3 Mayıs 2014 Cumartesi

TEBDİL-İ KIYAFET ‘INCOGNITO’ (2/3)

Nefes alıyoruz.

Yaşıyoruz.

Düşünüyoruz.

Hissediyoruz.

Hayata geçiriyoruz.

Ancak tümünü bilinç dışı olarak yapıyoruz.

Buna sebep olan da tamamen karanlık bir kutunun içindeki beynimiz. Bizi dinlemiyor. Gizli bir şekilde başına buyruk çalışıyor. Zihnimize sürekli oyunlar oynuyor. Kendisine gelen sinyaller kesilmediği sürece; bu sinyallerin NEREDEN geldiği ile ilgilenmiyor. Ve iş sunuma geldiğinde kendi gösterisine yine kendisi karar veriyor.

Bu muhteşem organizasyonu bize sunarken tebdil-i kıyafet ‘incognito’ yapıyor. İşine karışılmasını istemiyor.

Hadi gelin bu durumu kendimizden örneklerle pekiştirelim. Sizler de mutlaka dikkat etmişsinizdir.

Uyumlu, güzel dans eden bir çiftiz diyelim. Ne zaman, müziği ve ahengi bırakıp ayak hareketlerimize dikkat edersek ayaklarımız birbirine dolanmaz mı?

Her akşam güzel sunumlar yaptığımız masamıza ve yemeklerimize fazladan kafa yorduğumuz da ise olanlar olur adeta. Tam da istediğimiz gibi şeyler yaratamayız. Bir şeyler eksik kalır, lezzet bile tam kıvamını bulmaz sanki.

Bir yandan salata yaparken, diğer yandan cep telefonumuzla nasıl konuştuğumuzu düşünmeyelim bile. Anında parmak ucumuz bıçaktan nasibini almaz mı?

İşte bunların hepsi ayrıntıları merak etmemizden, kafa yorup bu gizliliği kurcalamamızdan kaynaklanıyor aslında.

Yaptığımız her ne olursa olsun; işlemlerimizin verimliliği düşüyor. Çünkü bizim muhteşem beynimiz tebdil-İ kıyafet yaparak, bizleri rutine bağlıyor. Bir anlamda dile gelip ‘ben tıkır tıkır işliyorum, karışma’ diyor.

Peki bu rutinleşmenin bize zararı var mı? Konunun uzmanları; işler otomatikleştikçe, eylemlerimizin özüne, bilinç düzeyinde erişme olanağımızın o ölçüde azaldığını belirtiyor.

Aslında bu önemli durum, uzuvlarını kaybedenlere  kocaman bir hediye niteliğinde. 

Böylece yaşama yeniden tutunmaları, hayallerine ulaşmaları sağlanabiliyor. Nasıl mı? Özellikle bir duyusunu kaybeden engelliler üzerinde yapılan araştırmalar; beynin bir duyunun yerine yenisini koyabildiğini göstermiş.

Everest dağının zirvesine tırmanan ve 13 yaşında gözlerini kaybeden dağcı Eric Weihenmayer  bunun için çarpıcı bir örnek. Çünkü dilindeki levhadan beynine gönderilen sinyallerle görmeyi ve hedefine varmayı başarmış.

Aynı teknikle dalgıçların bulanık sularda; askerlerin zifiri karanlıkta 360 derecelik görüşe sahip olması sağlanmış.

Üç yaşındayken görme yeteneğini kaybeden, yine de dünyanın en iyi iniş kayakçısı olan Mike May’ın yaşam öyküsü ise daha farklı. Çok uzun yıllar gözleriyle değil sadece beyin sinyalleriyle görüp yaşamaya alışmış. Bir güzel tesadüf sonucu, geçirdiği başarılı ameliyatla gözlerini yeniden kazandığında ise ne olmuş biliyor musunuz? Yıllardır sadece sinyallere duyarlı beyni gözleriyle nasıl göreceğini bilememiş. Mike ise yılmamış. Yeniden kazandığı gözleriyle görebilmesi için beynine görmeyi yeniden öğretmiş.

Nasıl güzel mucizeler bunlar. Öyle değil mi? Karanlıktaki beynimiz zihnimizle kendi ışığını kendi kurguluyor ve yaratıyor.

Bu demek oluyor ki; her birimiz beynimizle MUHTEŞEM şeyler başarabiliriz. Yeter ki isteyelim, deneyelim ve çalışalım. (devamı 3/3 ‘ de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

30.03.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...