5 Mart 2017 Pazar

ÇOCUK YANIMIZ AĞLAMASIN (2/2)

Hayat hep seçimlerle şekilleniyor önümüzde.

Bizler için belirlenen, görünürde doğru gibi görünen yoldan mı; yoksa kalp sesimizin gösterdiği yoldan mı gideceğiz?

Hangisi bizi gerçekten mutlu edecek?

Hangi yol bizi hayallerimize kavuşturacak?

Cevaplarını filmin konusunda bulacağız. Hadi gelin film kareleri aksın gözlerimizin önümüzden.

Bir baba elindeki okul çantasını ders kitaplarıyla dolduruyor. Bir iki, üç, beş derken bir dolu kitap minicik çantaya giriyor. Bu arada arka planda mutlu bir erkek çocuğu koşturuyor. Derken çanta hazırlanıyor ve babası çocuğun sırtına takıyor. O ağırlık altında hızla yere düşen çocuk, bir süre sonra dengesini buluyor ve ayağa kalkıyor.

Hala mutlu. Hala tebessüm dolu.

Babası kahvesinden son bir yudum alıyor. Sonra evrak çantası elinde, oğluyla beraber yola koyuluyorlar. Belli ki baba işe, çocuk da okula gidecek.

İşte film böyle başlıyor.

Şimdi modern dünyanın hızla işleyen çarkları arasına karışmaya hazır ikisi de.

Yollar bir yerlere yetişmek için telaş eden arabalarla dolu. Herkes başı önünde, sırtları adeta kamburlaşmış bir şekilde ağır ağır yürüyor. Hiç kimse tebessüm etmiyor, edemiyor. Belli ki beyinler binbir düşünce yumağıyla dolmuş, taşmış adeta. Arabadakilerde aynı, yürüyenler de.

Gri şehrin beton blokları arasında bir damla kalmış minicik bir çimlik alan gözümüze çarpıyor aniden. O kaos ortamında mücevher gibi parlıyor. Üzerinde bir ağaç ve iki bank var, o kadar. Arada sırada uğrayan bir kemancı ile daha da ışıldıyor, tabii fark edene.

Peki yanından gelip geçenler farkında mı?

Maalesef hayır. O enfes müziği bile duymuyor kulakları.

Bizim kahramanlarımız tam oradan geçerken, babanın hali de tıpkı diğerleri gibi. 
Algısız. Tepkisiz. Ama ya çocuk? Tam önünde takılıp kalıyor o sesin. Kendisini ritme bırakıyor ve gözlerini hayranlıkla açarken, kocaman gülümsüyor.

ANI yakalamış. Mutlu.

Fakat birden babası ona gerçekleri hatırlatıyor. Okul çantasını gösteriyor. Yapması gerekenler var. Çantasını yeniden sırtına alıyor. Biraz neşesi kaçıyor haliyle. Derken okul uzaktan görünüyor ve babasına yine de tebessümle el sallayarak okul yoluna dönüyor. Artık o okulda, babası ise işinde çalışmaya hazırlar.

Gün, her günkü rutin günlerden bir tanesi aslında. Tıpkı bir robot gibi o çarkların arasında, baba oğul. Tıpkı diğerleri gibi.

Çocuk mutlulukla sırasının başına geçiyor. Babası da yoğun evrakların arasına gömülüyor. Babanın ilk anlardaki tebessümü giderek kaybolurken, kaşları çatılmaya başlıyor yavaş yavaş. Masasındaki işler çoğaldıkça rengi kaçıyor.

Çocuk ise ders sırasında sabah gördüğü o renkli ağacı çiziyor. Onu yakalayan öğretmenine mutlulukla bakıyor. Ama dersini yapması gerektiği hatırlatıldığında; iri gözlerindeki neşe bir anda kayboluyor. Tebessümün ise yerinde yeller esiyor.

Ancak çabuk toparlıyor. Çocuk ne de olsa. Kaçan neşesini harflerin arasına sığdırdığı resimlerle yeniden kazanıyor. Yine pür neşe. Yine çok sevimli. Yine anlarda ve mutlu.

Bu arada babası daktilonun başından kalkmadan işlerini bitirme çabasında. O dik duruşunu kaybetmiş, gözleri evraklarda. Hızla basıyor tuşlara bir biri ardına. Zamanla yarışıyor bir anlamda.

Derken baba işten, çocuk okuldan çıkıyor. Sabah ayrıldıkları yerde yeniden birleşiyorlar. Babasını gören çocuk onu sevgiyle kucaklıyor. Babası da enerjisini ve rengini yeniden kazanıyor.

İkisi de mutlu şimdi. Çocuk hemen çantasından sabah çizdiği resmi çıkarıyor. Babası resme bakarken, kaşları çatılıyor. İşte o ANda çocuk şaşkın. Nerede yanlış yaptığını anlayamıyor çünkü. Neden kendisini mutlu eden şeylerin hep yasaklandığını birisi ona söylese rahat edecek. Ama öyle bir şey yok ki. Bu bir düzen. Kurallar bütünü. 
Kalıplar. Eskiden gelen alışkanlıklar.

Uymamız gereken yığınlar arasındayız hepimiz. Hiç kimse nefes aldığının bile farkında değil üstelik.

Ertesi gün yine aynı rutinle başlıyor. Diğer günler de birbirine o kadar benziyor ki…
Tek fark, çocuğun kurallar arttıkça yavaş yavaş yok olan tebessümleri ve rengi. Evet, kurallara uyuyor. Evet, artık derslerini yapıyor. Öğrenmesi gerekenleri öğreniyor; ama ne yaşam enerjisi var ne de eski tebessümleri. Hal böyle olunca tüm gün evrakların arasında kaybolan baba da enerjisini yenileyemiyor.

O minicik çimli alan, renkli ağaç ve keman çalan adam; çocuğun tek eğlencesi artık.
Ama bir gün babası çocuğundaki mutsuzluğu fark ediyor. O sabah, okuldan önce ağacı ve adamı görmeye gidiyorlar. Ama maalesef keman çalan adamı göremiyorlar. Baba yine de pes etmiyor. Ağacın yanına geçiyor. Elinde bir keman varmış gibi çalmaya başlıyor. Tek amacı oğlunu yeniden gülümsetmek. Oradan geçenlerin tuhaf bakışlarına ise hiç mi hiç aldırmıyor.

Önce şaşıran ve babasının bu haline bir anlam veremeyen çocuk, ardından babasına sımsıkı sarılıyor. Her ikisinin de enerjisi ve renkleri yerine geliyor.
Film bu kucaklaşma anıyla kapanıyor.

‘’Hayatını eğlenerek yaşamak istiyorsan, kalbini hep çocuk tut.’’ diyor Osho.

Bu sözü tüm kalbimle destekliyorum ben de. Kalbimiz sevgiyle yoğrulurken, içimizdeki çocuk yanımız hep şen kalsın dileğimle.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

22.01. 2017

NOT: Bu güzel filmden haberdar olmamı sağlayan güzel kalpli arkadaşım Sevgili Sevgi Koşaner’e sonsuz teşekkürlerimle.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...