Yaşanmış
en dramatik aynı zamanda en ilginç olayı için gelin küçük bir adaya yolculuk
yapalım.
Burası
Karayipler’in en güzel adalarından biri olan Martinique adası.
Fransa’ya
bağlı.
Batı
Hint Adaları'nın bir parçası aslında.
Tamamı
1088 kilometrekare.
Beş
körfezi, çok sayıda koyu, muhteşem plajları, bir yanardağı, yağmur ormanları, tropikal
meyve ağaçları ve rengarenk çiçekleri var.
Etrafı
dağlık ancak kuzeydeki Pelee Dağı eski bir volkan.
Yüksekliği
ise 1397 metre.
İşte
öykümüz bu masal tadındaki adanın yaramaz yanardağı ile ilgili.
Pelee
Yanardağı Felaketi ( Saint Pierre Felaketi ) ve sonrasında yaşananlar sizi hayata
dair bir kez daha düşündürecek eminim ki.
Tarih
8 Mayıs 1902.
Ada
halkı ve yöneticiler bu tarihten sadece iki gün sonra yapılacak bir seçime
hazırlanmakta. Çoğunluğu temsil eden beyazlarla, adanın gerçek sahibi olan
siyahi melezler karşı karşıya. Kısacası güç dengelerinin korunması adına oldukça
önemli bir seçim.
Tüm
bunlardan habersiz baharın henüz başlarında, Nisan gibi hareketlenir Pelee yanardağı.
Ada
sakinleri yanardağın ağzından fışkıran külleri gördükçe endişelenmeye başlar.
Hatta aralarında göç etmeyi düşünenler olur. Ancak Fransa Hükümetinin valisi
seçimi kaybedebileceğini düşünerek buna izin vermez.
Adanın
söz sahibi gazetesi ile insanları kalmaya ikna etmek adına anlaşır. Tehlikeden hiç
söz edilmeden seçim günü beklenir.
Gelin
görün ki doğa bildiğini okur her zaman. Mayıs ayının başlarında iyice
hareketlenir yanardağ. Yakınındaki dağ köylerini birer birer yok eder. Yüzlerce
insan hayatını kaybeder. Çevre köyde yaşayanlar ise korunmak adına Saint Pierre
şehrine göç eder.
Durumu
endişe ile takip eden vali, halkı rahatlatmak amacı ile 7 Mayıs gecesi şehre gelir.
Kaldığı otel penceresinden gördüğü manzara üzerine verdiği karara pişman
olur.
Giderek artan kül oranı ve uğultu çok yakın gelecekte büyük bir felaketin
habercisi gibidir. Bunun farkına varan vali ertesi sabah halka tahliye ile
ilgili açıklama yapmayı planlar.
Ama
8 Mayıs sabahının güzelliği, yanardağının patlaması ile gölgelenir.
Her
yer adeta bir ateş topuna döner. Kızıl lavlar öyle şiddetli bir şekilde akar
ki, şehir kısa sürede lav ve küllerin altında yok olur.
İçinde
yaşayan 30.000 kişi hayatını kaybeder.
Yaşam
bir anda biter.
Dünyanın
en büyük felaketleri arasında kabul edilen olaydan kısa bir süre sonra bölgeye
kurtarma ekipleri gelir. Araştırmaya girişir. Patlama sonrası sadece 3 kişinin
hayatta kaldığına şahit olduklarında ise şaşkınlıklarını gizleyemezler.
Bunlardan
bir tanesi evinin hemen yakınındaki bir mağaraya sığınarak hayatta kalan on
yaşında bir kız çocuğudur.
Diğeri
şehrin sınırında yaşayan ve patlama sırasında okyanusa atlayan bir adamdır.
Ancak lavlarla kaynayan sular nedeni ile tüm bedeni ağır yara alır. Yine de
tedavi sonrası yaşama tutunur.
Üçüncü
kişi ise öykünün kilit noktası olarak ismini tarihe yazdırır.
Neden
mi?
Çünkü
bu kişi o felaketten sağ kurtulan bir idam mahkumudur.
İsmi
Louis Auguste Cyparis.
İdam
günü olan 8 Mayıs’ı kalın taş duvarlı bir yer altı hapishanesinde beklerken
hiçbir yere kaçamaz. Ancak kader ona adeta zeytin dalı uzatmıştır.
Öleceği
günü beklerken; ölümünü dört gözle bekleyen öfkeli kalabalığın ve hatta idam
emrini veren onlarca kişinin ölümüne tanık olur. Kendisi ise öleceğini bildiği
o gün yaralı da olsa kurtulur.
Ne
diyelim.
Bazen
yaşam bize öyle planlar yapıyor ki son dakikada hayatımızın rotasını tamamen
değiştirebiliyor.
O
nedenle hiçbir zaman umutsuz kalmamak gerekiyor.
Ne
zaman, nerede nasıl bir değişim rüzgarına kapılacağımızı; o rüzgarla savrulup
yok olmakla, hayata sımsıkı tutunma arasındaki ince ve keskin çizgide nasıl yol
alacağımızı; hiç unutmayalım derim ben.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
21.11.
2019
Valinin bencilliği, binlerce kişinin hayatına malolmuş... Ne acı ve hırs ne kadar kötü bir şey... Kaybolan canların hesabını kim verebilir? Kucak dolusu sevgiler Belgincim...
YanıtlaSil