Yeri
gelir korkarız.
Yeri
gelir göz pınarlarımıza hücum eden gözyaşlarımızla mücadele ederiz.
Yeri
gelir öfkeleniriz kendimize, etrafımızdakilere.
Anları,
o zorluklar içinde bile bize gülümseyen çiçekleri göremeden didinip dururuz.
Her
gün bir sınav gibi karşımıza dikilen sorunların biri bitmeden bir başkası
başlar.
Yoruluruz.
Hayattan
bıktığımızı bile düşünürüz zaman zaman.
Dalgaların
arasında soluk almaya çalıştığımız o zamanlarda en çok da yalnız olduğumuzu
düşünürüz.
Sevdiklerimizin
yanımızda olmadığına hayıflanır, artan kırgınlığımızla ne yapacağımızı
bilememenin şaşkınlığı arasında salınır dururuz.
Peki
gerçekten yalnız mıyız dersiniz?
Fiziken
olmasa bile kalben destekleyenlerimiz yok mu?
Bu
sorulara cevap vermeden önce gelin minicik bir öyküye kulak verelim.
Amerika’nın
beş büyük Kızılderili kabilesinden birisi olan Cherokee Kızılderilileri, erkek
çocuklarını hayata hazırlamak adına bir sınavdan geçirir.
Bunun
için babalar evlatlarının yaşının 12-13 olmasını bekler. Vakti saati geldiğinde
de onunla beraber yaşadıkları kabilenin ilerisindeki ormana gider. Beraberce
buldukları bir ağaç kütüğüne oğlunu oturtan baba, elindeki bezle de gözlerini bağlar.
Oğluna bir gece boyunca orada oturmasını ve gözlerindeki bağı hiçbir şeklide
açmamasını tembihler.
Bizlere
oldukça acımasız gelse de kuralları böyle.
Bir
anlamda erkekliğe geçiş sınavı.
Bu
sınavdan başarı ile çıkması için bağırmaması, yerinden kalkmaması, gözlerini
ise her ne olursa olsun açmaması şartı var. Ta ki sabah olup güneş doğuncaya
kadar.
Eğer
sessizce gecenin karanlığından çıkıp sabahın taze ışıklarını kucaklayabilirse;
erkek olarak kabul edeceğini bilen tüm erkek çocuklar; bu ağır sınavla bir gün
yüzleşir.
Düşünsenize
kocaman bir orman. Gecenin kopkoyu karanlığı. Duyulan sesler. Yapak hışırtısı
bile insanın aklını çelerken, beyinlerinde binlerce korku sahnesi sıralanırken;
sessizce beklemek ne kadar zor.
Aralarında
başaranlar olduğu kadar başaramayanlar da vardır mutlaka.
Ancak
her zor sınavın ardında hayat boyu unutulmayacak bir ders yok mudur?
Elbette
vardır.
Öykümüzde
de o geceyi sabırla geçirip; sabahın ışıklarını teninde hisseden çocuk
gözündeki bağı çıkardığında; kırpıştırdığı gözlerinin arasından etrafına
bakarken hayatının en güzel dersini alır.
Çünkü
karşısında babası vardır.
Çünkü
babası evladını kütüğe oturtup gözlerini bağladıktan sonra, usulca karşısına
geçer ve tüm gece oğlunun başını bekler. Hem onu dış tehlikelere karşı korumak
için tetikte kalır, hem de oğlunun sınav anına birebir eşlik eder.
İşte
böylesi bir sınavı başarı bitiren oğul ile baba arasındaki sevgi bağını
düşünsenize. Birbirlerine olan sevgileri artarken aralarındaki bağ daha da
kuvvetlenir. Babası oğlu ile gurur duyarken, oğlu babasının kalbindeki özel
yerin ne denli kıymetli olduğunu anlar.
Mini
öykümüz bu kadar.
Şimdi
gelelim başta sorduğum o sorunun yanıtına.
Gerçekten
de yalnız mıyız?
Ben yalnız
olmadığımızı düşünenlerdenim.
Bizi
kalben destekleyenler hep varlar. Bu dünyada olmasalar bile gökyüzünden bize
kol kanaat geriyorlar. Ben buna hep inandım.
Son
söz olarak KALBEN DESTEKLEYENLER iyi ki varlar.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
25.08.2019
Canım Belgincim, Kızılderili öyküsü çok güzel... Ben de senin gibi yalnız olmadığımıza daima desteklendiğimize ve korunduğumuza inanıyorum... Seni sevgimle kucaklıyorum.
YanıtlaSil