30 Eylül 2018 Pazar

İNKAR


Sadece beş harften oluşuyor.

Arapça bir kelime kendisi.

Ama anlamı hayli derin.

Duygusal çatışmaların ve ruhsal gerginliklerin yol açtığı sıkıntıları hafifletebilmek İçin; acı veren veya tehdit edici gerçeklerin yok sayılması hali olarak tanımlanıyor.

Gerçeklerle yüzleşmeyi sevmiyor bu kelime.

Kendini öyle farklı yollardan savunuyor ki telaffuz etmekten dahi kaçınıyoruz; belki de korkuyoruz.

Peki neden?

Çünkü beynimiz fazla strese karşı bizi korumak istiyor. Bu amaçla da ilkel ego savunma mekanizmamızı devreye sokuyor.

Böylece başlıyoruz inkar etmeye.

Bizi strese sokan her ne varsa onlar kaybolmuyor elbette. Sadece sis perdesi ardında kalıyor. Ve biz inkar ederek bir parça rahatladığımızı sanıyoruz.

Bunu daha kolay anlamamız için gelin Amerika’da üniversite öğrencileri arasında yapılan bir araştırmaya göz atalım.

Ünlü üniversitelerde eğitim gören, zeka düzeyleri yüksek öğrencilerin internet kullanımı ile ilgili bir araştırma bu. Öğrencilerden doğanın giderek bozulması, türlerin kaybolması, tehlike sinyallerinin artması ile ilgili sayfalara göz atması istenir. 

Ardından neler yapacaklarına bakılır. Göz attıkları olumsuz konularla moralleri bozulan öğrencilerin bir süre sonra; zihinlerini rahatlan, eğlendiren sayfalara baktığı gözlemlenir.

Bizler de farkında olmadan bu yöntemi uyguluyoruz aslında.

Bize acı verdiğini, içimizi kararttığını düşündüğümüz gerçekleri yok sayıyoruz. Çünkü yol açacağı olumsuz etkilere dayanamayacağımızı düşünüyoruz.

Böylece kendimizi korumalı bölgeye aldığımızı düşünüyoruz belki de. Çünkü bakıyoruz ki iç sıkıntımız inkar ettikçe azalıyor.

Bu bizim bir tür savunma taktiğimiz. Bilinçsizce geliştirdiğimiz psikolojik stratejimiz.

Elbette kendimizi tamamen inkarın sanal rahatlığına koy vermek yok. Tam tersine kendimizi biraz daha rahat hissettiğimiz için bu durumdan olumlu anlamda yararlanabiliriz. Çünkü daha net düşünebiliyor ve hatta daha kolay uyum sağlayabiliyoruz.

Yok saydığımız, inkar ettiğimiz her ne varsa tamamen geçmediğinin, gerçeklerin yok olmadığının bilincinde olarak; çareler arayabilir, alacağımız önlemlerle bu olumsuzluktan tamamen kurtulabiliriz.

Kendimizi tanıdıkça, benliğimiz güçlenecek ve bizler yaşantımızı daha kontollü bir şekilde sürdürebileceğiz.   

Ancak ikili ilişkilerde inkar etmenin, o ilişkiyi hızla tıkanma ve tükenme noktasına taşıdığının altını çiziyor konunun uzmanları. Paylaşımın esas olduğu bu gibi hassas durumlarda inkar, çaresizliği ve öfkeyi tetikleyeceğinden uzak durmakta fayda var.

Önemli olan yaşayacağımız her şart ve durumu; rahatlatıcı yollarını devreye sokarak; kendi lehimize çevirmek. Kocaman gülümseten anıları elden geldiğince çokça biriktirmek.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

20.07.2018




25 Eylül 2018 Salı

OLSA…


Çok pratik ve kolay bir yöntem olsa.

Süresi bir dakikayı aşmasa.

Kendimizi motive etmemizi sağlasa.

O anda tüm negatif düşüncelerimizden sıyrılsak, huzura doğru yol alırken hayal ettiğimiz bir şeyi başarsak, beynimizi çalıştırsak.

Güzel olmaz mı sizce de?

Bence çok güzel olurdu.

Peki böyle bir teknik var mı?

Evet var.

İsmi KAİZEN Tekniği.

Hayatta hepimizin hedefleri var. Gelin görün ki çoğumuz, bu hedeflere kararlı ve disiplinli bir biçimde yürürken zorlanıyoruz.

Kısa süre içinde beceremediğimizi düşünüyor, yapmamız gerekenleri erteliyor ve akabinde hedeflerimizi rafa kaldırıyoruz. Her defasında da kendimize olan güvenimiz biraz daha sarsılıyor.

Elbette, iyi niyetle başlıyoruz. İlk başlarda hedeflerimize coşku ve hevesle yaklaşıyoruz. Ama sıkıntılar belirdiğinde aniden duruyor ve düşünmeye başlıyoruz.

İşte en kritik noktadayız aslında.

Yanlış karar verdiğimizi, önümüzdeki yolda çok hızlı ilerlediğimizi veya sonuca istediğimiz hızda ulaşamayacağımızı düşünüp pes etmemiz AN meselesi.
Bunun pek çok nedeni var elbette.

Hedef süremizi çok kısa tutmuş olmamız, kökleşmiş alışkanlıklarımızı kolayca terk edemememiz, boş vermemiz buradaki çarpıcı etkenlerden.

Peki ne yapacağız?

Sadece 1 dakikalık KAİZEN tekniğini deneyebiliriz.

Hem kaybedecek neyimiz var ki?

Kaizen tekniği Japon kültüründen doğmuş.

İYİ YÖNDE DEĞİŞİM demek.

Bu tekniğin fikir babası Masaaki Imai.

Amacı tam benlik. "Herhangi bir yönde ilerleme kaydetmeden günü geçirMEmek".

Yani nefes aldığımız süre boyunca hep bir şeyler yapabiliriz. Elimizdeki o kıymetli hazineyi keyifle kullanırken, kendimize yaptığımız yatırım da cabası.

Süresinin kısalığı ise en cazip yönü bence.

Gelin tekniği adım adım uygulayalım.

Yapılacak olan şey önce bir hedef belirlemek. Sonra kendimize sadece 1 dakika ayırıp bu tekniği uygulamak. Ve her gün aynı şekilde tekrarlamak.

Örneğin kol kaslarımızı çalıştırabiliriz. Karın egzersizi yapabiliriz. Aynanın karşısına geçip kendimizle dertleşebiliriz. Yeni kelimeler üzerinde çalışabiliriz. Minik matematik problemleri çözebiliriz. Eskiden beri çok istediğimiz bir müzik aleti üzerinde çalışabiliriz. Kitap okuma alışkanlığımız yoksa kitap okuyabiliriz. Düşüncelerimizi yazabiliriz. Başucu kitabımızdan en sevdiğimiz cümleleri alıp üzerinde derinlemesine düşünebiliriz. Sevdiğimiz bir melodi eşliğinde gözlerimizi kapatıp dinginliği ruhumuza davet edebiliriz.

Yapılacak o kadar çok şey var ki. Gönlümüzden ne geçiyorsa hepsi emrimize amade.  
Dikkat edeceğimiz tek bir şey var.

Her ne yapıyorsak yapalım keyif almalıyız. Zorlanarak, söylenerek yaparsak hiçbir işe yaramayacak çünkü. Bir de sürekliliğini korumamız şart.

Konunun uzmanları eğer sebatla devam edersek; fark etmeden bu keyifli 1 dakikalık sürenin kendiliğinden artacağını belirtiyor.

Peki bu ne demek?

Artık hayatımızda neşeli, yepyeni bir alışkanlık daha var. Kendimiz için bir şeyler yapmış olmanın, içimizdeki masum çocuğu sevindirmenin keyfi de cabası.

İyi yönde değişimlerimiz çokça olsun dileğimle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

11.07.2018

Kaynaklar: https://onedio.com.





16 Eylül 2018 Pazar

İKİ BAKTERİNİN SAVAŞI



Bağırsaklarımızın ikinci beynimiz olduğunu artık hemen hepimiz biliyoruz. Bağırsak floramızda gezinen bakterileri de.

Sayıca o kadar çoklar ki.

Kilomuzun neredeyse yüzde dördünü oluşturuyorlar.

Bir kısmı sağlımız için didinip duruyor. Bizim en büyük yardımcımız onlar. Can dostumuz.

Diğer kısmı ise maalesef sağlımızı bozuyor. Bize zarar veriyor.

Ve bu bakteriler bizim bedenimizde sürekli bir savaş hali sürdürüyor. Sağlığımızın gidişatı da bu çetin mücadelenin sonucuna göre belirleniyor.

Şimdi gelin milyonlarca bakteri arasından iki tane örnek seçelim. Ve bedenimiz üzerinde yaptıklarına göz gezdirelim.

İlk bakterimiz Bacteroidetes.

Kendisi bir probiyotik. Canla başla bizi hastalıklara karşı koruyor. Bizi öyle seviyor ki fazla kilo almamızı da önlüyor. Çünkü fazla kiloların pek çok hastalığa zemin hazırladığını bizden iyi biliyor.

Kilo sorunu olmayanlarda bolca bulunuyor.

İkinci bakterimiz Firmicutes.

Diğerinin tersine bizim kilo almamızdan, bolca yediğimiz halde bir türlü doymamamızdan sorumlu kendisi. En sevdiği şey de şekeri alıp yağa çevirmek.

Kilosu ile barışık olmayanlarda maalesef bolca mevcut.

Tüm bunlar nasıl mı ortaya çıkmış?

Öncelikle kilo sorunu olanlarla, normal kiloda olanların bağırsak floraları incelenmiş.

Normal kilolu olanların bağırsak floralarında bolca probiyotik, yani yararlı bakteriye rastlanmış.

Kilo sorunu olanlarda ise maalesef şekeri yağa çeviren zararlı bakteri daha fazla çıkmış.

İşte bilimsel araştırmalar buradan hareketle bu iki farklı kategorideki bakteriler baz alınarak yapılmış.

Örneğin; obez farelerin bağırsak florasında bolca bulunan ve kilo almasına neden olan zararlı bakteri miktarı azaltılmış. Yerine yararlı bakteriler konmuş.

Sonuçta obez farelerin yiyeceklerinden kısmadıkları halde hızla kilo kaybettiği görülmüş.

Şimdiki örneğimiz kadınlar üzerinde yapılmış.

Kilo sorunu olan kadınlar 3 ay süreyle bir kampa alınmış. Katılımcılar iki gruba ayrılmış.

Ardından iki aşamalı deneyin ilkine başlanmış. Her iki gruba da özel bir tür beslenme diyeti uygulanmış. Buna ek olarak, gruplardan bir tanesine probiyotik cinsi yararlı bakterilerle dolu besin takviyesi yapılmış.

Sürenin sonuna geldiklerinde iki grup kadın denekten; yararlı bakteri ihtiva eden besinleri alanların; daha hızlı ve sağlıklı kilo verdikleri görülmüş.

Deneyin ikinci aşamasında; kadınlar beslenmelerinde serbest bırakılmış. Sadece yararlı bakteri takviyesi alanlara probiyotik desteği devam etmiş.

Şimdi sıkı durun.

Diyetten çıkan ve probiyotik alan kadınlar diyet uygulamasalar da kilo vermeye devam etmişler.

Peki ya diğer gruptaki kadınlar?

Maalesef verdikleri kilolar hızla geriye dönmüş.

Neden dersiniz?

Çünkü probiyotik cinsi bu yararlı bakteriler; bizi savunmak adına ihtiyaç duyduğu enerjiyi; yediğimiz gıdalardan alıyor. Yani biz gıdalarımızı onlarla paylaşıyoruz. 

Uzmanlar bu oranın neredeyse yüzde yirmi beş kadar olduğunu söylüyor. Hiç de azımsanmayacak bir rakam.

Dolayısıyla bedenimizdeki yararlı bakteri sayısının azalması demek; onların tüketmediği gıdaların da bize fazladan geri dönmesi demek.  

Sonuçlar ortada.

Bedenimizde yararlı bakteriler ne kadar çoksa o kadar sağlıklıyız. İştahımız daha bir dengeli. Bedenimiz aşırı yükler altında ezilmiyor.

