26 Ocak 2022 Çarşamba

KENDİMİZLE SATRANÇ OYUNU

Hangimiz oynamıyor ki?

Karşımıza kendimizi oturtuyor sonra da başlıyoruz satranç taşlarını karelerde gezdirmeye.

Aslında tüm taşlar bizim.

Hem siyah hem de beyazlar.

Siyah taş elimizdeyken biraz kızgın mı bakıyor gözlerimiz yoksa karşımızdaki benliğimize?

Biraz acı çeksin, hatta üzülsün mü istiyoruz beyaz taşı aceleyle kırarken?

Belki de acıdan beslensin diyor bir yanımız?

Ya beyaz taş elimizdeyken yaptığımıza ne demeli?

Pembe gözlüklerle bakarken dünyaya, olan biteni görmezden mi geliyoruz yoksa?

Sonra da duyarsızlıktan mı korkuyoruz?

Kim bilir belki de hepsinden bir parça var içimizde.

İnsanız sonuçta.

Duygularımızla harmanlanmış dünyamızda ayakta kalmanın peşindeyiz hepimiz.

Beyaz taşlar elimizdeyken tebessüm edecek nedenlerimiz çoğalıyor; şükürlerimizle beraber.

Yaşamın eksik yanlarını ve hataları daha olgun karşılıyoruz. Siyah taşı kırarken bile zarafetimiz belli oluyor.

Keşke bu hallerimiz daha uzun soluklu olsa.

Ama nerede?

Gün geliyor yıkıcı duygular, düşüncelerimize yansıyor; o da davranışlarımıza. Sonra da kendimize ve çevremize zarar veriyoruz. Geri dönüp baktığımızda neden yaptığımızı çoğu zaman biz bile anlamlandıramıyoruz.

Aceleciliğimiz, alıngan yanımız, endişeli bakışlarımız, kontrol etme dürtümüz ayaklanıyor aniden. Siyah taşın gücünü kullanmak için yanıp tutuşuyoruz.

Peki nerede yanlış yapıyoruz ve neyi hala anlayamadık dersiniz?

Bunun yanıtı için taşları elimizden bırakmadan, gelin ünlü bilim insanı Albert Einstein’a kulak verelim.

‘’Hala anlayamadınız değil mi? Önemli olan haklı ya da haksız olmak değil. Kavganın kazananı yoktur. Ya kaybedersiniz ya da daha çok kaybedersiniz. Önemli olan kalp kırmamak. Önemli olan yargılamadan, karşılıksız sevebilmek, ve iyilik yapabilmek. Haklı bile olunsa özür dileyecek kadar asil olmak, bilge olmaktır. Egonuzu kontrol edemediğiniz sürece o sizi kontrol etmeye devam edecek. Böyle olduğu sürece tüm dünya sizin bile olsa asla mutlu olamazsınız.’’

Ne kadar güzel özetlemiş aslında hayata karşı duruş şeklini.

Önemli olan daha çok siyah taş ya da beyaz taşı kırmak değil.

Önemli olan şah mat yapmak hiç değil.

Çünkü kazanan da kaybeden de biziz sonuçta.

Ben değil biziz.

O halde gücün tamamen bizde olduğuna inanarak yola devam ediyoruz.

Çünkü her iki renk taşla da istediğimiz gibi oynama şansımız var. Üstelik zemin sağlam; yılların alışkanlığı var nede olsa. Yeter ki seviyeli olmayı unutmayalım.

Elimize aldığımız her yeni kitap beynimizin farklı kıvrımlarını çalıştırıyor; bizleri farklı şekillerde düşünmeye yöneltiyor. Yaşamın bambaşka bir halini görüyoruz adeta.

İşte bana bu satırları yazdıran Avusturyalı yazar Stefan Zweig'ın son eseri ‘Satranç’ da da tam bu oldu. Biri var olmak, diğeri ise yok olmamak için satranca sarılmış olan iki rakibin çekişmesini okurken düşünmek keyifliydi.

‘’Senede hiçbir şey yapamayacağınız sadece iki gün var; DÜN ve YARIN. BUGÜN; sevmek, inanmak, yapmak ve hepsinden önemlisi yaşamak için doğru gün.’’ diyor; barışçıl girişimleri nedeniyle Nobel Barış Ödüllü Dalai Lama.

O halde gün BUGÜN.

Elimizde hangi renk taş olduğuna bakmaksınız zarafetle oynamanın tam zamanı.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

10.09.2021

Kaynak: Satranç – Stefan Zweig.


13 Ocak 2022 Perşembe

KALBE DOKUNAN BİR ÖYKÜ (2/2)

Bu gerçek yaşam öyküsünün geçtiği yıllarda herkes fiziki anlamda güzel olmasa da aşkı yaşayıp yaşatabilen bir adamla, o aşka karşılık veren dünyalar güzeli kızın yaşamına gıpta etmiştir mutlaka.

Sizler gibi ben de sadece masallarda olacak kadar özel olan bu aşk hikayesine bayıldım.

Son derece zeki bir adam olan büyükbaba Moses’in aklına ve cesaretine hayran olurken, eşinin ruhundaki gerçek güzelliği fark eden o kızı gülümseyerek alkışladım.

Şimdi gelelim ilk bölümün sonunda sorduğum soruya.

Yanıtı ne yazık ki hayır.                                                           

Özel hayatı sırlarla dolu olan ve yayımlanmayı bekleyen yüzlerce esere sahip ünlü bestecinin aşk hayatı çalkantılar içinde geçer.

Mendelssohn diğer bestecilerden farklı olarak refahın yüksek olduğu bir ailede oldukça rahat bir yaşam sürer.

Gelin görün ki imrenilecek bu hayata karşın 38 yaşında yaşamına veda edecek kadar mutsuzdur.

Geride henüz duyulmayan besteleri ile beraber yaşamı hakkında da pek çok sır bırakır.

Çocukluk ve gençlik yıllarındaki mutluluğunun kalıcı olmadığı, özellikle son yıllarında aşk acısı nedeniyle intihar ettiği iddiasının hala gücünü koruduğunu gösteriyor bazı kaynaklar.

Zorlukların yıldıramadığı, fiziki görünümünü zekası ve aklı sayesinde yenen büyükbabanın aşk dolu mutlu yaşamının torununda devam edemediği ortada.

Peki neden?

Gelin bu sır perdesini beraberce aralamaya çalışalım.

Mendelssohn’un hayatı; dışarıdan bakıldığında eşi ve çocukları ile mutlu  görünse de; ‘İsveç Bülbülü’ lakaplı  opera sanatçısı Jenny Lind ile karşılaştığında tam bir kaosa döner.

Sopranoya duyduğu aşkın karşılığı olsa da, şartlar bir araya gelmelerini neredeyse imkansız kılar.

Son çare olarak ölümünden hemen önce aşık olduğu kadına bir mektup yazar.

Konuyla yakından ilgili kaynakların açıklamasına göre; Mendelssohn mektubunda bir yandan aşkın gücünü anlatırken öte yandan her şeyi arkalarında bırakıp birlikte Amerika’ya gitmeyi teklif ettiği; kabul etmezse de intihar edeceği notları yer alır. Soprano Lind’in ise aşık olsa da besteciye ve ailesine duyduğu saygı nedeniyle kabul etmediği belirtilir.

İşin gerçeği ise Mendelssohn bu mektuptan birkaç ay sonra yaşamına veda etmesi.

Tüm bunları Jenny Lind’in daha sonra eşi olan besteci Otto Goldschmidt’ten öğreniyoruz.

Piyano konçertoları ile tanınan besteci, şef ve piyanist Otto Goldschmidt, evlendikten sonra yeminli bir mektup yazar.

Gizemli mektubu 1896 yılında Mendelssohn Burs Vakfı’na teslim eder.

Tam bir yüz yıl boyunca açılmamasını talep eder.

Çok sevdiği eşini ve Mendelssohn’un itibarını zedeleyeceği endişesiyle söz konusu mektubu imha ederken, tüm gerçekleri yeminli bir beyanla bu mektupta yazdığını belirtir.

Aradan yüz yıl geçer.

Tarih sayfaları 1996 yılını gösterip mektubun açılma zamanı geldiğinde ne mi olur dersiniz?

Baskılara rağmen gizemli mektup açılmaz.

Bugün hala kapalı olarak Londra Kraliyet Müzik Akademisi tarafından koruma altında tutulmakta.

Nedeni ise kimse tarafından bilinmiyor.

Gün gelip mektup açılır mı bilinmez, ama sevgi ve aşkın insana neler yaptırdığı farklı bakış açıları ile düşünmeye değer.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

01.12.2021

Kaynaklar:  https://delphipages.live; https://www.pressturk.com; http://sosyolojisi.com; http://www.radikal.com.tr.

 

 

KALBE DOKUNAN BİR ÖYKÜ (1/2)

Alman barok müzik bestecisi Johann Sebastian Bach’ı yeniden yaşama döndüren kişi olarak tanınan; dahi çocuk unvanlı Alman müzisyen, besteci Jacob Ludwig Felix Mendelssohn’u hepimiz tanıyoruz.

Bu ünlü bestecinin büyükbabasıyla büyükannesinin evlilik öyküsünü bilenlerimiz ise pek az diye düşünüyorum.

Hadi gelin 18. yüzyıla Almanya taraflarına gidip yaşamlarına tanıklık edelim.

Yoksul bir yazmanın oğlu olarak dünyaya gelen büyükbaba Moses Mendelssohn, Alman Yahudi filozofu ve eleştirmeni aynı zamanda.

Bir edebiyat yarışmasında Prusya Sanat Akademisi ödülünü kazanmış, gerek düşünceleri gerekse eserleri ile adından söz ettirmiş bir yazar.

Ailesinin yoksulluğu, geçirdiği hastalıkların bedeninde bıraktığı kalıcı hasarların yanında, düzenli eğitim şansı olmadığı halde; olağanüstü düşünme yeteneği, zekası ve çalışkanlığı sayesinde başarmış tüm bunları. 

Bu kadar değerli özelliği yanında önemsiz olsa da fiziksel görünümü pek dikkat çekici değilmiş. Kısa boyu ve sırtındaki garip kamburu nedeniyle özellikle kadınları ürkütürmüş.

Günlerden bir gün Hamburg da yaşayan bir işadamını ziyareti sırasında hayatının aşkına rastlar.

Karşılık göremeyeceğini bildiği halde bu iş adamının Frumtje ismindeki güzel kızına aşık olur.

Güzel genç kız ise onun görüntüsünden adeta ürker. Yanına bile yaklaşmaktan çekinir.

Her şeyin farkında olan Moses, evdeki ziyaretinin sonuna yaklaştığında kapıdan çıkmadan önce kızla bir kez olsun konuşmak ister. Kızın odasının bulunduğu üst kata çıkar. Tüm cesaretiyle kapısını tıklatır. Aldığı davetle içeriye girdiğinde gördüğü olağanüstü güzellik karşısında heyecanlansa da cesaretini toplar ve konuşmaya başlar.

Bu sırada kızın kendisine hiç bakmadığını, hatta başını yerden kaldırmadığını fark eder.

Bu duruma çok üzülmüş olsa da konuşmasını tamamlar. Son olarak evliliğin kutsallığına inanıp inanmadığını sorar, tüm nezaketiyle.

Aldığı ‘evet’ yanıtına gülümserken, birdenbire kendisi de aynı soruyla karşılaşır. 

Hiç düşünmeden ‘elbette’ yanıtını verir ve sözlerine devam eder.

Geçmiş bir inanışa göre; erkek çocukların dünyaya gelmeden önce hayatlarını birleştireceği eşlerin Tanrı tarafından seçildiğini söyler.

Tıpkı inanıştaki gibi kendisi doğarken de evleneceği kızın belirlendiğini ve eşinin kambur olacağının kulağına fısıldandığını anlatır. Ardından da Tanrı’dan özel bir istekte bulunduğunu; eşine vereceği kamburluğu kendisinin severek taşıyabileceğini belirttiğini ekler sözlerine. Eşinin güzel bir kadın olmasını dilediğini de.

Çünkü Moses’e göre fiziksel şekil bozukluğu kadınlar için çok daha fazla yaralayıcıdır.

Bu sözlerden hayli etkilenen genç kız, ilk defa başını yerden kaldırıp Moses’in gözlerinin içine bakar.

Elini uzatıp tutar ve içtenlikle eşi olabileceğini söyler.

Böylece öykümüzün kahramanı cesur Moses ile dünyalar güzeli eşi Frumtjet evlenip mutlu bir yaşama adım atarlar.


Ve sevgi dolu, aşk dolu bu özel ailenin yıllar süren mutluluğu çocuklar ve torunlarla taçlanır.

İşte onlardan bir tanesi de dünyanın hayranlık duyduğu ünlü besteci Mendelssohn olur.

Peki melodilerle adeta dans eden besteci kendi yaşamında büyükbabası kadar şanslı ve mutlu mudur dersiniz? (yanıtı ve devamı2/2’ de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

01.12.2021

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...