12 Temmuz 2014 Cumartesi

YAŞAM HIZINA DUR DİYELİM mi?

Bu aralar trafik kazalarındaki hıza dikkat çekmek için bir reklam dönüyor radyolarda. Hızın dikkatimizi nasıl an be an dağıttığına dair. Çoğunuz duymuş olmalısınız.

Normal seyrinde giden bir araba tasviri yapılmış. Direksiyondaki sürücü tüm algıları açık bir şekilde yolda ilerliyor arabasıyla. İlk anlarda hızı normal. Dolayısıyla geçerken baktığı her şeyi görüyor.

Yol, şerit, kırmızı araba, yavaşla tabelası, minibüs, top, topun peşinden koşan çocuk, yaya geçidi,  sarı elbiseli kadın, gibi…

Ama hız arttıkça; o her detayı algılayan göz görmez oluyor. Yavaş yavaş gördüklerinin sayısı azalıyor.

Yol, şerit, kırmızı araba, tabela, geçit, top, çocuk, yaya geçidi.

Derken sürücü hızını daha da artırıyor. Ve hız artıkça imgeler kayboluyor birer birer.

Yol, araba, top.

Yol, araba.

Yol, yol, yol…

Kırmızı arabaya, yaya geçidine, yavaşla tabelasına, minibüse, topa, topun peşinden koşan çocuğa, yaya geçidine ve sarı elbiseli kadına ne oldu?

Farkında bile değiliz ki.

Bu reklamı ikinci kez duyduğumda; aklıma bizlerin hayat yarışı geldi. Öyle hızla günü tüketiyoruz ki çoğu zaman; ANLAR, DETAYLAR var mı yok mu farkında bile değiliz.

Hep bir şeylere, bir yerlere yetişme telaşındayız.

Hep koşturuyoruz.

Sanki azıcık yavaşlasak o dönen çarktan dışarıya savrulacağız.

Sanki yeniden eski tempomuza geri dönemeyeceğiz.

Bu anlamda aslında hepimiz yaşamda birer hız kurbanı gibiyiz. Hızla giden arabanın sürücüsünden yok bir farkımız. Tüm edamızla yaşam direksiyonunda oturmuşuz. Gaz pedalına bastıkça basıyoruz.

Bir çiçeği koklamadan, bir kalbe sıcacık tebessümlerimizle dokunamadan, gökyüzünün maviliğiyle bütünleşemeden, kendimize bir dakika bile ayırmadan geceyi kucaklıyoruz. Gün geliyor; sevdiklerimizle iki çift laf edemeden, paylaşıp gönül zenginliğimizi artıramadan uykulara yenik düşüyoruz.

Sonra ki gün yine aynısı. Aynısı.

Değişmiyor döngü.

Üstelik aşırı hızla yaşarken; ne çok kalp kırdığımızı, ne çok sevgiyi yok ettiğimizi bilmiyoruz.

Hep erteliyoruz.

Yarın yapacakmışız gibi.

Yarın hızımızı azaltıp, kendimize zaman ayıracakmışız gibi.

Başkalarının biçimlendirdiği şekliyle yaşamaya devam. Kendi yürek titreşimlerimizi duymayalı ne kadar çok zaman oldu. Bir düşünsenize.

Bundan yıllar önce yazmıştım hayat koşumuzla ilgili ilk yazımı. İsmi ‘Koşma Dur Bir Dakika’ idi.

O zamandan bu zamana; ben dahil, hangimiz durabildik ki yeterince? Sorarım size.

Peki yarından itibaren durup soluklanacak ve ardından tempomuzu yavaşlatacak mıyız? Zor geliyor değil mi? Ayağımızı o gaz pedalından bir türlü çekemiyoruz nedense.

Oysaki Advaita Vedanta (nonduality yani non-ikilik) geleneğinin manevi öğretmeni Frances Lucille şöyle der.

‘’Bir ANLIK FARKINDALIK, yıllarca yapılan denemeden daha DEĞERLİDİR.’’

Ne kadar önemli, düşünsenize.

BİR AN!

Ömre bedel olabiliyor bazen.

Peki biz o BİR ANLIK FARKINDALIKLARI görmeden yaşarken ne yapıyoruz dersiniz?

Hayatın o hem albenili hem de dalgalı nehrinde boşa kürek çekiyoruz. Renklerin, ışıltıların, BİZİM İÇİN YARATILMIŞ GÜZELLİKLERİN hiç birini görmeden. Görmeyince şükretmek de aklımıza gelmiyor haliyle.

Şükürsüz, tebessümüz, negatife odaklı bir yaşamın kapısında dikilip duruyoruz. Sıradan günlere artılar ekleme yarışı sanki yaptığımız.

Azıcık çeşni katsak; hemen egomuz devreye girip önümüze set çekiyor. Yüksek bir tonlamayla adeta bağırıyor içimizde.

.’’Dur, yapma.’’
.’’Her şey yolundayken şimdi ne gereği var.’’
.’’Hem bak düzenin bozulacak.’’
.’’Yaptıklarını duyanlar seni ayıplayacak.’’
.’’Onca emeğin boşa mı gitsin istiyorsun?’’
.’’Sana, yaşına başına yakışıyor mu hiç?’’

Ve bizler anında o güzelim hayalleri rafa kaldırıyoruz.

Aslında yapmamız gereken gaz pedalından ayağımızı çekmek. Bir süre durup dinlenmek. İç seslerimizle yüzleşmek. Ardından cesaretle hayallerimize yeniden sarılmak. Başkalarının ne dediğini o kadar da önemsemeden. Kalp sesimizin en doğru yolu göstereceğine inanarak.

İşte o inançla ŞİMDİ ne yapalım biliyor musunuz? Gelin beraberce; aslında bir hukukçu olan, Prag doğumlu Franz KAFKA’ nın satırlarına odaklanalım. Kendisi dünya edebiyat tarihinin en önemli isimlerinden ve sözleri çok değerli. 

‘’Odanızdan çıkmanıza bile gerek yok. Masanızda oturun ve dinleyin. Hatta dinlemeyin bile, sadece bekleyin. Hatta beklemeyin, sadece dingin ve sessiz olun. Dünya tüm maskelerin kalkması için kendini size sunacaktır. Başka bir seçeneği yok. Önünüze heyecanla serilecek.’’

Ve işte MUTLULUK. Neden mi? Çünkü hayallerimiz açığa çıktı. Korkularımız azaldı. Egomuzun içimizi tırmalayan sesi kesilmese bile kısıldı. Düşüncelerimiz, hayallerimizi beslerken yarına çoktan yatırım yaptık bile. Bir de uygulamaya geçebilirsek her şey yoluna girecek. Tıpkı Hindistan’ın adeta sembolü olan ünlü düşünür Mahatma Gandi’nin dediği gibi.

''Mutluluk; düşündüğünüz, söylediğiniz ve yaptığınız şeyin UYUM içinde olduğu zamandır.''

Artık ayağımız gaz pedalına fazla yüklenmiyor; FARKINDA MISINIZ? Eskisinden daha cesuruz hayata karşı. Umutlu ve sevecen.

Yaşamın renklerindeki o naif dinginliği, huzuru ve gülümsemeleri yakalamayı diliyorum ben. BERABERCE. İçimizdeki SEVGİ ve AŞKla.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

08.07.2014




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...