23 Şubat 2021 Salı

BİR DEYİMİN ARDINDAKİ ACI


Yıl XVII. yüzyılın başları.

Yer Hindistan.

Hint Okyanusundaki o büyük yarımadadayız.

Dünyanın gizemli, renkli, baharat kokulu ülkesi karşımızda.

Konumu, iklimi ve sahip olduğu zenginlikleri ile dünya ülkelerinin ilgisini çeker yıllarca. Sömürgeleştirilmeye çalışılır.

Yabancı güçler tarafından tam 200 defa işgal edilen Hindistan; son işgalcisi İngilizlerden sonra bağımsızlığını zorla kazanır.

Özellikle Fransa, İngiltere ve Rusya gibi önemli güçler; burada söz sahibi olmanın her anlamda önemli olduğunu bildikleri için hep acımasız davranır.

Yıllar içinde ülkeler değişir ama bu güzel ülkenin esareti bitmez.

Gelin görün ki İngiltere, diğer sömürge imparatorluklarına göre bölgedeki kalıcılığını uzun yıllar korur.

Bunun için, önce kurduğu ticari şirketlerle Hindistan’da güç ve güven kazanmanın yollarını aralar. Ardından ülkenin zengin hammadde kaynaklarını işler. Derken XIX. yüzyılda İngiliz siyasetinde öncelikli bir yer edinir. 1858 yılında ise bir İngiliz kolonisi haline gelir. Ta ki 1947 yılında özgürlüğüne kavuşana değin.

Tarihin tozlu sayfalarını karıştırırken paylaştığım bu kısacık notlardan sonra; sıra geldi hepimizin aşina olduğu bir deyimi yeniden hatırlamaya ve ardındaki acıyı öğrenmeye.

“Bulunmaz Hint Kumaşı”

Hepimiz biliyoruz bu deyimi. Defalarca da kullandık öyle ya da böyle.

Ama hiçbirimiz ardındaki acıyı göremedik. İşte şimdi öğrenme zamanı.

İngilizler Hindistan’da varlık göstermek amacıyla, ülkenin önemli şehirlerinde ticaret merkezleri kurar. Ve başarıyı yakalamak adına her yolu dener.

Ülkenin demirini, kömürünü ve diğer değerli madenlerini işler. Bir yandan da bereketli topraklardaki çay ve pamuk üretimine el atar.

Ucuz Hint gücüyle üretilip toplanan pamuklar gemilerle İngiltere’ye götürülür. Orada önce iplik haline getirilir. Ardından kumaş olarak dokunur.

Hint pamuğundan dokunan İngiliz kumaşları Hindistan’a geri getirilir.  Kumaş pazarında söz sahibi olmak için daha ucuza pazara sürülür. Ama, piyasada çok tutulan ünlü Hint kumaşlarını alt etmektir.

Ne var ki İngiliz kumaşları Hintlilerin ilgisini çekmez. Daha pahalı olsa da; Hintliler, usta çıkrıkçılar tarafından itinayla elde dokunan kendi kumaşlarını alıp kullanmayı hiç bırakmaz.

Bir türlü ithal kumaş kullanımını yaygınlaştıramayan ve pazardaki yenilgiyi hazmedemeyen İngilizler; Hint kumaşının pazar payını azaltmak hatta yok etmek için bir plan yapar. Ama bu plan hiç de masum değildir.

El tezgahlarında maharetle çalışarak kumaş dokuyan Hintli ustaların ve yardımcılarının özellikle baş parmaklarını keserler.  Çıkrığın başında kumaşı dokurken düğüm atmalarına, tezgahı kullanmalarına mani olmak adına. Ne yazık ki aralarında elleri ve kolları kesilenler de olur.

Şimdi sıkı durun. Bunların sayısı nedir derseniz; maalesef acımasızlığın boyutları insanlığımızı sorgulatır cinsten.

Çünkü neredeyse yüz bin kadar usta çıkrıkçının bu acımasızlığın kurbanı olduğunu gösteriyor tarih sayları.

Bir süre sonra ünlü Hint kumaşını dokuyacak usta kalmaz. Dolayısıyla Hint kumaşı bulunmaz olur.

Pazar mı?

Tamamen İngilizler’e kalır.

İşte kumaş pazarındaki bu acımasız olayın sonunda hepimizin bildiği bu deyim ortaya çıkar.

“Bulunmaz Hint Kumaşı.”

Özellikle keten ile hakiki ipek ipliği kullanılarak el tezgahlarında sevgi ve emekle üretilir Hint kumaşları. Üretimi hayli zor olan bu ünlü kumaşlar günümüzde de çok ender olarak bulunabiliyor.

Karşımıza “nadir bulunan, paha biçilemez, kıymetli” şeyler çıktığında bu deyimi kullanmamız işte bu yüzden.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

13.01.2021

Kaynaklar: https://dergipark.org.tr;  https://evrenatlasi.com;  https://www.dunyabulteni.net.

 

 

 

 

15 Şubat 2021 Pazartesi

BOŞ SANDAL

Bugün kıssadan hisse alma zamanı. Minicik bir öykü de olsa çıkaracağımız ders öyle güzel ki yazmadan, paylaşmadan geçemedim.

Günlerden bir gün bir Budist rahip tek başına kalmak, iç sesine kulak verip meditasyon yapmak ister.

Bunun için bir sandal kiralar.

Masmavi gölde bir kuğu misali süzülen sandalla en tenha yeri bulur. Ortam tam da istediği gibidir. Sessizliği bozmamak için kürekleri yavaşça bırakır.

Huzur içinde gözlerini kapatır.

Herkesten uzakta, gölün ortasındaki sessizlikte kendi iç sesi ne diyor beklemeye başlar.

Ne kadar zamandır orada olduğunu dert etmeden, tüm duygu ve düşüncelerinden uzaklaştığını hisseder. Rahatladığını, sessizliğin orta yerinde kalp sesine eşlik eden huzuru gerçekten bulduğuna inanır.

Fakat  o da nesi?

Birden bire kendisine çarpan bir sandalla sallanır.

İşte o anda yakaladığını sandığı o büyülü atmosfer bozulur.

İçinden yükselen kızgınlık ve öfkeyle gözlerini aralar; kendisine çarpan sandaldaki kendini bilmeze haddini bildirmesi gerektiği aklına gelen ilk düşünce olur.

Peki ne görür dersiniz?

Sadece boş bir sandal.

Belli ki sahilde bağlı olduğu yerden kurtulup, gölün ortalarına kadar kendiliğinden gelmiştir.

Dakikalar önce kazandığını sandığı sükunetinin yerinde yeller esen rahip, bir anda içini kaplayan olumsuz duygu ve düşüncelerinden dolayı utanır.


Yok ettiğini sandığı öfke, kin, kızgınlık gibi duygularının pusuda beklediğini; bir dış etkenin gelip dokunmasıyla anında gün yüzüne çıkabileceğini anlar.

O güzel tecrübeden sonra da ne zaman negatif duygularıyla yüzleşse BOŞ SANDALı hatırlar.

Öfkenin, kızgınlığın kendi içimizde olduğunu; bu duygularla baş etmeye çalışırken boş yere başkalarını suçlamamamız gerektiğini düşünür.

Gerçekten de her şey sadece kendi içimizde.

Karşımızdakiler sadece bizim aynamız.

Tebessümle ve sakinlikle yaklaştığımızda zarafet; öfke ve kızgınlıkla baktığımızda ise kalbimizi incitecek şeyler duymamız, yaşamamız an meselesi.

Budist rahip ve Vietnamlı mülteci Thich Nhat HANH; pek çok kitabında iç huzuru yakalamanın yollarını anlatıyor.

İşte bu öykü de onlardan bir tanesi.


Thích Nhất Hạnh, rahipliğinin yanında bir öğretmen, yazar, şair ve barış aktivisti olarak Güney Fransa'da bir manastırda yaşamını sürdürüyor. Dünya çapında konferanslar veriyor.

Onun deyimiyle her şeyi değiştirebiliriz.

Mutsuzluk kaynağı olan anlık öfkemizi bile.

Böylece boşa harcadığımız enerji bize daha faydalı olacak kanallarda yerini kolayca bulabiliyor.

Son sözü yine kendisine bırakalım.

‘’En iyi savaşçı, asla öfke duymayandır.’’

Ne dersiniz?

Bundan böyle anlık öfkemize yenik düşmeden önce ‘boş sandal’ı hatırlamak işimize yarar mı?

Gün gelip asla öfke duymayanlardan birisi olabilir miyiz?

Yanıtı hepimizin kalbinde saklı biliyorum.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

03.12.2020

Kaynaklar: https://www.sozkimin.com; http://www.pudra.com

 

 

 

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...