23 Aralık 2012 Pazar

ŞİDDET SÖZE DÜŞMÜŞ

Hani bir tabir vardır ya ‘’söz ayağa düşmüş’’ diye; işte bu da ona benziyor. Şiddet söze düşmüş adeta.

Sadece el kaldırmakla, vurmakla, dayak atmakla, bedene darp yapmakla, fiziki olarak can yakmakla yetinmiyoruz artık. Günümüzde öyle tahammülsüz olduk ki, ağzımızdan çıkan sözleri frenleyemez haldeyiz her birimiz.

Şiddet söze düşmüş, düşmüş de kimsenin haberi olmamış sanki.

En saygın, en görmüş geçirmiş insanlara bakıyorsunuz, dışarıdan hanımefendi ya da beyefendi gibi görünen pek çok maskeli insan… gerçek kimlikleri ise tamamen tersi.

Sakinken, her şey normal seyrinde devam ederken, gerek davranışları gerekse sözleri bizler gibi olan bu kişiler; maalesef öfke ve kızgınlık anlarında maskelerini kaybediyor ve gerçek kimlikleriyle karşımıza çıkıveriyorlar. Kullandıkları kelimeler, üslup tarzları, seslerinin volümü ile her konuşmaları adeta bir şiddet gösterisini andırıyor. Ağızlarından çıkan her sözcük bıçak misali keskin, kurşun misali ağır bir şekilde   gelip yüreklere saplanıyor acımasızca.

Bu sözler öyle derin izler açıyor ki insan ruhunda, telafisi kolay kolay mümkün olmuyor. Geri alınamıyor, üzerine merhem olarak sürülecek hiçbir şey bulunamıyor.

Elinizi kaldırıp tüm kuvvetinizle tokat atmakla, yetinmeyip birbiri ardına indirdiğiniz darbelerle  birebirdir sözsel şiddet. Birinde davranışınız, diğerin de ise sözlerinizle şiddeti konuşturursunuz.

Karşınızdaki kişinin bedeninde yarattığınız izler kadar ruhunda da onarılmaz yaralar açarsınız. Açarsınız da içiniz nasıl rahat eder? Vicdanınızın sesini, geceleri sizi uyutmayan haykırışlarını nasıl görmezden gelirsiniz; işte ben onu bir türlü anlayamam. 
Sanırım bu anlamda insanları en iyi tanıdığımız anlar, öfke nöbetlerine ve kızgınlıklarına rastladığımız anlar olmalı. Oysa ki tartışmaların, öfke ve kızgınlıkların da bir seviyesi, bir ölçüsü olmalı. Kabalaşmanın, hakaret yüklü sözcüklerle adeta saldırmanın, işi duygusal ve sözel şiddete taşımanın, gurur kırmanın, rencide etmenin, sırf kendi gibi düşünüp davranmadığı için kalp yaralamanın kime ne faydası olmuş ki şimdiye değin sorarım size? O bir anlık rahatlama dışında…

Eğer siz kaliteli bir yaşamı savunuyor ve saygıyı her davranışınıza yansıtıyorsanız, ne kadar öfkelenirseniz öfkelenin asla kişiliğinizde bir değişme göstermezsiniz. Maskeniz yoktur yüzünüzde, kimliğinizi saklama gereği duymazsınız çünkü.

Neyse odur sizin haliniz, duruşunuz, davranışlarınız ve sözleriniz…

Kibarlığınız, hanımefendiliğiniz ya da beyefendi duruşunuzla kalitenizi konuşturursunuz. Ve ne güzel bir duruştur bu aslında herkeste olması gereken.

Yoksa çirkinleşmek, bırakın duymayı ağıza dahi alınmayacak sözleri sarf etmek; o an rahatlamak adına ağızdan çıkacak sözlere sahip olamamak o kadar kolay ki… ve ne yazıktır ki hep kolaya kaçıyor insanlar. Hem de normal hallerinde değişeceklerini hiç düşünmediğiniz, maskeleriyle sakladıkları yüzlerine baktığınızda asla kendilerine konduramadığınız kişilerdir  bunlar çoğu kez.  Kişilikleri tam olarak oturmamış, egoları adeta tavan yapmış…

Yüzlerinde hep maskelerle dolaştıkları için olsa gerek, öfke anında maskelerini yüzlerinde tutmayı unutuyorlar galiba, o hiddet cehenneminde. İçlerinde sanatçılar, saygın meslek sahipleri, iyi eğitim görmüş pek çok insan… maalesef adam gibi adam olabilmek için bunlardan daha önemli olan bir nüans var ki o da insanlık ve vicdanı duygulara sahip olabilme. Gönül gözüyle bakmasını bilen sevgi dolu bir yürek ise bunun için yeterli. Başkalarının canını yakmayı bırakın, onlara her türlü kusurlarına rağmen bağışlayarak ve sevgiyle sarılabilme potansiyeline sahip olabilmektir asıl olan. Sizce de öyle değil mi?

Ne acıdır böylesi insanlarla bir arada olmak. Hele hele bir hayatı paylaşmak… 
Sabretmek, her defasında belki artık yüzüne takacak maskesi kalmamıştır diye, ama nafile. Çünkü öfkesi yatışınca ne yapıp ederler ve her nereden bulurlarsa artık, bir şekilde o aslında kendilerine oldukça bol gelen kimliklerine bürünüp, maskelerinin ardına saklanırlar. Bu şekilde herkesi kandırdıklarını sanırlar ama, asıl kendi kendilerini kandırdıklarını fark edemezler.  Sarf ettikleri o son derece seviyesiz sözlerin lekesiyle aslında kendi kişiliklerini lekelediklerini bilmezler. Bilmezler ki, söz insanın kişiliğinin olgunluğunun ölçüsüdür. Ve söyledikleri sözlerle karşılarındakini değil; aslında kendi seviyelerini, kendi ölçülerini belli ederler.

Tam bu noktada gelin Montaigne’nin sözlerine kulak verelim;

‘’İnsan her yerde hep o insandır ve bir insanın özünde soyluluk olmadı mı, dünyanın tacını giyse yine çıplak kalır.’’  Yani boş yere maskelerinin ardına saklanırlar ve sadece kendilerini kandırdıklarını, aslında çıplak olduklarını fark edemezler.

Maskelerin ardına saklanan, öfkesine yenik düşen ve sözsel şiddeti alışkanlık haline getirenler unutmasınlar ki, benzer tavırlar hiç beklemedikleri anda sevdiklerini de bulabilir. Çünkü hiçbir kötülük karşılıksız kalmaz bu dünyada, bumerang misali döner sizi bulur, sizin de canınız hiç olmadığınız kadar yanar, tıpkı canlarını yaktıklarınız gibi. İşte bu nedenle çok geç olmadan dilinize, sözünüze hakim olmayı, maskelerinizi bir yana bırakarak, en azından bundan sonra gerçek kimliğinizle hayatın içinde var olmaya çalışın. Ve niyetleriniz sadece iyilik için olsun, çünkü bir insan neye niyet ederse onunla karşılaşır, ilahi adalet gün gelir kendisini bir şekilde bulur. 

Kalp kırmak niye, öfkeye yenilmek niye? Bir gün gelir o kırdığınız kalbi onarma zamanı bile bulamayabilir insan...

Asıl kimliğini hep saklayan, maskelerinin ardında kendince güç bulan insanlardan uzak tutalım kalplerimizi. Ve her türlü şiddetten uzak bir hayatın sımsıcak renklerinde yaşayabilmek umudumuz her dem taze kalsın diyorum ben yine de her şeye rağmen.


Ve son söz Mevlana’dan gelsin mi?
‘’Kelimelerini yükselt, sesini değil; çiçekleri büyüten yağmurdur, gök gürültüsü değil.’’

Bence bu söz tüm yazımın özeti gibi… kelimelerimiz hep tatlı, hep nağmeli olsun, kalp kırmasın, aksine kalp kazanmasını bilsin.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

15.12.2012















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...