12 Haziran 2013 Çarşamba

UNUTTUM, ALZHEIMER mı DEDİNİZ? ( 1/2 )


Hayatın bir garip döngüsü…

Neredeyse orta yaşa merhaba diyen çoğu kişinin ileri yaş dönemleri için en korkulu rüyası…

Çekene ayrı, çektirdiklerine ayrı dert; ayrı yürek yangını…

Düşünsenize doğduğumuz andan itibaren hep bir şeyler öğreniyoruz. Öğrendiklerimiz beynimize kaydediliyor ve bizler yaşımız ilerledikçe tecrübe hanemiz kadar beynimizi de dolduruyoruz pek çok bilgiyle. Evet bazı şeyler kısa sürede siliniyor hafızamızdan; ama küçüklüğümüze, gençliğimize, yetişkinliğimize varıncaya kadar pek çok hatıramız var hatırladığımız. Yakın geçmiş ya da uzak tarihler hiç fark etmiyor onları bir şekilde hatırlıyoruz. Bazen bir kokuyla, bazen bir sohbetle, bazen siyah beyaz bir resim karesiyle, bazen yıllar sonra gördüğümüz bir tanıdıkla, bazen de yaptığımız bir yolculukla. Hatırladıkça da mutlu oluyoruz. Yaşananlar kederli ve acı olsa da yaşanmışlıklarımıza sahip çıkıyoruz. Yeri geliyor kocaman, yeri geliyor soluk bir tebessümle. Ama hatırlıyoruz.

Pekiyi ya hatırlayamamak…

Bildiklerini unutmak…

Yakınlarını, sevdiklerini artık tanıyamaz olmak ya da karıştırmak…

Bu öyle bir iç yangınıdır ki… bir yandan unuttuğunuza yanarsınız; bir yandan mahcubiyetinize üzülürsünüz. Kendinize, hanımefendi ve beyefendi kimliğinize yakıştıramazsınız, hatta konduramazsınız bu halinizi. Bir süre kabul edemezsiniz içinde bulunduğunuz acı gerçeği. Kendi iç sesinizi bastırıp, ‘sadece yorgun düştüm, ondandır’ diye gelip geçici bahaneler ardına saklarsınız tüm gerçekleri.

İçiniz titreyerek uyanırsınız her yeni sabaha. Bir önceki gün hatırladığınız o bir avuç bilgiyi daha unutmaktan korkarsınız; küçük bir çocuk gibi. Dışarıya çıkmak, yalnız başınıza gezip tozmak hayal olmuştur artık. Çünkü yıllarca yaşadığınız, taşlarını, basamaklarını adeta ezbere bildiğiniz sokakları, evinizin o güzelim yollarını bulamamak korkusu ta içinizdedir artık. Öyle ya, olur da unutursanız evinizin yerini, kime nasıl sorarsınız ki? O çok sevdiğiniz eşyalarınızın yerlerini bile hatırlayamazsınız. Nerededir en sevdiğiniz eldivenleriniz, o senelerdir gözünüz gibi sakladığınız fincanınız, yakanızdan hiç çıkarmadığınız broşunuz?

En çok da yakınınızdakiler acıtır canınızı. Sizin önem verdiğiniz hiçbir şey onlar için değerli değildir, hepsi atılacak birer fazlalıktır adeta. Ah.. bilmezler ki, hatırlayamadıklarınıza belki de hayata, siz o eşyaların varlığıyla tutunursunuz. Hem onlara nedir ki canım; özgürlüğünüz de mi kalmamıştır yoksa hayatınızda. Hep birileri sizin hakkınızda kararlar verirken. Sizi de yakında bir eşya gibi atacaklarından korkarsınız içten içe, kendinize bile itiraf edemeseniz de. İçinizin acısı öyle böyle değildir. Kelimeler yetersiz kalır; yaşamayanlar için sudan sebepler gibi görünse de her biri gerçektir ve acıdır.

Hayatın içinde bomboş bir paket gibi hissedersiniz kendinizi. İçindekiler tek tek yok olmuş, geriye sadece dış kutusu kalmış gibi. O en değerli hazineler, yaşanmışlıklar, en güzel hatıralar yok olup gitmiştir işte. Ama nereye, neden? Bilemezsiniz. Kimliksiz gibisinizdir adeta. Kendinizi çıplak hissedersiniz, yapayalnız bir de. Üşürsünüz en sıcak yaz gecelerinde bile. Çünkü üşüyen ruhunuzdur, içinizdeki o naif çocuk yanınızdır.

Aslında gün gelir acı çektiğimiz anlarda unutmayı ne çok isteriz bir düşünsenize. Aşk acısı çektiğimizde, hayatımızı alt üst eden kayıplar yaşadığımızda, toplum önünde mahcup olduğumuz anlarda. O anları, o kişileri, o olayları tamamen unutmak; adeta beynimizden silmek isteriz. Unutamadığımız her gün bize eziyet gibi gelir. Oysa ki zamanla her şey yoluna girdiğinde; hatırladıklarımız sadece birkaç resim karesinden ya da isimden ibaret kalır. İşte o zamanlarda hiç aklımıza gelmez; gün gelip unutmanın ne menem bir şey olduğu. Hayatımızı kabusa çevireceği ve zamanla daha da kötü hale geleceği. (devamı 2/2 ‘de)

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

22.05.2013

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...