Oblolov,
aslında bir roman kahramanı. Ünlü Rus yazarı Ivan Gonçarov'un bir romanında
hayat bulmuş. Sonra aradan geçen yıllar içinde bu isimden hareketle
‘Oblomovluk’ terimi kullanılmaya başlanmış. Hatta sinemaya da uyarlanmış.
Yakın
bir zamana kadar duymamıştım bu tabiri. Ama araştırmaya başladığımda toplumsal
bir sorun olduğunu gördüm. Ve pek çok kişinin oblomov olduğunu. İşte bu nedenle
yazımın başlığı olmayanları aramak yönünde. Çünkü sayıları tahminlerin hayli
ötesinde.

Romanda
İlya İlyiç Oblomov; saf, dürüst, iyi kalpli birisi olarak tanımlanıyor. Ancak
tembel. Hiçbir şey üretmiyor. Hep hazırdan yiyor. Çoğu şeye boş veriyor. Hayatındaki
her şey düşüncelerden ibaret kalıyor. Bir türlü gerçeğe dönüşmüyor. Sürekli değişen
kararlar ve bitmeyen bahaneler etrafta uçuşuyor.
Sonuç
mu? Giderek kaybettiği değerleri ile yüzleşiyor her defasında. Zor bir durum. Çünkü
hayatı ellerinin arasından akıp giderken, seyirci olmayı seçiyor her defasında.
Elimizi
taşın altına koyup; derinlerimize inelim mi şimdi? Öyle ya da böyle içimizde
oblomovluk tınıları taşımıyor muyuz dersiniz?
Pek
çoğumuz yaşadıklarımızdan memnun değiliz. Ama değiştirmek için hiçbir şey
yapmıyoruz. Çoğu şeyi kötü de olsa kabullenmişiz. Sinmişiz adeta. Kabuğumuzun
içine saklanmışız. BİZ umrumuzda değil. Varsa yoksa BEN diye feveran ediyoruz
hep.
Yanımızda
yöremizde hayatını değiştirenleri görünce, hemen yargı ve eleştiri oklarını
geriyoruz. Biz yapamıyoruz ya, onlar da yapmasın istiyoruz. Hiç olmadığımız
kadar benciliz.
Farkındayız
çoğu şeyin, ama kendimize bile itiraf edemiyoruz bu halimizi. Çünkü iç sesimizi
duymaktan bile korkuyoruz yeri geldiğinde.
Yavaş
yavaş kendimizden vaz geçiyoruz. Hayatı anlamsız bulduğumuz zamanlar giderek
artıyor. Keyifsizliğimiz de. Net düşünemediğimiz için kafamız giderek karışıyor.
Planlar arasında kayboluyoruz.
İçten
gelerek, severek, isteyerek bir şey yapmaktan o kadar uzaklaşıyoruz ki;
değişiklik bizim için adeta kabusa dönüşüyor. Dolayısıyla dilimizden şikayet
eksik olmuyor. Şükür etmek aklımıza gelmiyor. İlgisizliğimiz, duyarsızlığımıza
karışıyor.
Zaman
zaman kendileriyle de yüzleşiyor oblomov olanlar. Yapamadıkları yüzüne birer tokat
misali çarptıkça; önce kendisine sonra hayallerini gerçeğe dönüştüren herkese
öfkeleniyor. Kendisini zavallı gibi görüyor. İşte bu durum onu daha da
derinlere itiyor maalesef. Cesaret yok içlerinde. Ve sırf bu korku nedeniyle
hep yarım kalıyor hayatları. Çünkü uygun zaman hiç gelmiyor önlerine. Her şeyi
bildiklerini, anladıklarını sanıyorlar. Ama ilk adımı atacak güç ve cesaretten hep
yoksun kalıyorlar.
Ukrayna
asıllı ünlü Rus roman ve oyun yazarlarından Nikolay Vasilyeviç Gogol’un bir
cümlesi var ki; tam bu tanıma uyuyor. Şöyle diyor ünlü yazar;
‘’Yüzyıllar
yüzyılları izliyor ve yarım milyon tembel, mıymıntı insan; büyük bir uyuşukluk
içinde pinekleyip duruyor.’’
Uzmanların
toplumsal bir hastalık olarak tanımladığı bu kavramı hafife almamak gerekiyor. Çünkü
yaşarken ölmek; bu hayata karşı yapılacak en kötü davranış şekli.
O
halde gelin beraberce silkinelim. Hazır doğa tüm ihtişamı ile uyanırken, bizler
de uyanalım artık. Bilinçli olarak vazgeçelim hatalı hayatlarımızdan. Böyle
gelmiş böyle gider demek yerine, hayallerimizi gerçeğe dönüştürmek için o zor
ilk adımları atmaya çalışalım. Eyleme dönüştürelim tek tek.
Sadece
hayal kurmak değil söz ettiğim. Çünkü sınırsız bir hayal dünyaları var
oblomovların. Ama ya ötesi? Yok maalesef.
Düşünmek,
plan yapmak, hayal kurmak elbette önemli. Ama her şey onunla sınırlıysa ne
anlamı var ki?
Yaşam
bekliyor mu bizi? Hayır. Öyle büyük hızla ilerliyor ki, bizim yetişmemiz için
koşmamız gerekiyor neredeyse.
O
halde koşalım gerekirse. Ertelemeden, vazgeçmeden ve çok geç olmadan hayata
geçirelim hayallerimizi. Hayatın ve anların tadına vararak elbette. Detaylardaki
her rengi içimize sindirerek.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
10.03.2016
Not:
Beni bu önemli kavramla tanıştıran güzel kalp Sevgili Eser Demirbaşlı Tavman’a
sonsuz teşekkürlerimle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder