Kadın
olmanın MUHTEŞEM döngüsüyle kucaklıyoruz her birimiz dünyayı; içindekilerle
beraber.
Bir
BÜTÜN olarak.
Hücrelerimizi
oluşturan temel taşlardan bir tanesi olan; minicik mitokondri DNA’ mız bizlere
annemizden miras kaldı. Kız çocuklarımıza da bizim en değerli mirasımız olarak
aktarıldı. Ondan da kendi kızlarına geçecek ve bu kadim döngü yaşam devam
ettikçe sürecek.
Ben
bundan daha değerli bir miras düşünemiyorum. Çünkü sahip olduğumuz bu minicik
parçacık; tıpkı değerli bir PIRLANTA gibi.
Hiçbir
değişime uğramıyor.
Hiçbir
şeyden etkilenmiyor.
Zamana
yenik düşmeden, nesiller boyu taşınıyor.
Hâlbuki
hücre çekirdeğimizdeki diğer DNA’lar her yeni nesille beraber farklılaşıyor.
Çünkü erkekten gelen DNA’lar da devreye giriyor. Ama mitokondri DNA’mıza hiçbir etken dokunamıyor.
Bir
başka deyişle; annelerin mitokondri DNA'sı, çekirdek DNA'sı gibi babaların DNA'sına
karışmıyor. Dolayısıyla bizler annelerimizden aldığımız bu kadim mirası; kendi çocuklarımıza,
kızlarımıza ve oğullarımıza; miras olarak aktarıyoruz. Ancak bu olağanüstü aktarım
sadece kız çocuklarında hiçbir kesintiye uğramadan yıllar boyu devam ediyor.
Hal
böyle olunca bilim karşımıza yepyeni bir teori çıkarmış oluyor. 1987 yılında
Amerika Antropoloji Enstitüsü'nde araştırmalar yapan Rebecca Cann’ın bulduğu bu
hipotezin ismi ‘’Havva Hipotezi’’.
Bu
hipotezi geliştirmek adına; Asya’dan Orta Doğuya, Afrika’dan Avrupa’ya kadar;
dört ayrı kıta ve 700 kadının plasenta dokuları üzerinde araştırmalar yapıldı.
Sonuçta tüm kadınların mitokondri DNA’larının AYNI olduğu fark edildi. Bir
başka deyişle, eskilere gidildikçe tüm kadınların tek bir kadından gelme
olasılığı ağır basmaya başladı.
Hipoteze
bu yönüyle bakarsak, dünya üzerindeki tüm kadınların biyolojik kardeş olduğu
gerçeği ile yüzleşiyoruz.
Bu
şahane teoriyi daha iyi anlayabilmek adına gelin hücre yapımızı, onun temel
taşlarından bir tanesi olan mitokondrileri hatırlayalım.
Önce
hücrelerimiz.
Bizim
en minik parçacıklarımız onlar. Her birinde karmaşık yapılarda organeller var.
Organel,
Fransızca kökenli bir kelime. Hücre içerisinde bulunan, kendi içinde özelleşmiş
yapılar demek. Bedenimiz için organ ne ise, hücrelerimiz için de organeller
aynı anlamda kullanılıyor.
İşte
hücre içindeki bu organellerden bir tanesi de mitokondrilerimiz.
Mitokondri;
kelime kökeni olarak Yunanca’dan geliyor. İplik tanesi demek.
Yapısı
oldukça karmaşık ve ilginç.
Oval
veya çubuk şeklinde olabiliyor. Bölünme ve çoğalma özelliği var.
Her
bir özelliği ve parçacığı ise kendine has. Çalışma şekli, prensipleri, DNAsı,
proteinleri ile diğer organellere pek benzemiyor.
İşlevleri
tartışmasız çok önemli olan mitokondrilerimizin boyları 0,2-5 mikron arasında değişiyor.
Hücre
içinde dolaşırken, bir yandan da enerji üretiyor ve nerede enerji ihtiyacı
varsa oraya koşturuyor. Kısacası onlar bizim yaşam enerjimiz. Dışarıdan
aldığımız besinler değişime uğrarken, hücrelerimiz için gereken enerjiyi açığa
çıkartıyor. Yaşamsal olaylar için gerekli bu enerjinin neredeyse %95′ini
sağlıyor.
Öte
yandan genetik bilgilerimizi saklayan bir hazine kutusu kendileri.
Şimdi
bu muhteşem organellerin genetik kodlarının, anne baba DNAları ile beraber izlediği
yola bakalım mı?
Yeni
bir canlının oluşumu sırasında; hem anne hem de babanın hücre çekirdeğinde
taşıdıkları genetik malzemeler; çoğunlukla eşit miktarda yavrularına aktarılıyor.
Ancak
mitokondriler hücre çekirdeğinin dışında yer aldıkları ve çift zarla çevrili
oldukları için bu kurala pek uymuyor.
Bu
nedenle de üreme sırasında yavru canlı için gerekli genetik DNAlar sadece
anneden alınıyor. Babanın sperm hücresindeki genetik kodları ise yeni nesle
aktarılmıyor.
Peki
neden? ( devamı çarpıcı cevabı ile 2/2’de)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
28.11.
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder