Yaşamın
içinde mükemmel olmamız gerekmiyor. Kusurlu yanlarımızla da güzelliği yakalamak
mümkün. Üstelik bu bir felsefi yaklaşım.
Nam-
ı diğer Wabi – Sabi.
Yani
kusurun içindeki estetik ve güzellik.
İsmini
Japon kültüründen almış.
Yaşamla
barışık olmanın kurallarını hatırlatıyor bize. Her yerde gözümüze batan
kusurları ve elbette kendimizdeki kusurları; büyütmeden kabullenmenin doğal
yollarını da. Bu nedenle paylaşmak istedim bu yazımla beraber.
Kusurun
sözlük anlamı; ideal olandan uzak kalan, eksik, bozuk demek.
Şimdi
kendimize soralım mı? Hangimiz eşyalarımızdaki, kendimizdeki, etrafımızdaki
kusurlarla barışık yaşıyoruz?
Bence
pek çoğumuz kaçışlardayız. Kusuru itiraf etmekten bile uzağız bazen. Hemen
inkar ediyoruz. Ardından yakınmaya, yavaş yavaş endişelenmeye başlıyoruz.
Olumsuz tepkilerimiz artıyor.
Peki
bizler böyle yaptıkça kusurlar, her nerede ve her ne ise azalıyor mu?
Hayır.
Tersine bizim ruhsal yapımız sendelemeye başlıyor. Mutsuzluk bulutları
etrafımızı sarıyor. Kısacası öyle ya da böyle olumsuz olarak etkileniyoruz.
Yapılan
bilimsel araştırmalar ise bunu engellemenin tek yolunun; yaşamı olduğu gibi
kabul etmek ve olan değişiklikleri sakince karşılamak gerektiğinde hemfikirler.
İşte ancak o zaman ruh yapımız dinginliğini koruyor.
*
Yargılamak, suçlamak yerine her kusurda güzel olanları FARK ETMEK.
*
Hiçbir şeyin sonsuz olmadığını, süreçlerden ibaret olduğunu bilmek.
İşte
felsefenin temeli bunlar. Ne kadar şahane bir bakış açısı. Ben bayıldım.
Wabi;
sade, maddeye değil maneviyata değer
veren, alçakgönüllü, doğayla uyumlu demek.
Sabi
ise; zamanla değişen, eskimiş, solmuş demek.
Birlikte
ise anlam muhteşem bir güç kazanıyor adeta. Ve bize kusurun içindeki güzelliği
fısıldıyor.
Peki
bu felsefe nasıl çıkmış dersiniz?
16.
Yüzyılda Japonya’da filizlenmiş. Öyküsü basit ama ilginç.
Günlerden
bir gün Zen rahibi Sen no Rikyu; çay yapma sanatını öğrenmek ister. Ve ünlü Çay
Ustası Takeno Joo’nun ziyaretine gider. Ancak öğrenci olarak kabul edilmesi
için mini bir testten geçmesi gerekir. Çay ustası; rahipten bahçeye bakım
yapmasını ister. Öğrenci olmayı çok isteyen rahip, bahçeyi tertemiz yapar.
Düzeltir. Toprağı havalandırır. Sonra eserine bir göz gezdirir. Ama
yaptıklarını yeterli görmez. Bahçedeki kiraz ağacına yönelir. Ağacı şöyle bir
silkeler. Kiraz çiçekleri pembe karlar gibi toprağa düşer. İstediği estetik
dokunuşu sağlayan rahip işini bitirdiğinde; bahçenin son halinden memnun olan
çay ustası da onu okula kabul eder.
Ayrıntıları
fark etmenin, oradaki güzelliği görmenin, her şart altında estetik ve zarafeti
yaşama katmanın ilk tohumlarıdır bunlar.
Sadeleşmeden
olması mümkün değil elbette. Çünkü dağınıklık, karmaşıklık arasında detaylar
yok olmaya mahkum. Maddiyat değil, manevi değerler bizi zenginleştirecek.
Gözümüzü açacak. Unutmamak gerek.
Ne
kadar çok gözlem yapar, hayatımızı ne kadar sadeleştirir ve karmaşalar arasında
ne kadar sakin kalırsak; o kadar avantajlıyız.
Her
yazımda altını ısrarla çizdiğim ve kendi yaşamımda da önemsediğim zarafet
tınılarını; kusurun içinde de bulabilmek; şahane olmaz mı sizce de?
Geldik
gidiyoruz. Hiçbir şey kalıcı değil. O halde var olduğumuz sürece; hangi yaşta
olursak olalım; kusurları olduğu gibi kabul edelim. Zarafetle yaşayalım.
Sakinliğimizi her şekilde korumaya özen gösterelim.
Yaşam
sanatçısı olmak kolay değil elbette. Ama bunu ustaca becerenler de var. Ben
hepsinin önünde saygıyla eğiliyorum. Rol modellerim onlar.
Belki
farkında değiliz ama hepimiz yaşam ustalığında yol alıyoruz. Bu süreçte sade,
alçakgönüllü, zarif, elden geldiğince olumlu ve tebessümlü olmak en güzeli. Ruhumuz
dingin, ufkumuz açık ve yaşamdaki yolumuz Wabi - Sabi felsefesinin dokunuşları
kadar değerli olsun.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
16.05.
2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder