7 Nisan 2014 Pazartesi

İŞ İŞTEN GEÇMEDEN (1/2)

Hiçbir şey tesadüf değil hayatımızda. Son yıllarda bu konuyla ilgili pek çok yazı kaleme alındı, filmler çekildi. Gerçekten de eğer yeterince farkındaysak bunun değerini henüz başlarda anlıyor ve o güzelliğin hakkını veriyoruz. Karşılaştığımız insanlar, duyduğumuz bir sözcük, hiç alakasız bir yerde gözümüze çarpan iki satır, daha önce hiç dikkat etmediğimiz bir ayrıntı… Hepsi güzel tesadüfler. Namı diğer serendipity.

İşte bu yazım da böylesi hoş bir tesadüfün eseri. TV izlerken sadece bir cümleydi duyduğum aslında. Ama bir anda beni öylesine farklı düşündürdü ki… Gerek aile içinde, gerekse sosyal hayatımızda, ikili ilişkilerde ve hatta iş hayatımızda hiç fark etmiyor. Çoğumuz aynı ön yargıyı taşıyoruz sanki ve hep şöyle diyoruz nedense, bazen iç sesimizle bazen sesli olarak.

‘Ben söyledikten sonra ne önemi var ki. Baştan düşünmeliydi(n).’

İşte kilit düşünce ve sonrasında bize getirdikleri…

‘’Bizler söyledikten ya da bir şekilde hissettirdikten sonra yapılıyorsa; daha kıymetli olur.’’ diyor uzmanlar. ‘‘Çünkü bizi gerçekten sevdiğinin, önem verdiğinin işaretidir. 

Esas o saatten sonra yapmıyorsa düşünmek gerekli.’’ diye de devam ediyorlar.

İtiraf etmeliyim ki, ben de tam tersini düşünenlerdendim. Ta ki bu cümleyle karşılaşana kadar. Biliyorum ki benim gibi düşünenlerin sayısı oldukça fazla. Ancak yaşadıkları zorlu ilişkilerde; güzel jestlere, sevgi dolu sözlere hasret kalıp; uzmanlar gibi düşünenler de var.

Bu beni umutlandırsa da çoğunluk olumsuz düşünüyor. ‘İşten geçti artık, önemi yok.’ deyip son noktayı koyuyor.

Pek çok evlilik ve birliktelik sırf bu nedenle hüsranla sonuçlanıyor maalesef. Baştan aşkın gözümüzü rengarenk boyadığı zamanlarda her şeyi sineye çekiyoruz. Katlanıyoruz. Sevgimize o denli güveniyoruz ki; gün gelip değişecek, beni daha iyi anlayacak diyoruz. Ama yaşamın düz satıhları kendini göstermeye başlayıp, alışkanlıklar daha tatlı geldiğinde pürüzler de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Bu durum iş hayatımız ve sosyal yaşantımız için de geçerli üstelik.

Hep bekliyoruz. Bir şeyler değişsin diye. Konuşmuyoruz. İçimizdekileri kendi kendimize yaşarken, karşı tarafın anlayacağını zannediyoruz. Biriktirdikçe biriktiriyor; doldukça doluyoruz. Ve eğer dile getirdiğimizde yapılırsa; bize hiçbir anlam ifade etmeyeceğine inanıyoruz.

Sonra gelsin ayrılıklar. Küslükler. Boşanmalar. Yaptığımız işten keyif almama halleri. Aniden istifa etmeler. Bir anda hayata küsmeler. Ve yaşanan yığınla olumsuzluk.

Oysa ki istekler dile gelmeli. Biriktirip kabın dolmasını beklemeden. Ama üslubumuza dikkat etmek şartı ile. Konuşmak öyle bir sanat ki; ancak yerini ve zamanlamasını iyi yaptığımız taktirde işe yarıyor çünkü. İçine sevgi katarak, kendimize olan tüm öz güvenimizle dile gelmeli istekler. Ki karşımızdakini naif dokunuşlarla etkileme şansımız olsun.

Elbette dinlemesini de bilmek gerek. Dinlemek ise bambaşka bir sanat. Konuşmadan daha farklı. Daha az bilinen ve uygulanan. Gözlerinin içine bakarak, karşımızdakine önemli olduğunu hissettirerek dinlemek asıl olan.

‘’Duymak, işitmek yetmez; dinle.’’ diyor her bir sözcüğü ile adeta içimize işleyen Mevlana. Ve devam ediyor; ‘’Öyle bir dinle ki, ses ve söz önce bilgiye sonra hikmete dönüşsün. Koyun kaval dinler gibi değil; ağaç topraktan, yaprak yağmurdan suyu çeker gibi dinle. Kulağın kapağı yok, açman gerekmez. Aklını aç, kalbini aç, insafını aç ki dinlemiş olasın.’’

Bizler de kalbimizi açıp, hem dinlemesini, hem de konuşmasını bilirsek; niyet ve isteklerimizin olmaması için sebep yok genel hatlarıyla. Elbette istisnalar olacaktır. Elbette bu satırları okuyanların çoğu da istisnaların hep kendi payına düştüğünü söyleyecektir eminim ki. Ve hayat yolundaki koşularda hep bir şeyler için, iş işten geçmiş olacak ne yazık ki.

Ama bir orta yolu olmalı her bir labirentin. Ne kadar zor olursa olsun hiçbir şey çözümsüz değil bu hayatta. Yeter ki çözmek için gayretimiz, umutlarımız ve isteğimiz olsun. Yoksa mutluluğu nasıl yakalarız ki?

‘’Mutluluk bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür.’’ demiş ünlü Fransız düşünür ve romancı Albert CAMUS.

Hepimiz böylesi savaşların içindeyiz küçük ya da büyük. Ve hepimiz yenilgi değil, zafer istiyoruz. O halde kıvamında konuşmak, adabında dinlemek ve çabalamak gerekiyor. Yeri geldiğinde isteklerimizi dile getirmek. Hemen küsüp karalar bağlamadan önce denemek gerekiyor. İş işten geçmeden kendimize bir şans daha yaratmak belki de. (özel hayatlardaki beklentilerle devamı 2/2 ‘ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

23.02.2014


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...