Her
türlü çarpıcı duygunun kıyasıya rekabet ettiği bir arena belki de.
Tebessümün
mutluluğa göz kırptığı, acının kederle dans ederken gözyaşlarına emir verdiği
anlar silsilesi.
Yaşamımızı
anlamlı kılmak, mutlu anlarımızı çoğaltmak uğruna verdiğimiz uğraşta aklımızı
çelenler var oysaki.
Neyi
neden yaptığımızı sorgulatan acımasız duygular.
Neler
mi onlar?
Ruhumuzu
titreten kaygılar.
Kişiliğimizin
şekil almasını sağlarken bizi yontuyor. Ruhumuzu hallaç pamuğu misali atıyor.
Bu kaygılar karşısında ruhumuz titrerken bazı yerlerde kalıcı hasarlar
alıyoruz. Ve biz hiç farkına varmadan ömür boyu onların iziyle yaşıyoruz.
Varoluşçu
psikoterapinin en önemli temsilcilerinden Amerikalı profesör yazar Dr. Irvin
Yalom; bu kaygıları dört ana bölümde topluyor.
Özgürlük,
Ölüm, Yalnızlık, Anlamsızlık.
*Özgürlük
yaşam sahnesinde karşımıza çıkan seçeneklerdeki sorumluluğu bize yüklüyor. Bu
büyük sorumluluğu tek başımıza yüklenip altından kalkmamız gerekiyor. Üstelik
seçenekler arttıkça seçim zorlaşıyor. Sonuçları yanlışlar ve hatalar olsa da,
her seçim bizim kendi seçimimiz oluyor. Elbette yan etkenler var. Devasa
engeller, aşılması zor setler hatta. Ama hiç biri bizim yaşam yolumuzdaki
seçimimizde ana etken rolü oynamıyor.
Küllerimizden
doğabilmek de bize ait, o küller arasında yitip gitmek de.
Her
şeyi kadere yükleyip işin kolayına kaçan da biziz. İnatla direnip, değişime
kucak açan da.
Burada
başarılı olmanın yolu seçimlerimizde esnek olmamız. Gerekirse diğer seçenekleri
düşünüp onlara şans tanımamız. Yaratıcı bir zeminde amacımıza giden en doğru
seçime odaklanmak için zihnimizi açık tutmamız da önemli.
*Ölüm
kaygısı, hayatın bir yerde bitişi olarak yer alıyor. Bunu kabulleniyoruz ama
anlamak da zorluk çekiyoruz. Özellikle sevdiklerimizin kayıpları bizi adeta
ateş çukurundaki közlerle imtihan ediyor. Aradan geçen yıllar o kayıplara
merhem olmuyor. Ve bizler her ölüm acısıyla biraz daha büyüyoruz farkına
varmadan.
Yaşamdaki
o inatlaşmanın anlamsızlığı içinde debelenirken; yapay değil gerçek bağlar
kurmayı başarmak, gerçekten yaşadığını hissederken anların tadına varmak ve
başkalarının hayatlarında olumlu etkiler bırakmayı seçmek muhteşem olmaz mı? Olur
olmasına da kolay değil biliyorum.
*Yalnızlık
kaygılar arasındaki uçurumlardan bir diğeri. Hele ki kendi kendimize yetmenin
yolunu bilmiyor, bunun için çabalamıyorsak vay halimize.
Deli
gibi korkuyoruz yalnız kalmaktan.
Oysaki
yalnızlık içimizdeki çocuğun istediği gibi hoplayıp zıpladığı, özgürce
haykırdığı bir zaman dilimi. Etrafımızdaki insanlar, sevdiklerimiz, ailemiz
bizim yaşam paydamızda yer alırken de yalnızız aslında. İşte bunu bilsek ve
yalnızlıktan korkmasak…
*Anlamsızlık
kaygısı ise diğer üçünün toplamı diyor Dr. Yalom.
Düşünsenize
hayatın renkli seçim skalasından istediğimizi seçme özgürlüğünde; kalabalıklar
arasındaki yalnızlığımızda ve değiştiremeyeceğimiz sonda; hayatı düşünüp her
şeyin aslında nasıl da boş olduğunu sorguladığımız o anlarda göz kırpıyor bize.
Karşımıza
çıkan olaylar, duyduğumuz bir söz, okuduğumuz bir cümle, seyrettiğimiz bir film
karesi bizlere bir şeyler anlatıyor. Bizim onları fark etmemiz ve
yorumlamamızla anlam kazanıyor. Hayat buluyor adeta.
Kısacası
başımıza gelen olayları seçemesek de, onları yorumlama özgürlüğü elimizde.
Hayatımızı kontrol edebilmemiz de.
Yani
hayatın anlamsızlığına değil, anlamına kafa yormalı. Hayata gelişimizin, var
olmamızın bir sebebi olduğuna tutunmak en iyi çare bana göre. Çünkü hiçbir şey
sebepsiz değil. Hayattaki her karşılaşma bize bir şeyler öğretiyor. Ya
eksiklerimizi başımıza kakıyor. Ya ne denli şanslı olduğumuzu fısıldıyor. Tüm
bunlar da hayatın anlamını kuvvetlendiriyor. Çünkü zihnimizde bir şeyler
canlandırıyor. O anlamlar tiyatro sahnemizdeki ışıkları daha albenili hale
getiriyor.
Gelin
ruhumuzu titreten tüm bu kaygılara karşı daha güçlü olmanın yollarını bulalım.
Önce bu konuda herkesin tereddütleri olacağını unutmayalım. Ardından cesaretle
üstlerine gidelim. Bugünü yaşama arzusunda daima tebessümle…
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
26.11.2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder