21 Ocak 2015 Çarşamba

ALTI ÜSTÜ bir BENLİK-EGO

Daha önce defalarca yazdım, paylaştım. Altı üstü bir benlik ama bize öyle şeyler yaptırıyor ki. Farklı bir bakış açısıyla yine ele alma zamanım gelmiş.

İçimizdeki en tehlikeli yanımız belki de. Latince ego’dan geliyor. Benlik  ya da ego. Her ikisini de sıkça kullanıyoruz aslında.

Zihnimizde üç katman halinde bulunuyor. ID (Alt benlik), Ego (Benlik), Süper ego (Üst benlik).

Alt benliğimiz; temel ve en ilkel benliğimiz. Cinsellik ve saldırganlık dürtülerinden oluşuyor. Zevk ilkesine göre çalışıyor. Bu bölümde dürtü ve bencillik söz konusu. İsteklerimiz hemen olsun ve haz elde edelim diye kapıda bekliyor.

Kişiliğimizin psikolojik yanı olan egomuz ise bir hakem gibi adeta. Uygun olanlara yeşil, olmayanlara kırmızı kartını çıkarıyor. Bu denetlemeyi yaparken; kişisel güvenliğimizi sağlamayı hedef alıyor. Sosyal çevreden gelen uyarıları değerlendirirken bizim uyumumuzu düşünüyor. Algılıyor, seçiyor, denetliyor, gerekirse süzüyor, düzenliyor ve bize sunuyor. Tıpkı bir yönetici gibi. Mantıklı, akılcı, pratik ve gerçekçi.

Süper egomuz ise bizim vicdani yanımız. Her iki katmandan gelen isteklerin, toplumsal değerlere uygun olup olmadığına bakıyor. Uygunsa izin veriyor, değilse bilinçaltımıza atıyor.

Özetle; üçü el ele bir arada çalışıyor.  

Böylece bizim duygu, düşünce ve davranışlarımız belirleniyor. Tıpkı farklı fiziksel özelliklerimiz gibi; birbirinden tamamen farklı duygu ve düşüncelerimizle yaşamın içindeki varlığımızı koruyoruz. Hiç birimiz bir diğerine benzemiyor. Hatta kardeşler bile. İşte bu farklı özelliklerimizle dünyayı ve olayları farklı algılıyor, farklı tepkilerde bulunuyoruz.

Dolayısıyla hepimiz farklı yapılanmış, tamamen kendimize has bir kişilik geliştiriyoruz. Elbette doğuştan kazandığımız genetik özelliklerimize bağlı olan bir yanımız var. Micazımız yani huyumuz. Büyürken çevreden kazandığımız ve eğitimle şekil alan karakterimizi ise unutmamak gerek. İşte kişiliğimiz bunların üzerine inşa ediliyor. Sonuçta birbirimizden tamamen farklı kişiler olarak toplumda yerimizi alıyoruz.

Kimimiz daha duygusalız. Yaşantımızı duygularımızla ifade etmeye meyilliyiz. Kararlarımızda duygu ağır basıyor. Mantıklı düşünmeyi pek tercih etmiyoruz. Kolay inciniyoruz. Daha hassas ve kırılganız. Bir o kadarda şefkatli, hatta bazen çocuk yanımızla çılgın.

Kimimiz için akıllı ve mantıklı olmak daha önemli. Meraklı olduğumuz için analiz yapmayı seviyoruz. Düşünmeden hareket etmek bize göre değil. Duygularımız ikinci planda.

Bir de duygularını davranışlarıyla gösterenler var. Sevgilerini, öfkelerini, sıkıntılarını… Konuşmaktansa eylem içinde olmak daha kolay onlar için.

Uzmanlar bunun bilincinde olup, hangi taraf aşırıysa onu diğerleriyle dengelememiz gerektiğinde hemfikirler. Her şeyde olduğu gibi yine bir denge hali söz konusu. Hepsinden yeteri dozda kullanmayı bilmek. Hiç birinde aşırıya kaçmadan akışa uyum sağlamak. Böylece daha kolay anlamak ve anlaşılmak.

Tüm bu süreçte benliğimizin katmanları devrede elbette. Hangi katman daha baskınsa kişiliğimizde onun tınıları kendini gösteriyor.  Alt benlik baskınsa zevkini ve kendini düşünen bir kişilik söz konusu. Egonun baskın hali; hem kendisini hem de çevresini düşünüp ona göre davranan insan kişiliğini oluşturuyor. Süper egonun baskın olması ise; ortaya utangaç, duygularını içinde yaşayan, toplumsal değerleri fazlasıyla önemseyen bir kişilik portresi koyuyor.

Sonuçta ortaya egoyu aldığımızda, ne alt ne de üstten yana fazla ağır basmamasına dikkat etmek gerek. Peki bu durum bizim elimizde mi?

Evet kalıtımsal değerlerle, çevresel faktörlerin arkasına saklanarak; tüm olumsuz yanlarımızın suçunu onlara atabiliriz. ‘’Elimde değildi.’’ diyebiliriz. Ama hayır. Ben bir noktaya kadar yaşantımızın anlarından kendimizin sorumlu olduğuna inananlardanım. Ortada düzeltilmesi gerekli bir olumsuzluk varsa tamamen bizimle alakalı.

Şöyle bir düşünelim isterseniz. Fark ettiğimiz noktada düzelteceğimiz, törpüleyeceğimiz yanlarımız hiç mi yok? Elbette var.

Elimizdekilere şükürle, yapabileceğimizin en iyisini yapmaya çalışmazsak; bize bizden başka kimsenin gerçekten yardım edemeyeceğini anlamak istemezsek; vay halimize. Kısırdöngüde, giderek daralan çemberler arasında; ne zaman özgürlüğümüzü kazanacağımızı bekleyerek ömür tüketiriz sadece.

Güç bizde.
Düşüncelerimizde.
Duygu ve davranışlarımızda.
Farkındalığımızda.
Kabulümüzde. 
Egomuzu dengede tutmakta.
Nasıl mı?

Düşüncelerimize biraz nükte katabilmek, hayatın o sert köşelerini yumuşatacak diye düşünenlerdenim. Bu nedenle nüktedan kişileri bir başka severim. Zekalarını konuştururken, fark ettirmeden en güzel dersi verirler.

Nasrettin Hoca’nın evlatları değil miyiz hepimiz? Ama ne çok zaman oldu değil mi gülmeyi unutalı? Evet yaşam zorluğu. Evet dünya gerçekleri. Evet bunca acı varken ortalıkta; ‘Kim, nasıl gülsün?’ diyorsunuz; biliyorum.

Oysaki zihnimizi ve düşüncelerimizi olumlu tutabilmek için gülümsemek gerek. Yeri geldiğinde kendimize gülebilmek bile ne kadar güzel. O anda karamsar gri bulutlar, pembe mavilerle yer değiştiriyor çünkü. Sonra da her yere yayılıyor.

Hadi gelin son satırları ünlü Hintli düşünür Osho’ya verelim. Onun satırlarıyla egomuzun ve katmanlarının baskın yönlerini törpülemek kolaylaşacak diye düşünüyorum.

‘’Kendine gülmek; egoyu ortadan kaldırır ve dünyevi hayatında seni daha şeffaf, daha tasasız bir hale getirir. Eğer kendine gülebiliyorsan; başkalarının sana karşı gülüşleri seni rahatsız etmeyecektir. Aslında bu bir işbirliğidir. Sen ne yapıyorsan, onlar da aynısını yapıyordur, neşelenirsin. Başkalarına gülmek egoistçedir. Kişinin kendisine gülmesiyse mütevazice.’’

Çok mu zor? Yapamaz mıyız? Daha şeffaf ve tasasız olmak adına deneyebiliriz bence. Zorlansak da pes etmek yok.

‘’Değişim ancak ve ancak yapmaya alışık olduğumuz her şeyin aksini yaptığımızda gerçekleşir.’’ diyen ünlü Brezilyalı yazar Paulo Coelho ile son noktayı koyma zamanıdır şimdi.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

01.02.2014





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...