
Evet
yanlış okumadınız. Zorundayız. Bu sefer ki yazı başlığım tam bir emir kipi
içeriyor.
Neden
mi?
Gelin
cevabı; izlediğimde beni hayli etkileyen ‘Mutluluğu Arayan Adam’ filminin
kahramanı; Hector versin.
‘’Çünkü
hepimizin mutlu olma kapasitesi var. İşte bize düşen o kapasiteyi tam verimi
ile çalıştırmak. Yorulmaya fırsat kalmadan.’’
Peki
bunu nasıl yapacağız?
Zorluklarla
mücadele ederken, giderek artan yoklukla baş etmeye çalışırken, sevgisizlik
yerini şiddete bırakırken; nasıl mutlu olmak zorunda olabiliriz ki?
Aslında
kolay bir felsefe yöntemi var bunun için. Bizlere YOKLUKLARDAN MUTLULUK
YARATMANIN yollarını gösteriyor.
İsmi
ise HYGGE FELSEFESİ.
İskandinav
ülkeleri için adeta bir YAŞAM BİÇİMİ.
Öylesine
içlerine sindirmişler ki hayati bir kavram olarak dünyalarına katmışlar.
Şimdilerde
tüm dünyada ses getiriyor bu kavram. Konu ile ilgili kitaplar yok satıyor.
Bu felsefeye uygun sohbet alanları, kafeler, barlar, oteller yapılıyor. Hatta bazı üniversiteler öğrencilerine bu kavramı öğreten derslere başlamış.
Hygge
Felsefesi, uzun zamandır dünyanın en mutlu ülkesi olarak seçilen Danimarka’da ortaya
çıkmış.
Bulundukları
konum, yaşadıkları coğrafik şartlar, zorlayıcı mevsimler ve hayat şartları;
yılar içinde onları öyle zorlamış ki; sonuçta buldukları bu basit yöntemle
mutluluk sıralamasında zirveye ulaşmışlar. Bu kavramı o kadar benimsemişler ki,
hayatlarının her anına katmışlar.
Kelimenin
tam bir karşılığı yok. Olumsuzlardan uzaklaşıp; ruhu sakinleştirmek ve küçük
mutluluklardan keyif almaya çalışmak aslında. Belirli katı kuralları da yok.
Herkese göre değişiyor. Yeter ki bizi nelerin mutlu ettiğini bilelim. Onları
yaratmak ve hatta korumak adına özen gösterelim.
Hani
ruhumuz dinginlik salıncağında aheste aheste salınırken; göz bebeklerimizin
güldüğü, içimizin ısındığı ANLAR vardır. Kısacık süren ama, bizi var olan
sorunlarımızdan uzaklaştıracak kadar güçlü olan ANLAR.
Her
türlü zorluğun ötesine geçmemizi sağlayan MUTLULUK anlarıdır onlar. Hepimizin
yakalayabileceği kadar kolay olmasına karşın, ne yazık ki çoğumuz sadece
seyrederiz. Başaramayacağımıza inancımız o denli yüksektir ki denemeyiz bile.
Kötü zamanların içinde gizlenen minicik pırıltıları fark etmeyiz. Çünkü yaşanan
zorlukları hemen kabullenip, üzüntünün kıskacına kendimizi koy vermek
kolayımıza gider.
Böyle
zamanlarda hemen hatırlayalım istiyorum bu kavramı. Elimizdeki her ne ise, eğer
imkan varsa bırakıp, bizi gülümseten bir güzelliğe adım atmak yetecek o anı
yakalamak için. Ortamı bırakamıyor, bizi zorlayan olaydan kaçamıyorsak işimiz
kolay değil farkındayım. Ama istersek mutlaka kendimizce bir çözüm bulabiliriz
diye düşünüyorum.
Yazımın
başlığını hatırlayalım mı?
Mutlu
olmak zorundayız. Bu kadar.
Bu
felsefede bazı ipuçları da var istersek uygulayabileceğimiz.
Ruhumuzu
sakinleştirecek ortamlar yaratmak ilk önceliğimiz. Anı yakalamak için farkında
olmak da. Ardından minicik keyifli adımlar atmaya başlayabiliriz. Ruhumuz
yavaşça dinginliğe vardığında; şükretmenin gücüyle elimizdekileri daha çok
sevmenin tadına varabiliriz. Attığımız aceleci adımları yavaşlatarak akışta
kalmaya özen göstermek elbette çok önemli. Ahenkle yaşamı koklarken, PAYLAŞMAnın
enginliğinde kulaç atmak, hayatın içinde güvenle yol aldığımızı düşünürken
kocaman GÜLÜMSEMEK. İşte mutluluğumuz katmerlendi.
Sadelik
içindeki naif bir yaşam ortamı ve yapacağımız basit şeylerle yorulmaya gerek
kalmadan mutlu olmak elimizde olmalı. Haksız mıyım?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
22.11.2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder