21 Ocak 2010 Perşembe

YETER SUS RUHUM



Duyguların yerlerde olduğu, en diplerde süründüğü haller vardır hani…Her şey gözünüze anlamsız gelir, dokunsalar ağlayacakmış gibisinizdir. Duygusal yükleriniz o anlarda omuzlarınıza öylesine ağır gelir ki taşıyamazsınız, ağırlığı altında ezilir ezilirsiniz. Yorgun, bitkin, hayattan bıkmış bir haldesinizdir. Her şey üstünüze üstünüze gelir adeta. Dün kahkahalar atan, gülen, mutlu ve şanslı olduğuna inanan, şükreden siz değilsinizdir sanki.


Aslında sizi etkileyen çok büyük bir şey olmamıştır belki ama, sabah uyandığınızda nedense mutsuz olduğunuzu yada bir boşlukta bulunduğunuzu hissetmişsinizdir. Kendinizi işe yaramaz birisi olarak gördüğünüz an’larda işte böylesi an’lardır. Sağlığınızla ilgili endişeleriniz, gelecekle ve sevdiklerinizle ilgili kaygılarınız peşpeşe aklınıza hücum eder. Biriyle mücadele ederken, bir diğeri göz kırpmaya başlamıştır bile.

Ağlamak istersiniz, doya doya ağlamak ve rahatlamak. Birde yalnız kalmak…Kendinizle daha bir hesaplaşmak; geçmişinizi, unutamadıklarınızı, affedemediklerinizi sorgulamak; en çok da bu nedensiz boşluğa isim koymak adına.

İçiniz sıkılır, her ne yaparsanız yapın bu iç sıkıntısından kurtulamazsınız. Bir gün önce gezindiğiniz sahil, arabanızda dinlediğiniz müzik aynıdır ama yok, bir şeyler eksiktir sanki; ne yaparsanız yapın aynı çoşkuyu hissedemezsiniz işte. “Bana neler oluyor böyle?” dersiniz, iç sesinizi duymaya, peşpeşe attığı çığlıkları yakalayıp, kendi kendinizi teskin etmeye çalışırsınız. Bir yandan da durup dururken içine düştüğünüz bu ruh halini anlamaya çalışır, “neden” sorusuna cevap ararsınız ümitsizce.

Kimsenin sizi anlamasını bekleyemezsiniz, çünkü siz kendinizi dahi anlayamaz haldesinizdir. Ne olmuştur size bilemezsiniz.

Nasıl da karmaşıktır duygularınız, içiniz acımaktadır işte, tıpkı keskin bir bıçak dokunmuşcasına. Elinizden hızla kaydığını görürüsünüz olumlu düşüncelerinizin, yerine ise karamsarlık ve olumsuzluk gelip çöreklenmiştir izinsizce.

Aşırı hassaslığınız, kırılganlığınızla çekilmez hale gelirsiniz birdenbire. Siz bu halinizle sevdiklerinizin kalbini kırarken, aslında onların sizi kırdığını ve anlamadıklarını düşünürsünüz.


Göz yaşlarınız akmaya her an hazır şekilde göz pınarlarınızda beklemektedir. Nedenli nedensiz her şeye, izlediğiniz bir filme, dinlediğiniz eski bir melodiye, okuduğunuz yazıdaki bir satıra…hemen gözleriniz dolar.

Ağrılarınız daha bir dayanılmaz hal alır, ruhunuzun kırılganlığı bedeninizi esir aldığı için acılara dayanma katsayınız o denli azalmıştır. Bazen de tam tersi olur, ne kadar acı yüklenirse yüklensin bedeninize duymazsınız, çünkü kalbinizin yarası çok daha büyüktür. Fiziki değişiklikler bile sizin tarafınızdan böyle karmaşık algılanır işte. Onun bile tutarlılığı yoktur.

Ruhunuz terki diyardadır sanki…nedensiz bir şekilde gitmiş ve sizi bir başınıza bırakmıştır, öksüz gibi hissedersiniz kendinizi, elinden oyuncağı alınmış bir başına kalmış, çaresiz üzgün, ağlamaya hazır bir çocuk gibi…

Size uzanan elleri, sevgi dolu sözcükleri duymaz olur kulaklarınız. Kaçmak, her şeyi ardınızda bırakıp uzaklara gitmek istersiniz, çok uzaklara. Oysaki bu iç karartıcı düşünceleriniz de sizinle birlikte gelecektir o anda bunu düşünemezsiniz. Mesele kendi içinizdedir çünkü, kendi dünyanızdaki hesaplaşmanızdadır. Kaçıp gitmek çözüm değildir.

Hemen hepimiz benzer şeyleri yaşıyoruz biliyorum. Kimimiz daha hafif, kimimiz daha derin bu duygusal fırtınalardan nasibimizi alıyoruz. Kurtulmak için yaptıklarımız ise yine çok farklı.

Hepsi bize özel, bize has.

Peki ya sonuçları?


Sonuçları izlediğimiz yolla ilgili olarak yine hepimizde öylesine farklıdır ki…Kimimiz bir başımıza bu sorunların üstesinden gelmeye çabalarız, kimselerle paylaşmadan ki bu en zor tercihtir aslında. Çünkü yeterince güçlü değilsek ve üstelik bizi zorlayan psikolojik baskılar ağırsa çok ödün vermemiz gerekir, çok yıpranırız bu mücadele sırasında.

Kimimiz yakın çevremizden, ailemizden, sevenlerimizden yardım bekleriz, onlarla paylaşırız tüm sıkıntılarımızı. Paylaştıkça hafiflediğimizi hissederiz. Bu bir anlamda en üzgün anlarda yaslanacak bir omuz, bir destek bulmanın belirtisidir. Böyle zamanlarda her kafadan bir ses çıkar, herkes kendince yorumlar yapar ve aklımız fazlası ile karılır ama yine de paylaşıp rahatladığımızı hissederiz.

Bir kısmımız ise profesyonel yardım almayı daha doğru bulur ve günümüzde hala çoğumuzun psikolojik yardımları yadırgamasına, tepki göstermesine rağmen kararlılıkla etraf ne ne der diye düşünmeden, kimseden çekinmeden, utanmadan( ki ortada utanılacak hiçbir şey yoktur) sıkıntılarına çare arar. Belki de en güzel çözüm yolu budur. Çünkü fiziksel rahatsızlıklarımızda nasıl doktorlara gidiyor ve yardım alıyorsak; psikolojik sıkıntılarımızda da böylesi yardımları almanın çekinilecek hiçbir yanı yoktur bence. Önemli olan hangi yolu tercih ettiğimiz değil, bir an önce olumlu düşüncelerimize kavuşmamız ve bir an önce hayatın o güzel değerlerine sevgiyle kucak açıp gülümseyerek “yaşamak ne güzel” diyebilmemizdir.


Aslında biliyor musunuz, yere düştüğümüz an’la yerden kalktığımız an arasındaki süreyi ne kadar kısa tutabilirsek; toparlanmamız o ölçüde kolay olacaktır.

Olaylara daha normal yaklaşmak, ruhumuzu kıskacına almaya çalışan stresi daha düzeyli yaşamaya çalışmak bizi olduğumuzdan güçlü yapacaktır. Çünkü bir olaya yaklaşımımızla onu kabul edişimiz arasında çok yakın bir ilgi vardır. Hayatı tüm olayları ile olduğu gibi görmek; sadece izlemek yerine, bilfiil yaşamın içine katılıp mücadele etmek aslında bu kadar basittir. Peşinden ise huzur gelecektir, huzuru yakalayan bir kişinin mutluluğu yakalaması ise her zaman daha kolaydır.

Paylaşmak istediğim bu cümleyi çok seviyorum ben. Tabii sadece sevmek yetmiyor, ah! Birde hayatımızda uygulamaya soksak. “Evrende bir gözlemci olup, çevremizde olan biteni izlemek yerine; evrende bir oyuncu olup küçük de olsa fark yaratmayı seçmek her zaman en güzelidir.”

Ruhsal dinginliğin hep yanı başımızda olması dileğimle…

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ
20.11.2006

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...