25 Mayıs 2022 Çarşamba

SAYILARLA DANS EDEN KADIN (2/2)

Bunlardan bir tanesi de, 1830 yılında bugünkü bilgisayarın atası kabul edilen ‘Analitik Motorun’ İngiliz mucit ve matematikçi Charles Babbage tarafından tasarlanması olur.

Önce basit bir hesaplama makinesi olan ‘Fark Makinesini’ bulan Babbage, bunu biraz daha geliştirir. Böylece ortaya daha geniş kapsamlı bir tasarım modeli çıkar ki bu sayede; bugünkü mekanik bilgisayarın ilk adımları atılır.  

Neredeyse matematiksel analize benzer bir yapıda olan bu güçlü buluş, Ada’yı adeta büyüler.

Yapım aşamasından itibaren makineyi incelemeye alır. Üzerinde düşünürken kapsamına daha neler eklenebileceğini hayal eder.

O sıralarda makinenin üstünlüğünü anlatan bir Fransız makalesi yayınlanır.

Ada bu makaleyi İngilizce’ye çevirirken kendi bilgi birikiminden pek çok yorum katar. Hatta ‘Sayılar dışında daha soyut kavramlar üzerinde işlem yapmak için kullanılabileceği’ tahminini eklemeyi ihmal etmez. Özellikle analitik motorun düzgün çalışması için kurulmuş, ünlü Bernoulli sayı dizisini hesaplamak için makineyi programlayacak olan veri girişini de önerir.

Ada Lovelace tarafından oluşturulan algoritma sayesinde Babbage’nin tasarımı yepyeni bir kimlik kazanır. Böylece müziği, resimleri ve yazıları dijital ortama aktarma potansiyeline sahip olduğu düşünülen ilk bilgisayar modeli ortaya çıkar.

İşte Ada’ya ait olan ve bilgisayar tarihinin başlangıcını oluşturan bu algoritma ve notlar;  onun dünyanın İLK bilgisayar programcısı olarak anılmasına vesile olurken;  kullandığı yöntem de İLK bilgisayar programı olarak kabul edilir.

Şiiri ve bilimi birleştirmek üzerine temel varsayımları sorgulayan bu zeki kadın; diğer yandan matematiksel ve bilimsel kavramların etkili bir şekilde uygulanmasında, hayal etmenin ve sezginin önemli olduğunu tüm hayatı boyunca savunur.

Metafiziğe ayrıca değer verir. Hatta onu görünmeyen dünyayı keşfetmek için bir araç olarak kabul eder.

Sonuçta beynin nasıl düşünce ürettiğinin ve sinirlere duyguların nasıl aktarıldığının matematiksel bir modelini yaratmayı bile hedefler.

Ada Lovelace’ın bilimsel yanı hayatı boyunca hep ağır basarken; diğer taraftan dans etmeyi hiç ihmal etmez.

1835 yılında 8. Baron William ile evlenerek Barones unvanını alır.

Bu evlilikten üç çocuğu olur.

Artık bir annedir.

Yine de bilimden, sayılardan, anatilik düşünmekten hiç uzak kalmaz.

Bu arada zaman zaman ismi skandallara karışır.

Çalkantılı hayatı, ömrünün son günlerinde yakalandığı amansız hastalığı derken; 1852 yılında hayata gözlerini yumar.

Son isteği üzerine şair babasının yanına gömülür.

Otuz yedi yıllık kısacık ömrüne muhteşem şeyler sıkıştıran, muhteşem bir kadını tanıdık beraberce.

O dönemlerde yaşamış olmasına rağmen yine de şanslıdır. Çünkü çalışmaları, döneminde kabul gören nadir kişilerden birisi olur kendisi. Hatta İngiliz kimya ve fizik bilgini Michael Faraday, Ada’nın yazılarının en büyük hayranı olarak bilinir.

Bu zeki kadının anısını yaşatmak üzere;  her yıl Ekim ayının ikinci Salı günü ‘’Ada Lovelace Günü - Ada Lovelace Day”  olarak anılır. Ve çeşitli etkinliklerle kutlanır. Bu vesile ile bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında çalışan kadın profillerinin desteklenmesi hedeflenir.

Bu yazının gerek araştırmasında gerekse yazımında tuşlara her bastığımda; Ada Lovelace’a duyduğum saygı ve hayranlık arttı. Çünkü biliyorum ki zorlu hayat yolculuğumuz, dünya üzerinde zekası ile iz bırakan böylesi kıymetli insanlar sayesinde daha kolay ve katlanabilir hale geliyor.

Onlar iyi ki varlar…

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.04.2022

Not: Bu özel kadını tanımama vesile olan, hayatımın en değerli varlığına sonsuz teşekkürlerimle…

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://listelist.com; https://evrimagaci.org.

 

SAYILARLA DANS EDEN KADIN (1/2)

Eski zamanlarda bilgiye erişim şimdiki gibi kolay değildi.

Kısıtlı kaynaklar arasında yeni keşiflerde bulunmak, zor problemleri çözüp geleceğin yolunu aydınlatmak için daha çok çalışmak ve mücadele etmek gerekiyordu.

Oysa günümüzde aklımızı kurcalayan her sorunun yanıtı bize sadece bir tık uzaklıkta.

Elimizin altında müthiş bir bilgi hazinesi var.

Üstelik hepsine sadece birkaç tuşa basarak erişebiliyoruz.

Ne kadar muhteşem bir zenginlik.

Belki de bu yüzden; bana göre bilgisayar kullanmak; tıpkı içinde sayısız, kıymetli kitabı barındıran kocaman bir kütüphanenin kapısını aralayıp, içeriye dalmak gibi.

Ondan sonrası elimize aldığımız kitabın sayfalarıyla bizim aramızda.

Muazzam bir keyif…

Elbette bugünlere kolay gelinmedi. Pek çok zeki ve çalışkan bilim insanı bu uğurda adeta ömürlerini feda etti.

Ben de şimdi sizleri onlardan bir tanesi ile tanıştırmak istiyorum.

Karşınızda dünyanın İLK bilgisayar programcısı.

Üstelik bir kadın.

Dünyanın tanıdığı ismiyle Ada Lovelace.

Asıl ismi ise Augusta Ada Byron.

Ünlü İngiliz şair Lord Byron’ın kızı.

Sıra dışı bir karakteri var.

Aynı zamanda eşi benzeri görülmemiş bir vizyoner.

Zor ve hastalıklı bir çocukluk dönemi geçirmiş. İradesinin terbiye edilmesi için, annesi tarafından yerde uzun süre hareketsiz bir şekilde yatmaya bile zorlanması bunlardan sadece bir tanesi.

Annesinin hezeyanları bir yana, çok erken kaybettiği babasına duyduğu özlem öte yana. Belki de hayatının çalkantılar içinde geçmesinde hepsinin izleri var.

Sayılara sevdalı.

Matematiğe gönül vermiş.

Bununla beraber şiiri çok seviyor.

Dansa ise tutku derecesinde bağlı.

Bu nedenle ona ‘Sayılarla dans eden kadın’ dememiz yanlış olmaz.

1815 yılının soğuk bir kış günü doğan Ada, henüz 8 yaşındayken babasını kaybeder. Matematik düşkünü annesinin gözetiminde, daha çok anneannesi tarafından büyütülür. Çocukluğundan itibaren matematiğe büyük ilgi duyar.  

Hastalıklarla dolu zorlu çocukluğunda, geçirdiği kızamık sonrası bir de felç olur Ada. Bir yıl yatağa, sonrasında bir süre koltuk değneklerine muhtaç kalır.

Ancak hastalıkları onu yıldırmaz. Matematik tutkusunu ve teknolojik yeteneklerini eline geçen her fırsatta geliştirir.

12 yaşındayken uçmak istediğine karar verir. Hayaline ulaşmak için kanat yapımına girişir. En doğru kanadı oluşturmak için kuşların anatomisini inceler. Hafif materyaller araştırır.

Her bir sorun önüne keşfedilmeyi bekleyen yepyeni kapılar açar.

Uçuş yolunu kısaltmak için pusulayı düşünmesi; hatta buharı uçma sanatıyla bütünlemesi gibi.

Ada Lovelace, aristokrat bir aileden geldiği için bir anlamda şanslıdır. Çünkü o yıllarda kadınlara eğitim alanındaki neredeyse tüm kapılar kapalıdır. Ancak Ada özel olarak ünlü araştırmacı ve bilim insanları tarafından matematik ve bilim alanlarında eğitilir. Böylece yetenekleri ortaya çıkar. Özellikle 17 yaşından sonra matematik alanında hızlı bir gelişme gösterir.

Hayatını değiştiren kişi ise Cambridge Üniversitesi’nin en büyük matematik profesörlerinden biri olan Charles Babbage olur. Kısa sürede onun çalışmalarının en büyük hayranı ve takipçisi konumuna gelir.

Beraberce matematik ve mantık alanında pek çok çalışmaya imza atarlar.

Aklı, zekası, yeteneği, analizci yapısı ve bilime şiirsel yaklaşımı sayesinde çok genç yaşta tanınmaya başlar. Girdiği bilim çevrelerinde matematikçilerle, bilim insanları ile olan iş ilişkileri, onları koşulsuz desteği ve ayrıntılı notları ile pek çok ilke basamak yaratır.

Çünkü Ada’nın araştırmaları, bilimsel makale, çeviri ve notları kendine özgü farklı bakış açılarını, yorumlarını ve hayal gücünü temsil eden çok değerli argümanlar içerir. Bu sayede pek çok bilim insanının yolu yeni buluşlarla açılır. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.04.2022

 

 

10 Mayıs 2022 Salı

MİTOLOJİDEN SONSUZLUĞA BİR YOL (2/2)


O yıllardan günümüze uzanan bu uzun yolda; dayanıklılığı, güzelliği, faydaları nedeniyle hep el üstünde tutulan;  Eski Ahit ve kutsal kitapların tamamında kutsal kabul edilen zeytin ağacı; dünyada kesilmesi yasak iki ağaçtan biri.

O nedenle yolu sonsuzluk kadar uzun.

Sağlığın ve bereketin sembolü olarak bir anlamda yeniden doğuşu da simgeliyor.

Bu nedenle de insanlık için çok kıymetli.

Çok özel.

Onların sevgi ile korunması, yaşatılması ise bir insanlık görevi.

Biliyor musunuz sevgisiz insanlar ne kadar kötülük yaparsa yapsın; ister kessin ister yaksın; zeytin ağacı tüm bunlara dayanıyor.

Peki nasıl dersiniz?

İşin sırrı köklerde.

Güçlü kök sistemi ile toprağın derinliklerine uzanıyor.

Yeni köklerle ana kök sürekli besleniyor. Böylece kazara kesildiğinde ya da yandığında kökleri hep canlı kalıyor. Verdiği yeni sürgünlerle yaşama tutunuyor.

Elbette zamanla gövdesi yaşlanıyor. Ama yumrulardan oluşan yeni tomurcuklar gövdeyi tazelemeyi biliyor.

Ölümsüzlüğü belki de bu yüzden.

Çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki; Akdeniz bölgesinde milattan önce on bin hatta on iki bin yıllık bir geçmiş önümüzde uzanıyor. Ege Santorini adasında yapılan kazılarda rastlanan zeytin çekirdek ve yaprak fosillerinin ömrünün ise otuz yedi bin yıl olduğu belirtiliyor.

İspanyol yazar José María Blázquez Martínez; yazdığı Dünya Zeytin Ansiklopedisi isimli eserinde zeytinin tarihi yolculuğuna tanıklık ediyor.

Zeytinin işlenmesi dahil pek çok konu bu eserde detaylıca ele alınıyor. Zeytinin nimetlerinden faydalanmak için yetiştiriciliğe, altı bin yıl önce ilk defa Anadolu topraklarında başlandığı da belirtiliyor.

Özellikle bu amaçla yapılan arkeolojik kazılar da bunu destekler netlikte.

Doğanın en güzel varlıklarından bir tanesi ağaçlar.

Onları sevmemek mümkün değil.

Dünya üzerinde otuz kadar türü olduğu belirtilen zeytin ağaçları; leylak, yasemin çiçekleriyle aynı aileden geliyor.


Son olarak İngiliz yazar Aldous Leonard Huxley’e kulak verme zamanı geldi.

Bakın ne diyor ünlü yazar?

‘’Tümünü seviyorum, ama en çok zeytini. Öncelikle dalı ile barışı, altın renkli yağı ile huzur ve mutluluğu sembolize ettiği için.’’

O halde gelin koruyalım zeytin ağaçlarımızı.

Diğer tüm ağaçlarımız gibi üstüne titreyelim.

Sevgimizi esirgemeyelim.

Ünlü şairimiz Nazım Hikmet’in dediği gibi; ciddiye alıp yaşamayı zeytin ağacı dikelim. Yaşamak ve yaşatmak yanımız ağır bastığı için hem de.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

26.03.3022

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://www.piroliveoil.com; https://www.herkesebilimteknoloji.com.

 

 

MİTOLOJİDEN SONSUZLUĞA BİR YOL (1/2)

Milattan önceki çok eski yıllara giderek başlayalım istedim sonsuzluk yolculuğumuza.

Oldukça uzun bir yol ama her şey ilk adımla başlamaz mı?

Üstelik o ilk adımdan sonra atacağımız her adım; ülke olarak ne kadar bereketli topraklara ve ne büyük zenginliklere sahip olduğumuzu bir kez daha hatırlatacak bizlere.

Sanırım hepimizin buna çok ihtiyacı var, özellikle şu sıralar.

Yunan mitolojisinde "Tanrıların ve İnsanların Babası" olarak anılan Zeus; günlerden bir gün yeni kurulacak olan bir kente özel bir isim belirlemek için meclisini toplar.

Kente her kim en değerli armağanı verirse, hem ismini verecek hem de koruyucusu olacaktır.

Haber kısa sürede yayılır.

Tüm tanrı ve tanrıçalar harekete geçer.

Elinde üçlü yabasıyla, siyah saçlı ve sakallı bir erkek olarak resmedilen, aynı zamanda Zeus’un kardeşi olan Denizler Tanrısı Poseidon; ödülü kazanmaya kararlıdır. Temsil ettiği hırs ve gücün ona istediğini vereceğinden emin çalışmalara başlar.

Öte yandan başında miğferli bir genç kadın olarak betimlenen; zekanın, sanatın, ilhamın ve barışın tanrıçası; aynı zamanda Zeus’un kızı Athena sahnede yerini alır. Sembolleri arasında mızrak, kalkan, baykuş ve zeytin dalı görünür. Annesinden aldığı bilgeliği nedeniyle babasının en sevdiği çocuğu olarak rastlanır kimi destanlarda. Dolayısı ile şansı yüksektir.

Poseidon, özellikle deniz savaşlarında kullanılacak özel bir at yaratır. Bu at dünyanın uzak diyarlarına uçarak gitme yeteneğine sahiptir. Yenilmesi neredeyse imkansız olan atı hemen meclisle paylaşır.

Athena ise çok daha farklı ve derin düşünür. Öyle özel bir ağaç dalı sunar ve faydalarını anlatır ki meclisin ilgisi tamamen onun mükemmel hediyesine yönelir.

Yüz yıllar boyunca her türlü iklim ve hava şartına karşı dayanacaktır bu ağaç. Üstelik öyle bir meyve verecektir ki hem meyvesi keyifle tüketilecek hem de ondan elde edilen sıvı yaraları iyileştirecek kadar şifalı olacaktır.

Sonuçta yarışma sonlanır.

Kazanan Athena’dır.

Hediyesi ise ZEYTİN AĞACI.

Meclisteki tüm Tanrı ve Tanrıçalar, hatta Zeus bile bu muhteşem ağacın özelliklerinden etkilenmiş adeta büyülenmiştir.

Zaman zaman hırsına yeni düşen Poseidon bile Athena’nın hediyesinin ne kadar özel ve değerli olduğunu kabul eder.

Bunu gören Athena’da zeytin ağacının bir dalını ona hediye eder. Böylece meclisteki gergin hava tamamen yumuşar. Bu yüzden ‘düşmana zeytin dalı uzatmak’ deyiminin ilk çıkış noktasının bu mit olduğuna inanılır.

Sonlanan yarışmayla beraber kente Athena'nın ismi verilir.

Ardından ilk zeytin ağacı Akropolis'e dikilir.

Denilen o ki o gün bugündür; dünyadaki tüm zeytin ağaçları işte bu ilk zeytin dalından çoğalmıştır. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

26.03.3022

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...