Üstelik probiyotikler hayatta kalmak ve güçlü olmak için sağlıklı besinler istiyor ve bunu bize adeta fısıldıyor. Bu sese kulak verip probiyotik aldığımızda, sağlıklı besinleri tercih ettiğimizde delice seviniyorlar. Çünkü biliyorlar ki güçlenecekler, sayıları artacak ve savaşın galibi onlar olacak.

Tam tersi zararlı bakteriler; bizim şekerli, unlu gıdalar yememiz için bağırsaklarımızda adeta eylem yapıyor. İstiyorlar ki biz onları bolca yiyelim. Kendileri çoğalsın. Güçlensin. Savaşın galibi onlar olsun. Ve bize de yağları altın tepside sunsunlar.
Şimdi her şeyin aslında kendi elimizde olduğumuzu biliyoruz.

Sağlıklı beslenme ve yararlı probiyotiklerle bu savaşta yararlı bakterilerimize destek olmamız şart.

Yaşam şeklimizi bu doğrultuda değiştirdiğimizde; bizi seven bakterilerimizle mutlu mesut yaşamak olası. Yaşasın yararlı bakterilerimiz.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.06.2018





10 Eylül 2018 Pazartesi

CODEGA


Sözcükler sihirlidir.

Yerli ya da yabancı olmaları hiç fark etmez. Gün gelir size bir romanın satırları arasından çapkınca göz kırpar.

İşte bu sözcük de öyle. Hepimize yabancı olduğunun farkındayım. Yazımı okuma kibarlığını gösterdiğinizde neden kullandığımı anlayacak ve eminim beni bağışlayacaksınız.

Bu bir İtalyan terimi.

Orta Çağ’da özellikle Venedik’te yaşayanlar tarafından kullanılmış.

Elizabeth Gilbert imzalı ‘Ye Dua Et Sev’ romanını ikinci defa okumaya başladığımda dikkatimi çekti. Nedense bundan seneler önce; romanı ilk kez okurken; anlamı üzerinde düşünmeden geçip gitmişim.

Yazıma konuk olan bu sözcüğün manası oldukça ilginç.

Codega; erkekler için kullanılan mesleki bir unvan aslında.

Dünyanın bu ünlü kanallar şehrinin daracık, labirent misali sokaklarında; gece karanlığında rahatça gezinmek, bir yerden bir yere güvenle gitmek amacıyla oluşturulmuş.

Şöyle ki; sizin tarafınızdan kiralanan bir codega, gece elinde fenerle önünüzden yürüyor. Size yol gösteriyor. Efsunlu şehrin karanlık sokaklarında kaybolmadan ilerlemenizi sağlıyor.

Şimdi her birimiz; hayatımızın her evresinde fener misali bize ışık tutan kendi codegalarımızı düşünelim isterim.

Aldığımız yaşla orantılı olarak o kadar çok ki sayıları.

Her biri yeri ve zamanı geldiğinde, bize kendi içsel sevgi fenerlerini doğrulttular. Yaşamın zorlu kıyılarında bizi hep korudular.

Anne babamız örneğin, bizim ilk codegamızdı onlar. Ya da diğer aile büyüklerimiz. 
Sonraki yıllarda öğretmenlerimiz onların yerini almaya başladı.

Peki ya sonra?

İlerleyen yaşımız ve değişen, gelişen düşünce yapımızla codegalar da şekil değiştirdi bence.

Kimimiz kendi içsel sesini dinledi, kimimiz mantığını. Bunlara ilaveler yaptık elbette. Hayat görüşümüze uyan KALP UCU arkadaşlarımız, okuduğumuz başucu kitapları, bazen bizi çok etkileyen bir film, bir tiyatro oyunu belki de.

Ama türü ne olursa olsun yaşam koşusundaki fenerlerimiz hep oldu. Bundan sonra da olacak. Önemli olan o ışığın aydınlattığı yolda adımlarımızı cesurca atmak.

Evet tökezleyebiliriz.

Hatta düşebiliriz.

Her şey bizim için.

Ama durduğumuz o noktadan kalkıp, yeniden umutla hayatımıza devam etmek sadece bizim elimizde.

Ne diyelim, codegaların aydınlattığı yollar, sevgi ve aşkın tılsımında hiç sönmesin.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.07.2018


3 Eylül 2018 Pazartesi

SIRA DIŞI BİR AŞKIN ÖYKÜSÜ



Kökeni ortaçağa kadar uzanan; ancak adını en çok Fransız Devrimi sırasındaki sık kullanımı ile duyuran; bir idam aleti giyotin.

İroni bu ya daha insancıl bir infaz yöntemi hedefi ile geliştirilmiş.

Gerçekte idama karşı olduğunu savunan; Joseph Ignace Guillotin isimli Fransız bir doktor tarafından bulunmuş.

Sonraki yıllarda kendi adını taşıyan böylesi bir aletle anılmasından rahatsızlık duyduğu için de soy ismini değiştirmiş kendisi.

O dönemlerde oldukça önemli bir toplumsal olay olarak karşılanan giyotinle idamlar, Fransa’daki Concorde (o zamanlardaki ismiyle Devrim) meydanında tiyatro gibi sergilenirmiş. İnfazı gerçekleştirenler ise ülkede herkes tarafından tanınan ünlü kişilermiş.

İşte yazıma ilham olan sıra dışı aşkın öyküsü; acımasızlığın kol gezdiği, vahşetin alkışlandığı bir tarihte ve bu yerde hayat bulmuş.

Gelin 1793 yılına, Fransa Concorde Meydanı’na gidelim ve kahramanlarımızla tanışalım.

Öykümüzün kadın kahramanı mahkemenin idama mahkum ettiği Charlotte Corday.

Peki erkek kahramanı kim dersiniz?

Giyotinle infaz sırasında; tam O ANDA; aşık olacağını bilemediği kadın için önceden ölüm kararını imzalayan Adam Lux.

‘Hayat bu kadar mı çelişkilerle dolu olur?’ dedirtiyor insana değil mi?

Gerçekten de yaşamın bize ne zaman, nasıl bir sürpriz yapacağını kestirmek mümkün değil. Tıpkı aşkı hayatının son saniyesinde yakalayan ve yakaladığını sanıp kaçıran kahramanlarımız gibi.

Henüz 24 yaşında olan Charlotte Corday, ülkedeki iç savaşın tek sorumlusu olarak gördüğü Jean Paul Marat'ı bıçakla öldürür. Bu nedenle 17 Temmuz günü yargılanarak ölüm cezasına çarptırılır.

Fransız halkı için yine heyecanlı günlerden biridir. Üstelik bu kez karşılarındaki kısa kestane rengi saçları ile genç ve güzel bir kadındır.

Meydandaki kalabalığın arasından bir kağnı ile giyotinin bulunduğu idam sehpasına doğru ilerlemektedir.

Binlerce kişi heyecanla bu kırmızı giysili, elleri bağlı kadının son anına şahit olmayı bekler. Bu arada hakaret dolu sözler sarf etmeyi de unutmaz.

Tamamen bir tesadüf eseri o meydandan geçen Adam Lux, bir anda kendisini kalabalığın ortasında bulur. Hayatın kendisine hazırlayacağı acı sürprizden habersiz idamı izlemeye koyulur.

Genç kadının solgun ve üzgün yüzüne baktıkça bakar. Giderek hayranlığının arttığını hisseder.

Bu arada Charlotte arabadan indirilir. Diz üstü çöktürülür. Sonra giyotin başına doğru hızla iner.

İşte Adam Lux anlar ki duyduğu bu hayranlık aslında mucizevi bir aşktır.
Ondan sonraki günlerde sanki hiç yaşamaz. Zaman zaman aklına intihar fikri gelse de; o ölüm şeklini çoktan belirlemiştir. Bu amaçla hedefine kilitlenir. Aşık olduğu ama ölmesine sebep olduğu kadın gibi ölecektir.

Aşkına duyduğu özlemle Charlotte hakkında övgü dolu yazılar yazması onu hedefine çabucak yaklaştırır.

Tutuklanır.

Yargılanır.

Giyotinle idam edilir. Ve SON ANINDA aşkına aynı yolla ulaşmanın keyfiyle gülümser…

Sıra dışı aşk öykümüz böylesi acı bir sonla bitiyor.

Ancak hayat böyle bir şey işte.  

Her ANI sürprizlerle dolu.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

21.05.2018




Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...