19 Kasım 2025 Çarşamba

İĞNE DELİĞİ (2/2)

Zaman geçtikçe Willard Wigan, bulabildiği her şeyden minyatür heykeller yapmaya devam eder.

Annesinin desteği ile giderek daha küçük parçalar yontar. Eseri ne kadar küçük olursa, isminin o kadar büyük olacağı sözlerine inanır ve bu inancın peşini hiç bırakmaz.

Wigan, yetişkinliğinde yirmi yıl boyunca bir fabrikada işçilik yaparak geçimini sağlar. Geceleri ise tutkusu olan minyatürleri üzerinde çalışarak heykellerini üretmeye devam eder.

Willard Wigan’ın heykelleri o kadar küçük ki detayları gözle görülemiyor.

Boyutları sadece 0,005 mm.

Bu nedenle heykelleri veya tasarladığı sahneleri incelemek için güçlü bir mikroskoptan yardım almak gerekiyor.

Kullandığı malzemeler nedir derseniz, onlar da hayli ilginç.

Minicik tahta parçaları, bir tişörtten tek bir lif, halı tüyü, uçuşan toz tanecikleri, örümcek ağı, kum tanesi, ölü bir sinekten alınan kıl, toza dönüşen cam kırıkları, hatta altın.

Eserlerinin yapım süresi 6 hafta ile 3 ay arasında değişiyor. Bu günlerde minyatür sanat eserlerini yapabilmek için, sinir sistemini kontrol etmeye çalışıyor.

Bu konuda meditasyondan yardım alıyor.

Çalışırken ellerinin titremesini önlemek için, iki kalp atışı arasındaki zamanı kullanıyor. Yani heykeline her dokunuşu için sadece bir buçuk saniyesi oluyor.

Şu anda İngiltere’de yaşayan ve çalışmalarına burada devam eden Willard Wigan; eserleri için ‘’kendisinin bir yansıması’’ ifadesini kullanıyor.

Amacı aslında küçük şeylerin, en büyük şeyler olabileceğini dünyaya göstermek. Görülmediği için yok sayılanların var olduğunu kanıtlamak bir anlamda.

Dünyanın sekizinci harikası olarak ünlenen Wigan; 2007 yılında İngiltere Kraliçesi Elizabeth tarafından ödüle layık görülür.

5 Eylül 2017 yılında Guinness Dünya Rekorları tarafından dünyanın en küçük el yapımı heykelini yarattığı kabul edilir. Bir insan fetüsünü tasvir eden heykeli sadece 0,078 x 0,053 milimetredir.

Willard Wigan, Ocak 2018 yılında; sanat ve heykele yaptığı önemli katkılardan dolayı; Warwick Üniversites tarafından fahri doktora unvanına layık görülür.

Uzmanlığı o kadar ses getirir ki; özellikle dünya çapında mikro cerrahları, nano teknoloji uzmanları ve üniversite profesörleri tarafından aranan bir kişi olur.

Pek çok ünlünün heykelini yapan, eserleri sigortalanan bu muhteşem sanatçı; hayat serüveni ile dünyaya örnek olmayı hedefler. İnsanların farkında olmadıkları becerilerini bulmaları gerektiğini savunur.

Annesinin dilinden hiç düşürmediği öğüdü olan HAYATTAYKEN YAŞAYABİLMEYİ hiç unutmaz ve bunu başardığı için kendisiyle gurur duyar.

Yaratıcılığı ve benzersiz bakış açısı ile zor olan yaşamını bambaşka bir hale getiren ve uzun zaman alsa da sonunda hak ettiği saygıyı ve takdiri kazanan tüm özel kalplere selam olsun.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.08.2025

Kaynaklar: https://www.dailymail.co.uk; https://en.wikipedia.org; https://dyslexia.yale.edu.

 

İĞNE DELİĞİ (1/2)

Hayattaki başarı örnekleri biliyorum ki hepimizin yaşama umudunu tazeliyor.

Üstelik zor günlerini başarıya dönüştürenlerin öyküleri ders niteliğinde adeta.

İşte onlardan bir tanesi de Willard Wigan.

Jamaikalı bir göçmenin oğlu.

İngiltere doğumlu.

Disleski hastası.

Sıradışı.

Zenci olduğu için aşağılanan bu çocuk zor ve yalnız bir çocukluk geçirir.

Ama yılmaz.

Yaptıkları ve aldığı ödüllerle ismini dünyaya duyurur.

Eserleri ile Guinness Rekorlar kitabına girer.

Nasıl mı?

Heykellerini genellikle bir iğne deliğine ya da bir iğnenin başına yerleştiriyor.

O minicik alanda harikalar yaratıyor.

Elbette ancak mikroskopla görülebiliyor.

Kendisi mikro minyatür heykeller yapan bir heykeltıraş.

Farklı.

Olağanüstü.

Hiç kimsenin aklına gelmeyen bir yerde adeta dünyaya kafa tutuyor.

Dolayısıyla başarısı alkışı hak ediyor.

Çocukken hep dışlanır Willard Wigan.

Küçük görülür.

Her hareketi aşağılanır.

Tüm bunlara bir de; dinleme, konuşma, okuma, yazma, akıl yürütme ile matematik yeteneklerinin kazanılmasında ve kullanılmasında önemli güçlüklerle kendini gösteren bir öğrenme bozukluğu olan; disleksi eklenince yaşamı acı içinde geçer.

Üstelik henüz ilkokul çağındayken, öğretmeni tarafından başarısızlık örneği olarak kullanılır.

Okul içinde sınıf sınıf gezdirilerek aşağılanır.

Bu durumdan öylesine etkilenir ki konuşma yeteneğini kaybetmeye başlar.

İyice içine kapanır.

Tüm bu olumsuzluklar arasında ise dinlemeyi öğrenir ve mücadeleci tavrından hiç vazgeçmez.

İşte o yalnız gecelerde eşsiz yeteneğini, yani çıplak gözle görülemeyecek kadar küçük boyutta sanat eserleri üretme becerisini keşfeder.

Kendisini bu şekilde ifade eder belki de, görünmez kişiliğini görünür yapmak ister içten içe.

Sevdiği sanatı yaralarına merhem olması için kullanır bilmeden.

Böylece yaşadığı acıyı, travmaları unutur.

Kimseyi ve hiçbir şeyi hor görmemeyi öğrenir.

Şimdi sıkı durun.

Henüz 5 yaşındayken yaşayacak bir yere ihtiyaçları olduğunu düşünerek karıncalara ev yapmaya başlar. Evlerinin içine sandalye dahi koyar. Sonra onlara ayakkabı ve şapka yapımına girişir.

Hayal gücü inanılmaz boyuttadır. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.08.2025

12 Kasım 2025 Çarşamba

HAYATI ŞEKİLLENDİREN KUVVET

Artık biliyoruz ki düşüncelerimiz hayatımızın yoluna döşenen taşlar.

Olumlu ve iyimser düşünceler yolumuzu kolaylaştırırken, yaptığımız seçimler doğrultusunda hayatımızı şekillendiriyor.

İçsel bir güç oluyor.

Motive ediyor.

Umutlandırıyor.

Böylece anların farkındalığında kavuştuğumuz mutluluk, içimizden dışarıya ışık olup yansıyor adeta.

Seçimin elimizde olduğu gerçeğini yeniden hatırlamak için; gelin şimdi paylaşacağım sade ama hoş anektoda yer verelim düşüncelerimizde.

Her şey bir şapka ile başlar.

New York’un küçük bir dairesinde annesiyle beraber yaşayan Maria’nın şapkası ile.

Maria büyük bir şirkette sekreter olarak çalışır.

Ona göre hayatı basit ve sıkıcıdır.

Kimsenin dikkatini çekmeyen, kendisiyle çok da barışık olmayan bir kızdır.

Günlerden bir gün işe giderken; yolunun üzerinde yeni açılmış bir şapka dükkanı görür.

Merakla içeri girer.

Dükkanda şapka deneyen müşteriler vardır.

Maria da hoşuna giden şapkaları denemeye başlar.

Denedikleri arasında bir tanesini çok sever. Şapkayı taktığı anda aynada kendisini çok güzel görür.

Bu arada diğer müşterilerden de hoş iltifatlar alır.

Toplum içinde ilk defa fark edilen Maria, aynada kendisine daha dikkatli bakar ve gerçekten harika göründüğünü düşünür.

Hiç zaman kaybetmeden kasaya gider ve şapkayı satın alır.

Kocaman tebessümlerle dükkandan dışarıya çıktığında, etrafındaki her şey kendisine çok farklı, ışıltılı ve güzel gelir.

Tüm bu güzellikleri daha önce fark etmediği için kendi kendine hayıflanır.

Caddenin gürültüsü bile ahenkli, çiçekler rengarenk ve hava tertemizdir. Adeta bulutlar üzerinde uçarcasına yürümeye başlar.

Tıpkı insanın aşık olduğunda hissettiği gibi, dünya ona her şeyi ile mükemmel görünür çünkü.

Bu harika hisle her zaman geçtiği kafenin önünden geçerken duyduğu iltifatlar onu daha da gülümsetir.

Kızaran yanakları ile yürümeye devam eder.

Ofis binasına geldiğinde kendisine kapıyı açan ve selamlayan görevliyi ilk kez fark ettiğine şaşırır.

Asansöre biner.

Çalışma katına geldiğinde iş arkadaşlarının iltifatlarını duymaya başlar.

Üstelik müdürü ilk defa olarak, yeni bir işle ilgili fikrini almak için onu öğle yemeğine davet eder.

Mesaisi bitip akşam olduğunda gülümsemesini hala koruduğunu fark eder Maria.

Evine otobüs yerine taksiyle gitmeye karar verir.

Şansına elini kaldırır kaldırmaz iki taksi önünde durur.

Sonunda eve varır.

Kapıyı açan annesi şaşkınlıkla kızının harika göründüğünü, gözlerinin tıpkı çocukluğundaki gibi parladığını söyler.

Maria da hemen oracıkta gününün mükemmel geçtiğini, kendisini harika hissettiğini ve hepsinin başındaki şapka sayesinde olduğunu açıklar.

Annesi şaşkınlıkla kızına bakarak hangi şapka olduğunu sorar.

Maria bir anda öyle şaşırır ki.

Hemen elini başına götürür.

O da nesi?

Şapkası başında değildir gerçekten de.

Ne olduğunu, şapkayı hangi ara, nerede çıkardığını anımsamaya çalışır.

Ancak anımsaması geciktikçe panikler.

En sonunda kafasını biraz toparladığında; şapkayı alıp kasaya gittiği ve cüzdanını çıkarmak için onu tezgaha koyduğu gelir aklına.

Yani şapkası dükkanda kalırken o da tüm gününü şapkasız geçirmiştir.

Ancak yaşadıkları, hissettikleri, gülümsemesi, hayata bakışı sadece şapka vesilesi ile açığa çıkan ışığıdır.

İçinde hissettiği mutluluk gözlerine, yüzüne, tavırlarına dolayısıyla tüm gününe yansımıştır.

Kıssadan hisse; günümüzü ve hayatımızı şekillendirecek olan basit farkındalıklarla zorlukları daha katlanabilir hale getirmek mümkün.

Yeter ki yaşamın kıyısında köşesinde kalmış her özel detayın farkında olalım.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.08. 2025

4 Kasım 2025 Salı

İKİNCİ YAŞAM UMUDU mu? (3/3)

İnsanlar araştırmalarında hep doğayı örnek alır. Buradan hareketle doğada bu yöntemi kendi kendilerine uygulayan canlıların varlığından söz etmeden olmaz.

Örneğin Alaska ağaç kurbağaları küçük boyutları sayesinde -2 derecede tamamen donup, -6 dereceye varan sıcaklıklarda günlerce yaşamayı sürdürebiliyor. Yazın ısınan havalarla çözünüp, yaşamlarına devam ediyor.

Nasıl mı?

Alaska kurbağaları, biyolojik dokularını donma hasarından korumak için kriyoprotektan isimli kimyasal bir madde salgılıyor. Sıcaklıklar düşmeye başladığında hücreler içerisinde biriken bu moleküller, donan hücrelerin büzüşmelerine engel oluyor. En büyük sorun olan buz kristalleşmesini durduruyor ve dokuları koruyor.

Buradan hareketle araştırmacılar hayvanları dondurma işini gündeme getirseler de, 1957 yılından sonra tamamen terk edilir. Çünkü iri organlar donduklarında, çatlayarak kırılabiliyor. İri doku kütleleri ise aşırı düşük sıcaklıklarda tamamen parçalanabiliyor. Kısacası dondurma işleminde boyut son derece önem kazanıyor.

Buraya gelene kadar paylaştıklarımla; öldükten sonra bedenin nasıl bir işlemle dondurulduğunu merak ettiğinizi biliyorum.

Bu uygulamanın bir parçası olmak isteyenler öncelikle bir kryoniks tesisine üye oluyor.

Son derece yüksek yıllık üyelik ücretini ödüyor.

Sonra bekleme devresi başlıyor.

Üyenin kalbi durup yasal ölü olarak ilan edildiğinde, tesisteki acil müdahale ekibi harekete geçiyor.

Tesise varıncaya kadar, beyne yeterli oksijen ve kan sağlanarak bedeni stabilize edecek her türlü önlem alınıyor.

