İnsan DNA’sı hala tam olarak çözülmemiş, içi bir takım
sırlarla dolu olan ve her daim bilim adamlarının ilgisini çeken en küçük yapı
taşımız... Üstelik bilim adamları onu biyolojik bir internet olarak tanımlıyor.
Bize sahip olduğumuz
özellikleri veren, göz rengimizden, beden yapımıza, ellerimizden parmak
uçlarımıza, saçlarımızdan tırnaklarımıza kadar her şeyimizi şekillendiren bir
mucizevi yapı… Kendi küçük, marifeti tabiri yerindeyse devasa boyutlarda. Her
yeni araştırma ve elde edilen sonuçla yaşadığımız şaşkınlık daha da artıyor. İşte
tüm bu şaşkınlık verici gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim; geleceğimizin
nasıl güzel şeylere hazır olduğunu bilmenin, sizleri de benim kadar mutlu
edeceğini düşünüyorum.
DNA’mız sadece bedenin
şekilsel oluşumuna katkı sağlamıyor, bilgilerin depolanmasını ve iletişimi de
başarıyor. Amerika’lı Led Adleman’ın ifadesine göre, sadece 1 gram DNA
molekülünü, 1 trilyon CD’ye eş değerde bilgiyi saklayabilme kapasitesine sahip.
Temel gramer kuralları incelendiğinde ise, lisanların bizim DNA’mızın birer
yansıması olduğu fikrine varıldı. Yani hiç birimizin konuştuğu lisan tesadüfen
ortaya çıkmamıştı.
Şaşırmaya devam
ediyoruz, DNA’mızın titreşimsel bir davranışı olduğu tespit edilince; yaşayan
kromozonların aynen bir holografik bir
bilgisayar gibi çalıştığı anlaşıldı. Bu durum genetik bilim ve DNA frekansı
adına oldukça önemliydi. Çünkü olumluluk ve onay belirten ses ve frekanslar
yolladığında verdiği tepkiler, insan bedeninde pozitif anlamda etkileşim
yapıyordu. Yani uygun ses, frekans ve lisan kullanarak pek çok sorunun yok
edilebilmesi; bazı genetik bozuklukların giderilmesi adına büyük bir devrim
niteliğindeydi.
Dalga genetiğinin gücüne
inanan uzmanlar bunun, biyokimyasal işlemlerden çok daha etkili olduğunda
hemfikirler. Ancak bunun başarıya ulaşması için, doğru yerde doğru frekansın
kullanımı temel kural.
Herkes bir frekansa,
yani titreşime sahip. DNA’nın salınım oranı 50 ile 150 Ghz arasında geziniyor. Ve
iki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelip yaşamlarının bir kesitini birbiriyle paylaşıyor. Arkadaş, dost, sevgili ya da eş olabiliyor. Yine bu sebepten ayrılıklar yaşanıyor. Aralarından birinin frekansı yükselip diğeri aynı
kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşüyor. İşte o noktada, artık ne kadar uğraşırlarsa
uğraşsınlar, birbirlerinin frekans aralığının dışında yer aldıkları için bağlantı kuramaz oluyorlar.
Tam tersine, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğimiz insanlar bir araya gelebiliyor; çünkü frekans salınımları aynı. Sonuçta hepimizin bir takım enerji çalışmaları
ve egzersizlerle bu frekanslarımızı açık ve yüksek tutmak için gayret
göstermemiz gerekiyor. Bunun içinse korku ve umutsuzluktan uzak durmak neredeyse temel şart.
Bir başka konu ise boşluklarda DNA’mızın rahatsız edici özellikler
göstermesi. Ve üzerlerinde küçük delikler açılması. Evrende var olan benzer delikler, uzay ve zamanın dışında tümüyle farklı alanlar arasında bilgi akışını sağlayan
tüneller. DNA bu bilgi parçacıklarını yakalayıp bizim şuurumuza naklediyor. Bizlerin altıncı his olarak bildiği iletişim işte bu şekilde oluyor. Ancak bu iletişimin zayıflamasına neden olan faktörler de var; stres, kaygı ve
korkular gibi...
Öte yandan şu anki bilim çağında, bilimsel şuur seviyemiz oldukça dengeli bir hale geldi.
Dolayısıyla
bütün bilgilere DNA’mız vasıtasıyla başkaları tarafından zorlanmadan veya
uzaktan kumanda edilmeden ulaşabiliriz. Şimdi artık biliyoruz ki, interneti
kullanırken bizim DNA'mız bu iletişim ağına bilgi yükleyebilir veya bu ağdan
bilgi alabilir ve de bu ağı paylaşan diğer kişilerle temas kurabilir. Uzaktan
şifa vermek, telepati veya birinin durumunu uzaktan hissetme olayları da ancak
bu şekilde izah edilebilir. Örneğin, bazı hayvanlar sahipleri uzakta iken
onların ne zaman eve dönmeyi planladıklarını hissedebilirler. Ya da zaman zaman yoğun olarak düşündüğümüz bir kişiden o anda bir mesaj, bir haber alır ve bunu çoğu kez kalplerimizin
karşılıklı attığını söyleyerek dile getiririz. İşte bu ve benzer olaylar DNA'mızın harikulade yapısını bize anlatan küçük ipuçları değil mi sizce de?
Bu konu hem uzun, hem de
oldukça bilimsel ama kısaca özetlersek;
*DNA molekülünün sarmal
yapısı,
*Genetik koda sahip
oluşu,
*Tesadüfi reddeden
nükleotid dizilimleri,
*Bilgi depolaması ve
daha birçok çarpıcı bulgu…
Bu molekülün yapı ve
fonksiyonlarının, hayatımız için özel bir tasarımla ayarlandığını ortaya
koyuyor.
Yani DNA’mız aslında
bizim MUCİZEVİ en küçük yapı taşımız; içimizdeki BİYOLOJİK İNTERNET' imiz.
Her bir yeni araştırma
yepyeni buluşlara imza atarken, bizleri de şaşırtmaya da devam edecek gibi
görünüyor… insanlık adına çalışmalarını bitmek bilmeyen sabırla devam eden,
bizlerin yolunu aydınlatan tüm bilim
adamlarına saygımla…
Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ
10.09.2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder