Ağır
yaşam koşulları, çetin mevsimler onları mücadeleci yapıyor. Ancak sade
yaşamlarında; doğaya, canlılara ve birbirlerine iyilikle yaklaşma ilkesini hiç
kaybetmiyorlar. Çöllerde yaşıyorlar. Eşyaları yok denecek kadar az. Giysileri
de. Evleri gösterişsiz. Doğayla iç içeler. Genellikle her şeylerini kendileri
yapıyorlar.
Bize
göre hayli ilkeller. Gelişmemiş kabul ediliyorlar. Yıllarca dışlanmışlar bu
yüzden. Topraklarına ve hatta kendilerine, bedenlerine el konmuş.
Evet,
savaşçı bir ruha sahipler. Çünkü içinde bulundukları doğal ortam bunu
gerektiriyor. Ancak saygılılar. Hem de her şeye karşı. En çok da yaşama.
Kötülük onlar için anlamsız. İyilikle zorlukların üstesinden geleceklerini çok
iyi biliyorlar.
Hal
böyle olunca, içindeki kötü yanı besleyen bizler; onları anlamakta zorlanıyoruz
eskiden beri. Hor görüyoruz. Aşağılıyoruz.
Gelin
görün ki; birbirimizi yediğimiz, savaşların bir türlü bitmediği kendi dünyamızda;
onlardan alacağımız dersler var.
İyiliği
unuttuk. Yalan pelesenk olmuş neredeyse dilimize. Kötü yanlarımız birer tohum
misali patlıyor her yanımızdan. Kızgınlık, öfke, kalp kırmak, incitmek de
cabası.
Bize
kötülüğü dokunan bir kişiye, daha kötü şekilde müdahale etmezsek; içimiz rahat
etmiyor bir türlü. Haklı olmak tüm kaygımız. Kime göre, neye göre orası
tartışılır.
Bir
kabileye konuk oluyoruz.
Buradaki
herkes bir HAYAT ŞARKISIna sahip.
Evet
yanlış duymadınız hayat şarkısı. Henüz doğmadan önce yine KENDİSİ tarafından
belirlenen bir şarkı bu. Bize sıra dışı gelse de onların inanışları böyle.
Kabile
içinde hamile kalmaya karar veren kadınlar, bir ağaç altına oturuyor. Tüm kalbiyle
dileğini söylerken, henüz doğmamış çocuğunun kulağına fısıldayacağı şarkıyı
duymaya niyet ediyor. Niyeti gerçekleştiği, yani şarkıyı kalbinde hissettiği
günü ise unutmuyor. Çünkü o gün, çocuğunun kendisi ile ilk iletişim kurduğu gün.
Bu nedenle de doğum tarihi olarak kabul ediliyor.
Çocuğundan
duyduğu o şarkıyı eşine de öğreten anne adayının hamile kalması için her şey
hazır artık.
Hamilelik
sonlandığında ve yavrusunu kucakladığında; bu sefer çocuğunun kulağına hayat şarkısını
kendisi fısıldıyor. Artık bu şarkı onun tüm hayatı boyunca hep yanında, hep kulağında
olacak. Ta ki ölünceye değin.
İlerleyen
zamanlarda herhangi bir nedenle suç işler, kötülük yaparsa; yine bu şarkıyla
sarılıp sarmalanıyor. Yani ceza yerine; sevgiyle yaklaşıyorlar birbirlerinin
ruhuna.
Öncelikle
tüm kabilenin toplandığı bir meydana çağrılıyor. Çembere alınarak yere oturtuluyor. Ve hep bir ağızdan hayat şarkısı söyleniyor.
Yaptığı iyilikleri, güzellikleri hatırlamasına vesile olan bu şarkı ile kim
olduğu yeniden hatırlatılıyor. Her insanın aslında iyi olduğuna, ama bazen
yanlışlar da yapabileceğine inanıldığı için; sevgiyle sarılıyor kötü yanları.
Neden
mi?
Çünkü
o kişinin yaptığı o kötülükle, etrafındakilerden aslında yardım istediğine
inanıyorlar. Dolayısıyla kabile halkına düşen sadece ona yardım etmek oluyor.
Bir anlamda kişinin kendisindeki iyi yanlarla yüzleşmesi sağlanıyor.
Ve
sonuçta iyilik hep kötülüğe galip geliyor.
Şimdi
bize dönelim mi?
Herhangi
bir kötülükle karşılaştığımızda; bunu yapan kişiye nasıl davranıyoruz?
Sakinliğimizi
koruyor muyuz?
Örneğin,
trafikte aracımızı sıkıştıran, yolumuzu kesen, ya da öfkeyle üzerimize gelen
birisine yapacaklarımız nelerle sınırlı acaba?
Yoksa
kabile üyelerinin o hayat şarkısı ve iyilikle kucaklama seremonileri sadece bir
ütopya mı?
Ben
en azından gülümseyebileceğimizi düşünüyorum. Diğerlerini yapmakta zorlanıyoruz
kabul edelim. Ancak kızgın ve öfkeli bir kalbi yumuşatmanın en basit yolu olan
tebessümle ilk adımı atabiliriz. Ne dersiniz?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
05.04.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder