“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır; biri hiçbir şeyin mucize olmadığını, diğeri ise her şeyin mucize olduğunu düşünmektir.” der Alman bilim insanı Albert Einstein.
İşte
bu sözün peşinden koşan iki harika bilim insanı bugün bizimle.
Alman
hekim ve bakteriyoloji bilgini Robert KOCH ve Fransız kimya ve biyoloji bilgini
Louis PASTEUR.
Hepimiz
her iki bilim insanını ve değerli buluşlarını biliyoruz elbette. Ama burada
aralarındaki o naif çekişmeyi, inatlarını, hırslarını hatta çok da bilinmeyen
özel yaşamlarını paylaşmak istiyorum.
Dünya
üzerindeki pek çok kültürde, çok uzun yıllar boyunca hastalıklara farklı
gözlerle bakılır. İnsanların ya da hayvanların hastalanıp ölmeleri, çoğunlukla
kötü ruhlara ya da kötü hava şartlarına bağlanır. Yani insanların mikrop,
bakteri gibi gözle görünmeyen varlıklardan habersiz oldukları için,
hastalıklara boyun eğmek zorunda kaldıkları dönemleri düşünelim bir an için.
Yaşadıkları
dönemde pek çok salgın ve hastalıkla karşılaşan bu iki bilim insanı,
aralarındaki büyük bilimsel yarışla pek çok hastalığa çare olur.
Rekabetleri, hırsları, sabır ve yetenekleri, insanlığa faydalı olma tutkuları, mesleklerine olan saygıları ve bilime olan aşkları.
Geliştirdikleri
araştırma yöntemleri günümüzde hala dünyanın dört bir yanında kullanılıyor.
Mikrop avcısı bu şahane ikili sadece mikrobiyolojinin değil, modern
bakteriyolojinin de kurucusu olarak anılıyor.
Tarihler
1822 yılını gösterdiğinde Fransa’nın küçük bir kasabasında dünyaya gözlerini açar
Louis PASTEUR.
Ondan
tam 21 yıl sonra, 1843 yılında Almanya Hannover yakınlarında; fakir bir madenci
ailesinin 13 çocuğundan birisi olarak doğar,
en büyük rakibi Robert KOCH.
Pasteur kimya alanında eğitimini tamamlayıp ünlü bir mikrobiyolog ve kimyager olurken; Koch tıp alanına yönelir ve mikrobiyoloji ile bakteriyolojiye önem veren bir taşra doktoru olur.
Yaşadıkları
yıllar, eğitim gördükleri, akabinde çalıştıkları ve yaşadıkları yerler
birbirinden o kadar uzaktır ki. Ama hayatın cilvesine bakın ki azimleri ve
merakları onları defalarca karşı karşıya getirir. Aralarındaki tatlı sert çekişme;
gerek bilimsel makaleleri gerekse tıp konferanslarındaki karşılaşmaları
sırasında hiç bitmez.
Pasteur
araştırma için ülke dışına pek çıkmazken, Koch ülkesinin dışında Güney Afrika,
Mısır ve Hindistan olmak üzere salgın hastalık bölgelerinde incelemeler yapar.
Pasteur; laboratuvarında şarbon, tavuk kolerası ve kuduz gibi virütik hastalıklar; bağışıklık mekanizması ve aşı hazırlama teknikleri üzerinde çalışır. Bakteriyolog olarak görev yaptığı süre boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulunur.
Bu
arada bir tıp doktoru olmadığı için, doktorlardan tepki görür.
Peki
bu durum Pasteur’ü etkiler mi dersiniz?
Elbette
hayır. Tüm olumsuz tepkilere rağmen çalışmalarına azimle devam eder.
Gözle
görülemeyecek kadar küçük canlıların insanların bedenine girip onları güçsüz
düşürdüğünü, hasta ettiğini ve hatta ölmelerine neden olduğunu savunur.
Bu
açıklamalar, tıp dünyasında pek çok tartışmaya neden olsa da zaman içinde kabul
görmeye başlar.
Böylece
dünya tıp tarihi yepyeni bir yola çıkar. (devamı 2/3’te)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.09.2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder