16 Mayıs 2015 Cumartesi

KENDİ MİSK KOKUNUZU DUYUYOR MUSUNUZ?

‘’İnsan özgürlüğü, mutluluğu ve sevgiyi DIŞINDA arar. Ama bu yolculuk içerideki bir serüvendir. Birliğe doğru çıkılan bir dönüş yolculuğudur.’’

Bu satırlar Stefano D’Anna’ ya ait. Keyifle okuduğum Tanrılar Okulu romanından.

Adeta hayat felsefemizin mihenk taşı olan bu satırları öyle ilginç bir örnekle güçlendirmiş ki ünlü yazar. Bir an soluklanıp, düşünmeden edemiyor insan.

‘’Ren geyikleri onları çılgına çeviren, dışarıda boşu boşuna aradıkları MİSK kokusunun ardında ölüme koşuyorlar.’’

Evet misk kokusunu biliyordum, ama ren geyiklerinin bu kokuya neredeyse ömürlerini adamaları beni hayli etkiledi. Düşünsenize; bir ömür boyu sürüler halinde bulamayacakları bir kokunun peşinden koşuyorlar. Kaynağın kendi içlerinde olduğundan habersizce ölüp gidiyorlar.

Bu nasıl bir dramdır böyle?
Kaderin kötü bir oyunu belki de.

Misk kokusu.

Geyiklerin kendi ter bezleri tarafından üretiliyor. Karınlarının hemen altında yumruk büyüklüğündeki bir kesede toplanıyor bu özel madde. Yağlı bir salgı. Kuvvetli ve hoş  kokulu. Rengi siyaha yakın, koyu kahverengi. Bu salgıya kokuyu veren ise muskon organik bileşiği. 

En iyi misk Tibet ve Moğolistan’ın yüksek Tonkin dağları eteklerinde yaşayan, bir tür erkek misk geyiğinde buluyor. Yaklaşık 30 yıl ömrü olan geyiklerin çok türü var. Geviş getiren toynaklı memeliler onlar. Ormanlarda yaşıyorlar. Görme, koklama ve işitme duyuları hayli gelişmiş. Biz onları en çok boynuzlarıyla tanıyoruz. Ancak misk türü geyiklerin boynuzları yok. Boyları ancak 55 cm. civarında. Atik ve çevik bir yapıları var. Oldukça da ürkekler. Otla besleniyor. Diğer isimleri de misk keçisi.

Peki bu güzel kokuya sahip başka hayvan var mı doğada? Evet. Misk kedisi, misk faresi, misk öküzünde de aynı maddesel salgı var.

Misk kedisi yabani, kısa bolu bir tür kedi. Orta Afrika, Çin ve Hindistan’da; kayaların arasında ya da kovuklarda yaşıyor. Salgı bezleri kuyruklarının hemen altında. Kürkü oldukça  değerli.

Misk faresi kahverengi tüylü bir kemirgen. Kuzey Amerika’da yaşıyor. İyi bir yüzücü. Salgı bezesi cinsiyet organında. 

Misk öküzü ise iri yapılı sığıra benzer bir tür. Eti ve sütü çok lezzetli. Asya ve Kuzey Amerika’da yaşıyor. Çıkardığı koku o kadar kuvvetli ki, 90 metreden duyulabiliyor.

Misk kelimesinin kökeni Arapça’dan geliyor. Eşsiz, güzel koku demek.  Misk, koku sanayinde parfüm yapımında kullanılıyor günümüzde. Hayvanları da bu amaçla avlanıyor. Elbette nesilleri tükeniyor. Çünkü son derece pahalı bir madde. 

Doğanın muhteşemliği yine hepimize şapka çıkartacak cinsten. Varlıklarından habersiz olduğumuz nice eşsiz canlı türü var yeryüzünde. Misk salgılayanlar da bunlardan sadece bir kaçı. Salgıladıkları kokuyla varlıklarını sürdürüyor ve çoğalıyorlar. Ancak bu güzelliğin ana kaynağını bilemeden ölüp gidiyorlar.

Peki ya bizler? Tıpkı Stefano D’Anna’nın dediği gibi sevgiyi ve mutluluğu hep dışarılarda aramıyor muyuz?

Aslında sahip olduklarımızla, yeryüzündeki en eşsiz canlı bizleriz. Ah bir farkına varabilsek. Başka güzelliklerin peşinde ömür tüketirken, kendi içimizdeki albenileri görmekten aciziz ne yazık ki. Ren geyiklerinden ne farkımız var sorarım size?

Kıssadan hisse hesabı her şeyi kendi içimizde aramamız gerekirken; bizler ne yapıyoruz? Gözümüz, kulağımız, kalbimiz dışarıda. Umutlarımızı, mutluluk beklentilerimizi hep bir şeylere, birilerine bağlayarak ömür tüketiyoruz.

İnsanın mutluluk beklentisini dışarda araması.

Ancak her şeyi tamam olduğunda mutlu olacağına inanması.

Bu uğurda çabalaması ve her seferinde uğradığı başarısızlıkla, yaşam enerjisinden uzaklaşması. Hep başkalarını suçlaması.

Nasıl derin bir ironi aslında. Eğer bunu hemen fark edemezsek, boşu boşuna yitirilen koca bir ömür bizi bekleyen yegane son olacak. Ve elbette pişmanlıkla keşkeler eşliğinde.

İşte bu nedenle ‘’Kendi misk kokunuzu duyuyor musunuz?’’ diye sordum yazımın başlığında. Duyanlardan olmamız en büyük dileğim hepimiz adına.

Son satırlarda ünlü yazar Paulo Coelho’nun önerdikleriyle güç bulalım istiyorum. Şöyle diyor  Latin Amerikalı yazar;

‘’Kaçırma gözlerini hayattan. Hep hayatın içinde olsun bakışların. HEP KENDİ İÇİNDE. Baktığın kadar varsın bu hayatta. Hatta bakmakla da yetinme. Görmen de lazım. Görüp de bilmen, bilip de sevmen lazım. Hayatı KENDİ İÇİNDE, kendini hayatın içinde. Bir nefeslik notaları çok görme kendine arada bir karanlıkta kalsa da bir yanın, sakın PES ETME!’’

Ruh yapımız, inceliğimiz, zarafetimiz, hayata karşı duruşumuz, kalbimizden yayılan ışıltımız. Kendi içimize dönüp, tüm bunların farkına vardığımız noktada değişecek birçok şey. Hayat elimizin altından kayarken, boşuna koşmak yerine; bunu yapmak çok daha kolay aslında.

Tek bir adım yeterli.

Ruhumuzun diplerinde kalmış, farkına varamadığımız nice misk kokusunu duymaya tek bir adım. 

Hadi ertelemeyelim. Pes etmeyelim. Tüm kalbimizle inanalım ne olur.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

08.03.2015







Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...