
Ahenkle
dans edelim mi?
Bazen
sabah doğan güneşle beraber gökyüzünü kuşatan o eşsiz renkleri ile yapıyor
bunu. Bazen tüm dünyası şakımak olan minicik bir kuşla. Bazen masmavi denizde
aniden ortaya çıkıveren yunuslarla.
Bazen de sizi kocaman tebessümlerle kucaklayan, o en sevdiğinizle.
Peki
bizler bu güzel davete icabet ediyor muyuz dersiniz?
Maalesef
hayır. Üstelik görmezden geliyoruz her defasında.
Dansı
bilmediğimiz için mi? Eğer bilmiyorsak, en azından öğrenebiliriz. Kendimizi
yaşamın albenili kollarına bırakalım ve isteyelim yeter ki.
Aramızda
bu ahengi yakalayıp dans eden çok güzel kalpler var. Ve ben onların önünde
saygıyla eğiliyorum.
Çünkü
onlar gördükleri, baktıkları, duydukları ve hissettikleri her şeye hak ettiği
kıymeti veriyorlar. Üstelik zarafetle taçlandırılmış bir gülümseme eşliğindeki
dansları ile bunu hepimize hissettiriyorlar.
Her
anın, her dakikanın, her günün keyfine varıyorlar. Ufak tefek sorunların o
ışıltıları karartmasına asla izin vermiyorlar.
Çevremiz
böylesi insanlarla kuşatıldığında, o enerji ve ışık öyle güzel sarıyor ki
ruhumuzu. Hepimiz seviyoruz onları. Hayatla muhteşem uyumlarını ve danslarını
özlüyoruz; görmediğimiz zamanlarda.
Şimdi
kendimizi düşünelim. Bir an için de olsa; dokunduğumuz her şeye en değerli
armağanmış hissini verdiğimizi hayal edelim. O eşsiz yaşam müziği ile dans ettiğimizi.
Yaşam
her an fısıldıyor bize.
Adeta
‘’Hadi dans edelim.’’ diye göz kırpıyor.
O
büyük karmaşa içinde bile tılsımlı bir müziğin notaları var aslında. Zor değil hissetmek.
Ve inanın bana sadece bu hayal bile gülümsetecek her birimizi.
Hadi
gelin deneyelim. Sıradan bir çakıl taşı olsun elimizdeki. Ya da minicik cılız
bir çiçekle kesişsin gözlerimiz. Üstü başı perişan bir sokak köpeği çıksın
mesela yolumuza o an için. Parıldayan güneşin önünü kapkara bir bulut kessin
aniden ve yağmur başlasın delicesine.
Sorarım
size ne fark eder ki? Biz ona hak ettiği değeri verdiğimizde, içindeki ahengi
yakalamış olacağız. İşte o zaman bizim için her şey birbirinden değerli olacak.
Tıpkı Mevlânâ’nın bir kuyumcu dükkanında hissettiği o muhteşem duygu ile sema etmesi
gibi. Bu çok değerli öyküye kulak verelim önce. İçiniz sıcacık olacak ve siz de
ahenkle dansa kalkacaksınız belki de benim kelimelerimle. Ben yazarken dans
ediyorum çünkü klavyenin tuşlarında.
‘’Konya’dayız
şimdi. Civar bir gölün kenarında balıkçılıkla geçinen bir ailenin evladıdır
Şeyh Selâhaddin Feridun. Gençliğinde katıldığı sohbetlerde ünlü pek çok
bilgeden feyz alıp olgunlaşmış. Herkes tarafından sevilip, sayılmış. Kuyumcular
çarşısındaki dükkanında, çıraklarıyla beraber altın varak yaparak geçimini
sağlarmış.
Günlerden
bir gün Mevlânâ çarşıda gezinirken, yolu buraya düşer. Tam dükkânın önünden
geçerken, aniden durur. İçerden bir ses gelmektedir. O ana değin kimsenin
umursamadığı bu ses; varak yapmak için çekiçle altına şekil veren Şeyh
Selâhaddin ve çıraklarının çalışma sesidir. Mevlana büyülenmiş gibi bir süre bu
sesi dinler. Ardından da semaya başlar.
Dışardaki
hareketliliği sezen Şeyh Selâhaddin, dükkanından dışarıya çıkar. Mevlânâ’nın
semasını, çekiç darbelerinin ritmine uyarak huşu içinde dansını şaşkınlıkla
izler. Ellerindeki altının ziyan olmasına aldırmaksızın; çıraklarına işe devam
etmelerini söyler. Kendisi de Mevlânâ'nın ayaklarına kapanır. Orada başlayan
dostluk yıllara yayılır. Ve hayatını kaybedene kadar da güçlenerek devam eder.’’
Geçmişten
bizlere uzanan Mevlânâ öyküsü böyle.
Çoğumuzun
duymadığı, duysa da önemsemediği, bazen de öfkelendiği böylesi bir sese karşı; Mevlânâ’nın yaklaşımı ne kadar farklı değil
mi? Onun duyduğu sadece kulaklarını okşayan ahenkli çekiç sesi değil. Hayatın
müziğini duymuş o anlarda. Ve duymakla kalmamış; bu sese değer vermiş. Oradaki şaşalı
hazinelerden daha kıymetli bulmuş. ANIN FARKINA VARMIŞ. O Ana sımsıkı sarılmış.
Kulağında çekiç ezgisi dans ederken, yaydığı
büyülü ışıltı ile oradaki herkesi sıcacık kucaklamış.
Ne
mutlu bizlere ki, gönlü sevgiyle çağlayan Mevlânâ’nın torunlarıyız hepimiz. O halde,
bizler de etrafımızdaki her kişiye, her canlıya ve her nesneye böyle yaklaşabiliriz.
Minicik detaylardaki ahengi hissedip, hissettirebiliriz.
Hayatla
dans ederken, her ANA kıymet verebiliriz.
İşte
benim felsefem. Yıllar içinde edinmeye çalıştığım, hala üzerine titrediğim,
yorulmadan çalıştığım o en olağanüstü duygu. Daha yolun çok başındayım,
biliyorum. Ama kendim ve hepimiz için; gönül gözüyle bakanlardan, sevgiyle
kucaklayanlardan olmayı diliyorum her daim.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
30.03.
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder