Eski
hikayelerde, mitolojik öykülerde yer bulan bu konu her dönem kafaları meşgul
etmiş. Bu sayede sağlığa iyi gelen, şifa deposu olan pek çok bitki ve baharat;
ülkeler arasında elden ele taşınmış, kullanılmış.
İşte
onlardan bir tanesi de SARIMSAK.
Tam
bir yaşam iksiri.
Nergisgiller
familyasının şifa kaynağı.
Yaklaşık
beş bin yıldan bu yana kullanılan muhteşem bir soğan türü kendisi.
Sümerlerin
mutfağından tüm dünyaya yayılmış ve vardığı her yerde el üstünde tutulmuş.
Salgın
yaratan ölümcül hastalıklarla mücadelede tedavi edici yönüyle kullanılırken;
bedeni güçlendiren ve koruyan yapısına ek olarak; kuvvetli aroması ve keskin
kokusu ile mutfakların aranılan baharatı olmuş.
Ülkemizde
170, dünya genelinde ise 700 kadar türü olduğu bilinen bu değerli bitkinin anavatanı
Orta Asya olarak kabul ediliyor.
Bir
de siyah sarımsak var ki; özellikle Uzak Doğu'da, Japonya'da ve Kore'de uzun
yıllardır kullanılmış. Sabit sıcaklıkta ve sabit doğal nemde 25-40 gün kadar
bekletilerek yapılan siyah sarımsağın tadı kuru eriği andırıyor. Kokusu yok. Besin
değeri ise katlanarak arttığı için tercih sebebi.
Çin
mitolojisinde şans ve bereket getirdiğine inanılmış. Avrupa’da şeytani güçlerle
ve vampirlerle savaşmak için kullanılmış. Eski Mısırda evlerin duvarlarında ve
çocukların boyunlarında yer bulmuş.
Kısacası
Hindistan’dan başlayarak Mısır, Sümer, İbrani, Arap, Yunan ve Türk medeniyetleri
derken; zamanla dünyanın en ücra köşesine kadar yayıldığı; çeşitli amaçlarla kullanıldığı tespit edilmiş.
Mısır piramitleri ve Sümer taş tabletlerinde bulunan sarımsak ile ilgili resim
ve yazılar da bunun en güzel ispatı olmuş.
Şimdi
gelin çok daha eskilere gidelim ve sarımsağın toprakta hayat bulduğu mitolojik
öyküde yollarımızı kesiştirelim.
İnsanlar
ilk oluşum yıllarında karşılaştıkları zor olaylara olağanüstü anlamlar yükledikleri
için bunu tanrılara yakıştırırmış. Kendi bedenini, oluşan hastalıkları
sorgularken de böylesi bir tanrıya sığınış hali söz konusu.
İşte
Yunan Mitolojisinde tıbbın ve sağlığın tanrısı olarak kabul edilen Asklepios’un
öyküsü de böyle başlar. Hayatı ve yenilenmeyi temsil eden yılanlı asasını
yanından hiç ayırmayan sağlık tanrısı, gittiği her yere şifa dağıtır.
Asklepios;
müzik, sanat ve güneşin tanrısı olarak bilinen Apollon ile Koronis’in oğludur.
Ancak
öykü bu ya, Koronis hamileyken etkilendiği bir yabancıyla Apollon’u aldatır. Bu
kötü haberi kutsal kuşu ak kargadan alan Apollon, onu cezalandırması için kız
kardeşi Artemis’i devreye sokar. Böylece büyük bir odun ateşi yakılır. Ancak
ateş öyle büyür ki, o günden sonra haberci ak karganın bembeyaz tüyleri is
karasına döner.
Koronis
acılar içinde yanarken, karnında taşıdığı çocuğa acıyan Apollon onu kurtarır.
İşte
buram buram kan ve ateş kokan böylesi bir ortamının içinde hayata gözlerini
açar minik Asklepios.
Bu
olay mitolojide hekim-tanrının son anda kurtarıcı olarak yetişmesinin sembolü
olarak yorumlanır.
Apollon
çocuğu yetiştirmesi için at adam Kheiron’a teslim eder.
Doğanın
içinde yaşayan ve onun dilinden, şifasından anlayan Kheiron; Asklepios’a tüm
bildiklerini aktarır. Zaman geçtikçe hekimlik sanatını derinlemesine öğrenen
sağlık tanrısı, elinde asası ile dağ bayır dolaşır. Sağlığı, şifayı elini
değdirdiği herkese ulaştırmayı ilke edinir. Hatta işini o kadar benimser ki,
bir süre sonra ölüleri diriltmek istediğini açıklar.
Günlerden
bir gün Tanrı Athena, savaştığı Gorgo adındaki devi öldürür. Onun akan
kanlarını toplayarak Asklepios’a verir.
Asklepios
devin sol tarafında dolaşan kanın şifalı olduğunu bulunca; hayalini
gerçekleştirmeye; yani ölüleri diriltmeye başlar.
Ağrıları
azaltan tanrıça olarak bilinen Epione ile evlenir. Dört erkek, altı kız çocuğu
olur. Çocuklarının hepsi sağlık alanında görev yapar.
Asklepios
artık her şeyin muhteşem gittiğine inanır. Ancak geçen zaman içinde doğanın
dengesini bozduğunu fark etmez.
Ölümsüzlük
sadece tanrılara ait olduğundan; insanları yeniden diriltme fikrine yer altı
tanrısı Hades çok kızar. Akabinde bu vahim durumu Zeus’a şikayet eder.
Kardeşini haklı bulan Zeus da, yolladığı şimşekle sağlık tanrısı Asklepius'u
öldürür.
Asklepios
yanarak yok olurken; bir anlamda annesi ile aynı kaderi paylaşır.
Son
nefesini vermeden önce, oradaki otlardan birinin üzerine yazdığı son reçete
toprağa düşer. Yağan yağmurlar, üzerindeki mürekebbin toprağa karışmasına sebep
olur. Geçen zaman içinde orada bir bitki yetişir.
Yorulmadan,
hastadan hastaya koşarak, şifa dağıtan sağlık tanrısının; öldükten sonra tüm
insanlığa armağan ettiği bu bitkinin sarımsak olduğu dilden dile anlatılarak
günümüze kadar ulaşır.
İşte
yaşlı, sakallı, düşünceli ve babacan bir yüz ifadesi ile simgelenen sağlık
tanrısı Asklepios ile onun bizlere armağanı olduğuna inanılan sarımsağın
mitolojik öyküsü.
Dayanıklılığı,
mineral ve vitamin yönünden zengin besin değeri ve antiseptik özelliği ile özellikle
sağlıkçıların her daim önerdiği sarımsak; yaşam iksiri olmaya en yakın aday
değil mi sizce de?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
14.04.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder