17 Kasım 2014 Pazartesi

HAYATA PEMBE BİR DOKUNUŞ (2/2)

Gelin bu güzel kadının hayatına pembe bir dokunuş yapalım bizler de. Satır aralarında çok şaşıracağınıza eminim.

Biraz hayal zamanı şimdi. Pembe bir malikane ve otoparkında yine aynı renkten Cadillac marka sayısız araba. ‘’Yok artık!’’ dediğinizi duyar gibiyim. Hepsi gerçek bunların. Üstelik bununla da yetinmemiş öykümüzün kahramanı.

Bu görkemli malikanenin içi; banyosundan, yatak odasına kadar hemen her şey yine pembenin tonlarına bürünmüş adeta. Uçuk pembe aynalar, pembe bir banyo, pembe küvet, şeker pembesi makyaj kutuları, aklınıza gelebilecek her eşya pembe. Ve elbette dile kolay; tam 37 ülkede sattığı kendi ürünlerinin ambalaj ve kutuları da.

Çalışanlarına teşvik amacıyla hediye ettiği Cadillac marka arabalar ne renk dersiniz? Evet onlar da pembe. Ve işte bu sebeplerden dolayı, ‘’Pembeli Kadın’’ lakabı onun ayrılmaz bir parçası olmuş yıllarca.

Seksenli yaşlarına değin çalışmış. İşini ve personelini hiç yalnız bırakmamış. Şirketinin satış hacmini yükselten her personele istisnasız birer pembe Cadillac marka araba hediye etmesi ise en büyük mutluluğu olmuş. Dikkatinizi çekerim kendisi de aynı renk ve aynı markadaki arabayı kullanırken.

Senede iki kere olmak kaydıyla, personelini en kaliteli şık restoranlarda ağırlamış. Şehir dışında kaldıkları otelleri en lüks olanından seçmiş. Otellerine gidiş gelişlerini limuzinle yapmalarına olanak tanımış. Kendilerini önemli ve değerli hissetmeleri için uğraşmış durmuş. Kendi yaşamındaki imkanların TAMAMINI onlar için de cömertçe kullanırken, bir an olsun aksini düşünmemiş.

Ve bakın bu gönlü zengin pembeli kadın; henüz ilk iş hayatında nasıl bir travma yaşamış?

Günlerden bir gün, çalıştığı şirkette satış müdürü ile tokalaşmak için uzun bir kuyruk oluşmuş. O da herkes gibi heyecanla sıranın kendisine gelmesini bekliyormuş. Ancak müdürü o yokmuş gibi davranarak, tokalaşmadan geçmiş önünden. İşte o genç yaşında bu duruma hayli içerleyen Mary, içini acıtan bu dersi hiç unutmamış. Ne kadar meşgul olursa olsun, karşısındaki kişiyi önemsemekten de asla vaz geçmemiş.

Bir diğer anısı daha var ki hayli manidar. Genç bir iş kadını olduğu yıllarda; tam da doğum gününde; biriktirdiği parasıyla kendisine siyah beyaz Ford bir araba almak istemiş. Artık hurdaya çıkan eski arabasıyla galeriye gitmiş. Hem bu sebepten hem de kadın olduğu için satıcıdan yeterince ilgi görememiş. Öğle tatili zamanı gelince de satıcı onu bırakıp yemeğe gitmiş. Bir saat beklemeyi göze alan Mary, zaman geçirmek için tam karşıdaki bir başka galeriye uğramış. Diğerinin aksine son derece nazik bir satıcıyla karşılaşmış. Sadece bakıp çıkacağını, istediği arabanın tam karşı galeride olduğunu söylediği halde satıcı peşini bırakmamış. Sohbet sırasında doğum günü olduğunu öğrenen genç bir düzine kırmızı gülle kendisine jest yapmış. Ve sonuçta ne olmuş dersiniz? Bu yakın ilgiden gözleri nemlenen Mary, o çok istediği siyah Ford yerine sarı renkli Mercury bir araba satın almış.

İnsanlarla iyi iletişim kurmanın, işini severek yapıp önemsemenin geri dönüşü de bu kadar güzel oluyor işte.

Servetiyle dünyanın en önde gelen iş adamlarından birisi olan John Rockefeller de buna değer verenlerden.  İnsanlarla iyi iletişim kurmayı başaran personeline en yüksek maaşı ödemeyi felsefesi haline getirmiş. Çünkü enerjisi ve morali yüksek insanların; verimliliği otomatikman artırdıklarını düşünmüş her daim.

İşte aynı misyonla davranmayı ilke edinen Mary, insanların takdir edilecek yönlerini bulmaya ve ödüllendirerek onların da bunu fark etmesi için özen göstermiş hep. Kendisine sevgi ve saygı duyan personeli ile beraber  başarı yollarını pembeye boyamayı ise hiç unutmamış.

Hepimiz iş hayatının zorluklarıyla az mücadele etmedik, hala da ediyoruz. İlk basamaklardan başladık çoğumuz. Adım adım yükseliyoruz hedeflerimiz doğrultusunda. Ancak konum ve statü değiştirdiğimizde; insani değerlerimizi unutabiliyoruz. Hatta itiraf edelim acımasız davranabiliyoruz çalışanlarımıza karşı. Sanki eskiden o yollardan kendimiz geçmemişçesine. Öyle değil mi?

Oysa, iş hayatı hepimizin ailelerimizden bile daha fazla zaman ayırdığımız bir zaman dilimi. İş yerimiz adeta ikinci evimiz gibi. İş arkadaşlarımız, müdür ve yöneticilerimizle neredeyse tüm gün beraber oluyoruz. İşin stresli ortamında elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyoruz.

Beklediğimiz ise sadece minicik bir övgü ya da takdir. Yani kendimizi değerli hissettirecek, bir sonraki adımımızda daha güvenli olmamızı sağlayacak ufacık belirtiler. Yeri geliyor, bunlar olmadığı gibi; hakaret ve saygısızlıkla dahi karşılaşabiliyoruz. Bu moral bozukluğu ise yaptığımız işe, sesimize, hareketlerimize ister istemez yansıyor. Diğer çalışanları da negatif olarak etkiliyor haliyle. Zaman içinde bunlar birikiyor. Artık ayaklarımız sabahları işe gitmez oluyor. İşlerimizi heyecan ve istekle yapamıyor, zorlanıyoruz.

Bu nedenle işverenlerin, müdürlerin, patronların personeline yaklaşımı son derece önemli. İş verimini ve başarı ivmesini yüksek tutmak adına. Zamanı en iyi şekilde değerlendiren; işine zevkle sarılan personele sahip firmaların önünde hiçbir engel tutunamaz. İyi ve kötü zamanlarda tek yürek olarak çalışmayı başarabilirler çünkü. Ben buna inanıyorum.

Pembe dokunuşlarda bulunanlardan olalım her daim. Sevgiyi, saygıyı zarafetle harmanlayıp bir ressam edasıyla dokunalım hayatlara. Bir tebessümün binlercesine giden en güzel yol olduğunu unutmadan.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

13.09.2014

Kaynaklar: http://en.wikipedia.org/wiki/Mary_Kay_Ash; http://www.marykay.com; http://www.thefamouspeople.com; GERÇEK YAŞAM ÖYKÜLERİ (yazar: Ayşe Şen).

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...