananlara bakalım.

Özel kalem müdürü Hasan Rıza Soyak, susturamadığı hıçkırıklarıyla karyolasının yanına diz çöker. Atasının sağ elini avucunun içine alıp öper, yüzüne gözüne sürer.

Ardından Muhafız Komutanı İsmail Hakkı Tekçe aynı eli öpüp yorganın altına koyar.

Yol arkadaşı, sırdaşı, yaveri Salih Bozok ise, gözleri yaşlı halde elini öperek son vedasını yaptıktan hemen sonra odayı terk eder.

Tam bu sırada Dr. Mim Kemal, Atatürk'ün gözlerini yavaşça kapatır.

Dr. Kamil Berk ise beyaz ipek bir mendille çenesini bağlar.

Son olarak nöbet defterine yüreklerimizi dağlayan o sözler yazılır.

“Saat, 09.05'te vefat etmiştir.”

Atatürk’ün odasında bunlar yaşanırken; aşağıdan bir silah sesi duyulur. Bir nefes gibi her an Atasının yanında bulunan, en önemli olayların birebir şahidi olan; can arkadaşı Salih Bozok, kalbine sıktığı kurşunla hayatına veda etmek ister.

Hemen hastaneye kaldırılarak kurtarılır. Gelin görün ki Atasının amansız hastalığından itibaren dünyası adeta yıkılan Bozok; bir daha eskisi gibi toparlanamaz.

(devamı 2/3’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

02.11.2023

1 Kasım 2023 Çarşamba

BİR MÜCADELE ki (2/2)

Bunun için iç bağları kuvvetli gibi görünen, sorgulamayan ve düşünmeyi sevmeyen bir grup kuruluyor. Kendilerini önemli ve güçlü hissetmek isteyen bireyler sayesinde sayıca çoğalırken; bu gruba katılmayanlar ötekileştiriliyor.

Dolayısıyla tek bir hamle ile toplum karşıt gruplara bölünmüş oluyor. 

Bir süre sonra grup üyelerine hep beraber, her şeyi yapabilecekleri imajı veriliyor. Böylece grubuna güvene kişinin yapacağı işlerde mantık aramasına mani olunuyor.

Araştırmacılar böylesi bir ortamı yaratmanın diğer yolunu ise korku ve dehşet psikolojisine bağlıyor.

Ortamı sürekli gergin tutmak, tehlike varmış gibi çatışmalar çıkarmak, olur olmaz insanları hedef göstermek, düşman yaratmak ve düşünmelerine engel olmak. Böylece mantıklı düşünmeden, içgüdüsel hareket etmelerine zemin hazırlanmış oluyor.

Bilim insanlarının açıklamasına göre; bu topluluklar; R komplekslerine hitap eden liderleri ile yaşamayı isteyerek kabul ediyor. Kendi hayatları zorluklar içinde geçse de aldırmıyor. Yapamadıklarını yapan liderlerinin peşinden hiç düşünmeden gidiyor. Geleceğe odaklanmak yerine geçmişle yaşamayı seçiyor.


Düşünmeyen, sorgulamayan kitlelerin sayıca çoğalması ne yazık ki toplumun gelişme hızını engelliyor. Dünya ülkeleri bilimin ışığında her gün yeni bir buluşla insanlığa katkı sağlarken; onlar adeta bir yalan dünyasında yaşıyor. Düşünenleri, gelişmek için çaba gösterenleri adeta yok sayıyor, dışlıyor.

Musevi kökenli Alman düşünür ve toplum bilimci Max Horkheimer bu durumu ‘kitlesel akıl tutulması’ olarak açıklıyor.

Tüm bunları mantık süzgecinden geçirip anlamaya çalışmak oldukça zor.

Yanıtsız kalan pek çok soru da cabası.

Tam yeri gelmişken hayatımızın bir başka önemli gerçeğine iki satırla da olsa değinmeden geçmek olmaz.

O da pazarlama çalışmalarında eski beyni hedefleyerek daha başarılı sonuçların elde edilmesi gerçeği.

Bu amaçla zıtlıklara başvuran, ilgi uyandıracak, kısa, basit, net mesajlar veren, benmerkezci dil kullanan, görsel uyarıları ağırlıkta olan ve duygulara hitap eden reklamlarla toplumun ilgisi yönlendiriliyor. Özellikle karar vermemizdeki en güçlü faktörlerden biri olan korku duygusuna yönelik yapılan pazarlama stratejileri de cabası.

Maalesef dünyanın en önemli şirketleri dahi bu yöntemleri kullanarak satış rekorları kırmanın ve pazar paylarını artırmanın peşinde.

Sonuçta unutmamak gerekiyor ki, her şey her şeyi etkiliyor. En çok da beynimizi. Üstelik hal böyleyken; öngörülemeyen sorunlar çağına koşar adım gidiyoruz hepimiz.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

18.06.2023

Kaynaklar: https://medium.com; https://www.martidergisi.com; https://www.herkesebilimteknoloji.com; https://www.brandingturkiye.com.


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...