Gerçekten de dünyaya geldiğimiz andan itibaren yoğun bir mücadelenin içindeyiz.
Geçen
senelerle beraber artan sorumluluklar ve hiç bitmeyen koşuşturma.
Zaman
zaman yorulduğumuzu hissetsek de koşturmaya devam ediyoruz cesaretle ve umutla.
Bu
boynumuza taktığımız madalyonun bir yüzü.
Bir
de madalyonun diğer yüzü var.
Tüm
bu koşturmalar yaşanırken; kendi içimizdeki mutluluk ve huzur.
Gelin
görün ki sürekli mutlu olmayı hedeflerken, duygularımız inişli çıkışlı bir
dönme dolap misali bizi sallıyor.
Bazı duygularımızı yok sayarken, yaşadığımız öfkenin, kızgınlığın ya da üzüntünün de bize has olduğunu unutmamak gerekiyor.
Kendimizi
sevdiğimiz ve kendi iç sesimizi dinlediğimiz sürece sorun yok.
Duygularımız
olumsuz olsa da bastırmak yerine; hiçbir duyguyu bastırmadan olabildiğince kısa
süreli yaşayıp bitirmek en güzeli elbette.
Aslında
söylemeye çalıştığım şey kendimizi iyi tanımak.
Bunun
için yalnızlıkta kendimize zaman ayırmak, duygularımıza sabırla ve sevecenlikle
yaklaşmak.
Başkalarından
beklemek yerine, hayatın güzelliklerini iç sesimizle fark edebilmek.
Gerekirse
kendi kendimizin eğitmeni olmak.
Nasıl
mı?
Gelin ünlü Rus yazar Lev Nikolayeviç Tolstoy ile ilgili minik bir anektoda kulak verirken; içindeki öğretiyi sakince düşünelim.
Günlerden
bir gün; insanlardan sürekli kaçan, daha çok yalnız yaşamayı tercih eden yaşlıca
bir adama; yalnız olmayı neden tercih ettiği sorulur.
Adam
yapacak çok işi olduğunu; eğitmesi gereken iki şahini ve iki kartalı olduğunu
söyler.
Ardından
sakinleştirmesi gereken iki tavşanı ve eğitmesi şart olan bir yılanı olduğunu
da sözlerine ekler.
Tüm
bunlar yetmezmiş gibi motive edeceği bir eşeği ve evcilleştirmesi zorunlu bir
aslanı olduğunu da.
Soruyu
soranları alır bir düşünce.
Yaşlı
adamın söz ettiği hayvanları ne görmüş ne de seslerini duymuşlardır.
Şaşkınlıkla
o hayvanları nerede sakladığını sorarlar.
Adamın
yanıtı oldukça düşündürücüdür. Çünkü saydığı tüm hayvanların içimizde
yaşadığını ifade eder.
İki
şahin; gördüğü her şeye saldıran, iyi ile kötüyü ayırt etmeyen gözlerdir.
İki
kartal; yardımı ve hizmeti öğrenmeleri gerekirken; yeri geldiğinde
dokunduklarını yaralayan, parçalayan ellerdir.
Zor durumlarda korkup kaçan ve hemen saklanan tavşanlar ise ayaklardır. Oysaki sakinliği ve sabırla mücadeleyi öğrenmeleri şarttır.
Tüm
bunlar arasında en zor olanı ise bulduğu her boşlukta saldırmaya ve zehirlemeye
hazır olan yılan, yani dildir.
İnadıyla
direnen ve işten kaçan eşek vücuttur ki ona mutlaka şükretmek ve akışta olmak
öğretilmelidir.
Hepsi
bununla biter mi, bitmez elbette.
Benlikte
yaşayan, herkesten üstün olduğuna inandıran aslanı yani gururlu egoyu terbiye
etmeden olmaz.
Sonuçta
insanın yapacak çok işi ve yürünecek daha çok yolu vardır.
Bu
öyküden ve içindeki müthiş dersten kime ne kadar hisse düşer bilemiyorum ama;
çok geç olmadan yetenek ve çabayı, içtenlik ve nezaketle birleştirmenin ve
sevgiyle harmanlamanın tam zamanı.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
20.01.2021
Kaynaklar:
https://www.hayatimdegisti.com.
Muhteşem .Ders niteliğinde 👏🏻
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim...
Sil