Tesise varıldığında tıbbi ekip tarafından esas uygulamaya başlanıyor.

Organların ve dokuların aşırı düşük sıcaklıklarda buz kristali haline gelmesini önlemek için, donmaksızın derin soğutma tekniği olan vitrifikasyon işlemi uygulanıyor.

Bedendeki su, koruyucu kimyasal kriyoprotektan ile değiştiriliyor. Beden sıcaklığı -130 santigrat dereceye ulaşana kadar bir kuru buz yatağında soğutulmaya devam ediyor.

Ardından beden yaklaşık -196 santigrat derece sıcaklıkta sıvı nitrojen ile doldurulmuş büyük bir metal tank içindeki ayrı bir kaba baş aşağı yerleştiriliyor. Nedeni tankta olası bir sızıntıya karşı, beynin dondurucu sıvının içinde kalmasını sağlamak.

Araştırma notları halihazırda yüzlerce bedenin bu şekilde koruma altında saklandığını gösteriyor.

Gelin görün ki bugüne kadar hiç kimse henüz hayata döndürülmemiş.

O nedenle bilinmezlikler hala varlığını koruyor. Belki de bu yüzden bazı eleştirmenlerin bu uygulamaya karşı çıktığını da belirtmemiz lazım.

Yine de umutla araştırmaya gönül verenler, ilk kriyonik canlanmanın 2040 yılı civarında gerçekleşebileceğini tahmin ediyor.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

12.07.2025

Not: Beni bu özel belgeselle buluşturan ve yeni bir konuyu araştırmama vesile olan canım arkadaşım Sevgili Türknur Fadıllıoğlu Çivici’ye kocaman teşekkürlerimle.

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://evrimagaci.org; https://www.mprnews.org.

 

İKİNCİ YAŞAM UMUDU mu? (2/3)

Donma ve yeniden dirilme olayı 20 Aralık 1980 günü, havanın -30 derece olduğu bir gece; Minnesota’da yaşanır.

19 yaşındaki Jean Hilliard, karla kaplı yolda arabasıyla evine giderken, birden sürüş kontrolünü kaybeder.

Arabasıyla çukura saplanır. Kazada yaralanmaz, ancak ne yaparsa yapsın arabasını çukurdan çıkaramaz.

Sonunda yol bilgisine güvenir ve tanıdığı arkadaşından yardım istemek amacıyla dışarıya çıkıp karda yürümeye başlar. Ancak soğuk nedeniyle hedefine yaklaşsa da fazla ilerleyemez ve yaşadığı aşırı yorgunluktan dolayı olduğu yere yığılır.

Ulaşmaya çalıştığı arkadaşı tarafından bulunduğunda, komple donmuş haldedir.

Kısa sürede olay yerine gelen ambulansa alındığında nabız ölçümü elle yapılamaz, çünkü donmuş bedende damar bulunamaz.

Bu nedenle kullanılan ölçüm cihazı nabzın dakikada 6 defa attığını gösterir.

Hillary yaşama tutunmuştur. Hatta donmuş halde dakikada 2-3 defa nefes alıp verdiği gözlenir.

Bu arada vücut sıcaklığı ölçülemez. Beden sıcaklığının 26 derecenin altında olduğu varsayılır.

Hemen gerekli müdahale yapılır. Beden sıcaklığı artmaya başladığında vücuda sıvı girişi sağlanır.

Hilliard, hastanede birkaç gün yatar ve tamamen iyileşerek yaşamına geri döner.

Buradan hareketle kriyonik teknolojisine dönersek, sonuçlar hakkında umudumuz artar mı dersiniz?

Kriyonik alanında çalışan araştırmacılar; kalbin atmayı bıraktığı yasal ölümde, geride kalan küçük hücresel beyin fonksiyonlarını korumayı ve gelecekte diriltmeyi baz alıyor. Yani bu teknoloji, soğuk bir havada donan bir kişiyi diriltmekten oldukça farklı.

Burada insan vücudu kademeli olarak -196 dereceye kadar soğutuluyor. Böylece uzun süre korunan bedenin, zamanı geldiğinde yine kademeli olarak ısıtılarak diriltilmesi planlanıyor.

Gelin görün ki temel bir sorun söz konusu.

Çünkü hücreler, donduğunda büzüşüyor. Hal böyle olunca buna bağlı olarak tuz konsantrasyonu artıyor.

