16 Şubat 2013 Cumartesi

AŞKIN lezzetinden SEVGİNİN sıcaklığına HAYATA ( 1/2 )

Dünyanın en yaşanılası duygusu olan AŞK, bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgi olarak tanımlanıyor. Sevgi kuramının kurucusu Amerikalı ünlü Psikanalist ve Sosyolog Erich Fromm, SEVGİYİ, kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı bir enerji olarak tanımlarken, aşkı ve sevmeyi sanata benzetmiş. Üstelik aşkın sadece duygudan ibaret olmadığını, aynı zamanda davranış ve eylemlerle de belli olabileceğini vurgulamış. Bilinçli bir bağlılık olduğunu  dile getirmiş.

Düşünsenize aşk gerçekten de bir SANAT. Hayatın o gizemli yokuşlarını tırmanırken bizi bir anda gökkuşağı ile buluşturan; içinde her rengi barındıran ve albenisi ile insanın aklını başından alan bir deli ruh hali adeta.

Kısacası AŞK başlı başına GİZEM dolu bir ruh yolculuğu.

Çalkantılı, inişli, çıkışlı, yakıcı, yeri gelip insanı serseme çeviren bir yolculuk…

 ‘’ AŞK, uçurumdan düşmek gibi bir şey, işte bu yüzden sevgiliye ‘YAR’ denir. ‘’ diyor 
Mevlana. İşte bu denli tehlikeli bir yolculuk aslında ama herkes tatmak, yaşamak için can atıyor, sonunda üzülmek olsa bile aşk adına yaşayacaklarını özlem ve merakla bekliyor, öyle değil mi?

Kim yeterince tanımlayabilmiş ki aşkı ?

Bakın Elif Şafak aşk için ne demiş?  ‘’Gizemli, sıra dışı, neredeyse tılsımlı, ama aynı zamanda doğa üstü, akıl dışı, hatta ürpertici.’’ Gerçekten de bir tür deli ruh hali belki de.

‘’Pekiyi aşk kalpte mi beyinde mi yaşanır?’’ diye sorsak kendimize, cevabımız ne olurdu acaba, hiç düşündünüz mü?

Hepimizin bildiğinin tersine vücuttaki yansıması kalpte olduğu halde; AŞK beyinde başlıyor, beyinde gelişiyor ve beyinde bitiyor aslında; uzmanlar böyle söylüyorlar.

Ancak  kalbin elektrik akımının (EKG), beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha kuvvetli olduğunu belirten uzmanlar;  yine kalbin manyetik alanının ise beyninkinden beş bin kez daha kuvvetli olduğu konusunda hemfikirler.

Bu ne demek? Yani biz kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla enerji yayıyoruz.  Bu da kalpten inanarak istenen dileklerin daha çabuk olmasının yolunu açan en güzel gösterge. Yani kurduğumuz hayaller için, beynimizle yaydığımız dalgaları kalbimizle inanarak da desteklediğimizde; o hayalleri kucaklamamız AN meselesi. Tam tersine hayal kurarken kalbimizde o istekle ilgili tereddütler ve korkular taşıyorsak, olmama ihtimalini artırıyoruz fark etmeden. Yani,  hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde gerçekleşeceğine inandığımız şeyler  gerçekleşecek, diğerleri sadece hayal olarak kalacak.

Gerçekten de inançlarımızı duygularımızla desteklediğimiz zaman, yaydığımız enerji çok daha büyük. Bu enerji bir şekilde evrene yayılıyor ve Rezonans Kanunu esasına göre, evrendeki aynı titreşimdeki enerjileri arıyor. Benzerini bulunca kendine çekiyor. 
Yani gerçekten inandığımız her şey gerçekleşiyor. Özellikle kalbimiz huzurlu ve mutlu duygularla doluyken, isteklerimizi kucaklamamız çok daha kolay. Ancak  üzgün ya da depresif durumlarda istediğimiz şeyin gerçekleşmesi,  kalbimizden yaydığımız hüzünlü duyguların altında eziliyor. Bu nedenle bir şey dilerken bazı noktalara dikkat edilmesi gerekiyor. Uzmanlar bunları şöyle sıralıyor;

*Ne dilersek dileyelim, bunu mantık seviyesinden kalp seviyesine taşımalıyız.

*İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.

*Ve olacağına kesinlikle tüm kalbimizle inanmalıyız.

Yapılan bilimsel araştırmalar aşkın, beynin kimyasını değiştirdiğini; kan, omurilik ve beyin sıvılarında obsesif hastalıklara benzer değişikliklerin olduğunu ortaya çıkarmış.  Yani aşk adeta uyuşturucu etkisi yapıyor insanda.

Bu doğrultuda bir grup kadınlı erkekli denek teste tabi tutulmuş. Önce sevdikleri kişilerin;  ardından da arkadaşlarının fotoğrafları gösterilerek, kan akışları izlenmiş. Araştırma sonucunda aşkın, kişilerdeki muhakeme yeteneğini yitirmesine sebep olduğu ortaya çıkmış. Hani zaman zaman söylediğimiz ‘‘Aşkın gözü kördür’’ sözü de buradan geliyor sanırım.

Bir de aşkın türleri var elbet söz etmeden geçmek olmaz… Örneğin yıllar sonra geriye dönüp baktığınızda hatırladığınız o İLK AŞK vardır hani; daha masum, belki daha mesafeli ama bir zamanlar tutkusu ile buram buram iç yakan. Ve YILDIRIM AŞKI; duyguların şimşek olup gözlerden çaktığı, sağanak yağmur olup birden bire kalplere yağdığı o hız ekseni. Ya da PLATONİK AŞK; siz onun için dünyaları yakacakken onun bundan habersiz olma hali, erişememenin verdiği o yakıcı deli his. Ve elbette YASAK AŞK; her ne kadar kabul görmese de yaşanan bir gerçek, tutkuların mantığa söz geçirmediği anlar silsilesi belki de; bile bile rüzgara kaptırıp kendini koşmak, sonunu bilemeden hem de delicesine… ama hepsinden öte GERÇEK AŞK var ki; onu yaşayanlar bence dünyanın en şanslı kişileri, karşılıklı, tutkulu, ama saygı dolu, sonu sevgiyle devam eden ömürlük aşk bence en güzeli.

Tıpkı Sunay Akın’ın dediği gibi;

‘’Tenine dokunabilmek mi? Haşa!
  Gözüm göz menziline girsin yeter.
  Hadi düş düşlerime tutmayana ‘AŞK’ olsun!!! ‘’

Yunan Mitolojisinde AŞKın yolu ise nergis çiçekleriyle süslenirken, aslında bir kişilik bozukluğu olan narsizm ile tanıştırır bizleri;  nasıl mı? Gelin beraberce bu mitolojik öyküye kulak verelim…

‘’Çok güzel bir peri kızı olan Ekho, kendine aşık olanların aşkını hep karşılıksız bırakırken; günlerden bir gün bir avcıyla karşılaşır. İsmi Narkissos olan bu yakışıklı avcıya ilk görüşte aşık olur. Ancak bu kez kendisi aşkına karşılık bulamaz. Bu durumu kabullenemeyen Ekho, yaşadığı kara sevdayla günden güne içine kapanır ve yemeden içmeden kesilir. Rivayet bu ya, öldüğünde kemikleri kayaya, sesi ise bu kayalardaki yankılara yani ‘eko’ya dönüşür. Ancak bu durum Olimpus dağındaki Tanrıları kızdırır ve Narkissos’u cezalandırmak isterler. Cezası bir hayli ilginçtir aslında. Bir av dönüşü susayan avcımız su içmek için eğildiğinde, suda yansıyan görüntüsüne aşık olur. Yemeden içmeden kesilerek ve suda kendisini seyrederek ömrünü tüketir. Ve rivayete göre kış gibi soğuk vücudu, kışın gözdesi sarı beyaz nergis çiçeklerine dönüşür.’’

İşte kendilerinden başka kimseyi düşünmeyen, ilgi odağı olmayı seven ve bunu göremediklerinde içten içe eriyen kişilere de bu yüzden avcı Narkissos’dan esinlenerek ‘narsist’ denmiş. Ancak uzmanların söylediği ve unutulmaması gerekli en önemli nokta narsistlerin gerçek aşkı yaşayamadıkları üzerine. Bu nedenle siz siz olun;  ilk bakışta çok çekici gelen, sempatik ve karizmatik gibi görünen narsistlerden uzak durun derim ben. Çünkü aşkı yaşayayım derken, sonrasında kin ve intikam gibi olumsuz davranışlarla boğuşmak zorunda  kalabilirsiniz. ( devamı 2/2 de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

07.02.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...