Yapılan bilimsel araştırmalar kronik yalnızlığın erken ölüm riskini % 14 oranında arttırdığı sonucunu ortaya koyuyor.
Bu da güçlü bağların,
sıcacık sevgilerin, sımsıkı içten kucaklaşmaların insan bedenine ne denli iyi
geldiğini kanıtlıyor. Yani sadece ruhumuz doymuyor, bedenimiz de sevgi dolu
paylaşımlarla besleniyor.
Bilinçli olarak
seçtiğimiz, kaliteli yalnızlığı tamamen ayrı tutmak gerekiyor elbette.
İçimizdeki güzel
kaynakların arada bir yenilemesi gerektiğini söyleyen ve bunun hayatta kalmak
için en iyi yol olduğunu savunan; Nobel edebiyat ödülünü alan ilk Amerikalı
kadın yazar; Pearl Buck haksız sayılmaz.
Sıkılmadan zaman
geçirebildiğimiz, daha üretken daha verimli olduğumuz bu yalnızlıklar, tam
tersi ruhumuzu sakinleştiriyor bana göre. İç huzurumuzu koruyan
bir terapi gibi. Çünkü daha iyi düşünüyor, daha doğru kararlar alıyor ve
hayatımızı kaliteli yaşamak adına kendimize daha güzel hedefler belirliyoruz. Ayrıca
kendi kişisel filtremizi tamir etme şansını yakalıyoruz.
Alman filozof, yazar ve
eğitmen Arthur Schopenhauer’in sözleri de adeta bunu kanıtlar gibi.
“Zeki bir insan
yalnızlıkta, düşünceleri ve hayal gücüyle mükemmel bir eğlenceye sahiptir.”
Ancak kalabalıklar
içinde dahi yüreğimizin üşüdüğü, kendi sıkıntılarımızın sarmalında
debelendiğimizi hissettiğimiz yalnızlık anları çok zor.
İşte böylesi zamanlarda
ruhumuz solup sararıyor.
Sevincimizi gerçekten
paylaşan, üzüntümüzü sadece gözlerimizin içine bakarak dinleyen insanlara
hasret; üşüyoruz. Ruhumuzun üşümesi bedenimize yansıyor.
Baktığımız şeylerden,
yediğimiz yemeklerden tat alamıyoruz. İçimizden hiçbir şey yapmak gelmiyor. Bu
ise bağışıklık sistemimizi yavaş yavaş aşındırıyor.
Sadece bir iki kelime
dahi etmenin insanın içini nasıl açtığını, hal hatır soranlar olduğunda
kendimizi nasıl iyi hissettiğimizi bir düşünsenize…
Peki nasıl başlıyor bu
üşüten yalnızlık dersiniz?
Kendi sınırlarımızı
koruyamadığımız, vereceğimiz en basit kararlar için dahi başkalarının onayına
ihtiyaç duyduğumuz anlara aman dikkat.
Filizlenme başlıyor. Mutlu
olmayacağımızı bile bile, içimiz acırken kendimizi değil sadece başkalarını
düşünerek attığımız her adım bu filizi büyütüyor maalesef.
Biz ısrarla böyle
davranmaya devam ettikçe, başkaları için kendi kararlarımızı hiçe saydıkça, onu
yok etme imkanını elimizden kaçırıyoruz.
Bir süre sonra bir de
bakıyoruz ki başkaları tarafından kullanılıyoruz ve acımasız bir şekilde
aslında yapayalnızız.
Yapılan bir başka
araştırmaya göre kendisini yalnız hisseden insanların yarıdan fazlası maalesef
evli.
Bu da bir başka ironi.
Çoğu insan hayatını
paylaşmak üzere evlenirken, kendisini bambaşka bir yalnızlık sarmalında
bulabiliyor. Çok sevdikleri arasında bile.
İşte bu ve benzeri
durumları fark ettiğimiz noktada değiştirmek, kök salmış duyguları söküp atmak gerekiyor.
Bunu yapabilmenin yolu da seçilen bilinçli yalnızlığımızda gizli.
Tekrar sınırlarımızı çizmeye,
sağlamlaştırmaya, öncelikle kendi duygu ve düşüncelerimizi baz almaya karar
vermek ve uygulamak sanıldığı kadar kolay değil biliyorum.
Belli bir zamana,
cesarete ihtiyaç duyduğumuz da bir gerçek.
Ancak hayata bir defa
geliyoruz. Onu kendi irademizle istediğimiz gibi yaşamak, kendi kararlarımızı
kendimiz vermek ve mutlu olmaya çalışmak en doğal hakkımız.
Kendimizi hayata karşı
daha güvenli, daha güçlü hissetmenin; duygusal ve sosyal anlamda doyumlu olmanın
ve kurulan güçlü bağlarla bunu diğer insanlarla paylaşmanın önemi öyle büyük
ki. Bunu hiç unutmayalım olmaz mı?
Samimi, içten, sevgi
dolu kalplerimiz çok olsun dileğimle.
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
26.03.2019
Güzel konu
YanıtlaSilBende geçmişte yanlızdım şimdide yazlızım alaştım artık. Açılmaya çalışsakta olmuyor.