İlerde hücreler çözüldüğünde normal fonksiyonlarına dönüp dönmeyeceği konusu oldukça şüpheli. Ek olarak, gerek hücre içinde gerekse arasında oluşan buz kristallerinin, hücreler arası iletişimi bozacağı için organların normal çalışmalarını etkilemesi  gerçeği var.

Şu anki teknoloji ve bilgilerle.

Belirsizlik ve yanıtsız pek çok soru olsa da, gelecekte hepsi tek tek aydınlığa kavuşacak diye düşünüyorum. (devamı 3/3’te)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

12.07.2025

 

İKİNCİ YAŞAM UMUDU mu? (1/3)

 

Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine ‘Kriyoniks: İkinci Yaşam Umudu’ isimli bir belgesel izledim.

Bu samimi belgesel; Taylandlı bir bilim insanı ve ailesinin, ölmekte olan, çok sevdikleri bebeklerini kriyonik olarak dondurmaya karar verme serüvenini anlatıyor.

İzlerken aklıma üşüşen soru yağmuruna engel olamadığımı ve beni fazlasıyla etkilediğini itiraf etmeliyim.

Kriyoniks, geleceğe yönelik bir umuda tutunma aslında.

Umut diyorum, çünkü gelecek yıllarda bu konu ile ilgili sonuçların ne olacağı hala kesinlik kazanmış değil.

Yani bir bilinmezlikte umut ediyorsunuz.

Bu ne yaman bir çelişki.

Üstelik hayatımda her şeyin kesin ve net olmasını seven birisi olarak bu yöntem; bazı noktaları ile beni şaşırtıyor, şüpheye yöneltiyor, gerçekleşme olasılığını düşündürüyor.

Kriyonik,   gelecekte gelişecek tıp teknolojisi sayesinde bir gün yeniden canlandırmak umuduyla, insan bedeninin dondurulması ve aşırı düşük sıcaklıklarda korunması demek.

Bu fikrin çıkma sebebi; günümüz şartlarında tedavisi olmayan  hastalıklara yakalanan ya da ölen kişilerin dondurulması ve gelecekte tedaviler bulunduğunda yeniden canlandırılması aslında.

Konunun uzmanları dondurulan kişilerin bedenlerinin bu yöntemle kriyonik süspansiyon hâlinde saklandığını belirtiyor.

Tarihte bu yöntemi ilk dile getiren kişi, ölümsüzlük araştırması yapan Amerikalı bilim insanı Jacques Dubourg olur.

1955 yılında İngiliz bilim insanı James Lovelock, mikrodalga diatermi yöntemini kullanarak sıfır derecede dondurulmuş fareleri canlandırmayı başarır.

1962 yılında yazdığı ‘Ölümsüzlük Beklentisi’ isimli kitabı nedeniyle ‘kriyoniğin babası" olarak bilinen Amerikalı fizikçi Robert Ettinger ise kriyoniğin temelini atar.

Üstelik kendisi bu olayı bizzat deneyimlemek ister.

1964 yılında bu işlemleri yapmak, kriyoniksi hayata geçirmek amacıyla Evan Cooper tarafından 'Life Extension Society' (LES) firması kurulur.

1967 yılında psikoloji profesörü Amerikalı James Hiram Bedford, 73 yaşında dondurulan ilk insan olarak tarihe geçer.

Cryonics Ensitütüsünde dondurulan profesörün bedeni, saklama ünitesinde 1979 yılında yaşanan tatsız bir soruna rağmen kurtarılır.

1987 yılında Berkeley Üniversitesinden Dr. Paul E. Segall köpeğini 15 dakikalığına dondurtur.

2015 yılında ise Çinli çocuk edebiyatı yazarı Du Hong, 61 yaşında dondurularak saklanmaya alınır.

Günümüzde bu işlemi yapabilecek donanıma sahip 5 firma var. Bunlardan dördü Amerikaya, bir tanesi de Ruslara ait. Buralarda yüzlerce beden dondurulmuş halde ve yaklaşık 1500 kişi de sırada.

Hatta bazı topluluklarda bedenin dondurulma yıl dönümü "Bedford Günü" olarak kutlanıyor.

Gelişen teknoloji ile beraber elbette yeni sistemler üzerinde yoğun bir çalışma ve araştırma söz konusu.

Gelin görün ki dondurulan bedenin çözülmesi sırasında ne gibi komplikasyonlar çıkacağı, nasıl önlemler alınacağı tam bir muamma.

İşte bu noktada yaşanmış gerçek bir donma ve yeniden dirilme olayına göz atmamız yerinde olur diye düşünüyorum. (devamı 2/3’te)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

12.07.2025

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...