20 Ekim 2012 Cumartesi

BİYOLOJİK İNTERNET


İnsan DNA’sı  hala tam olarak çözülmemiş, içi bir takım sırlarla dolu olan ve her daim bilim adamlarının ilgisini çeken en küçük yapı taşımız... Üstelik bilim adamları onu biyolojik bir internet olarak tanımlıyor.

Bize sahip olduğumuz özellikleri veren, göz rengimizden, beden yapımıza, ellerimizden parmak uçlarımıza, saçlarımızdan tırnaklarımıza kadar her şeyimizi şekillendiren bir mucizevi yapı… Kendi küçük, marifeti tabiri yerindeyse devasa boyutlarda. Her yeni araştırma ve elde edilen sonuçla yaşadığımız şaşkınlık daha da artıyor. İşte tüm bu şaşkınlık verici gelişmeleri sizlerle paylaşmak istedim; geleceğimizin nasıl güzel şeylere hazır olduğunu bilmenin, sizleri de benim kadar mutlu edeceğini düşünüyorum.

DNA’mız sadece bedenin şekilsel oluşumuna katkı sağlamıyor, bilgilerin depolanmasını ve iletişimi de başarıyor. Amerika’lı Led Adleman’ın ifadesine göre, sadece 1 gram DNA molekülünü, 1 trilyon CD’ye eş değerde bilgiyi saklayabilme kapasitesine sahip. Temel gramer kuralları incelendiğinde ise, lisanların bizim DNA’mızın birer yansıması olduğu fikrine varıldı. Yani hiç birimizin konuştuğu lisan tesadüfen ortaya çıkmamıştı.

Şaşırmaya devam ediyoruz, DNA’mızın titreşimsel bir davranışı olduğu tespit edilince; yaşayan kromozonların aynen bir  holografik bir bilgisayar gibi çalıştığı anlaşıldı. Bu durum genetik bilim ve DNA frekansı adına oldukça önemliydi. Çünkü olumluluk ve onay belirten ses ve frekanslar yolladığında verdiği tepkiler, insan bedeninde pozitif anlamda etkileşim yapıyordu. Yani uygun ses, frekans ve lisan kullanarak pek çok sorunun yok edilebilmesi; bazı genetik bozuklukların giderilmesi adına büyük bir devrim niteliğindeydi.

Dalga genetiğinin gücüne inanan uzmanlar bunun, biyokimyasal işlemlerden çok daha etkili olduğunda hemfikirler. Ancak bunun başarıya ulaşması için, doğru yerde doğru frekansın kullanımı temel kural.

Herkes bir frekansa, yani titreşime sahip. DNA’nın salınım oranı 50 ile 150 Ghz arasında geziniyor. Ve iki insan ancak aynı frekansa sahipse, yan yana gelip yaşamlarının bir kesitini birbiriyle paylaşıyor. Arkadaş, dost, sevgili ya da eş olabiliyor. Yine bu sebepten ayrılıklar yaşanıyor. Aralarından birinin frekansı yükselip diğeri aynı kalırsa, ikinci kişi diğerinin hologramından düşüyor. İşte o noktada, artık ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar, birbirlerinin frekans aralığının dışında yer aldıkları için bağlantı kuramaz oluyorlar. Tam tersine, asla yan yana gelmelerini hayal bile edemeyeceğimiz insanlar bir araya gelebiliyor; çünkü frekans salınımları aynı. Sonuçta hepimizin bir takım enerji çalışmaları ve egzersizlerle bu frekanslarımızı açık ve yüksek tutmak için gayret göstermemiz gerekiyor. Bunun içinse korku ve umutsuzluktan uzak durmak neredeyse temel şart.

Bir başka konu ise boşluklarda DNA’mızın  rahatsız edici özellikler göstermesi. Ve üzerlerinde küçük delikler açılması. Evrende var olan benzer delikler, uzay ve zamanın dışında tümüyle farklı alanlar arasında bilgi akışını sağlayan tüneller. DNA bu bilgi parçacıklarını yakalayıp bizim şuurumuza naklediyor. Bizlerin altıncı his olarak bildiği iletişim işte bu şekilde oluyor. Ancak bu iletişimin zayıflamasına neden olan faktörler  de var; stres, kaygı ve korkular gibi...

Öte yandan şu anki bilim çağında, bilimsel şuur seviyemiz oldukça dengeli bir hale geldi. 
Dolayısıyla bütün bilgilere DNA’mız vasıtasıyla başkaları tarafından zorlanmadan veya uzaktan kumanda edilmeden ulaşabiliriz. Şimdi artık biliyoruz ki, interneti kullanırken bizim DNA'mız bu iletişim ağına bilgi yükleyebilir veya bu ağdan bilgi alabilir ve de bu ağı paylaşan diğer kişilerle temas kurabilir. Uzaktan şifa vermek, telepati veya birinin durumunu uzaktan hissetme olayları da ancak bu şekilde izah edilebilir. Örneğin, bazı hayvanlar sahipleri uzakta iken onların ne zaman eve dönmeyi planladıklarını hissedebilirler. Ya da zaman zaman yoğun olarak düşündüğümüz bir kişiden o anda bir mesaj, bir haber alır ve bunu çoğu kez  kalplerimizin karşılıklı attığını söyleyerek dile getiririz. İşte bu ve benzer olaylar DNA'mızın harikulade yapısını bize anlatan küçük ipuçları değil mi sizce de?

Bu konu hem uzun, hem de oldukça bilimsel ama kısaca özetlersek;

*DNA molekülünün sarmal yapısı,

*Genetik koda sahip oluşu,

*Tesadüfi reddeden nükleotid dizilimleri,

*Bilgi depolaması ve daha birçok çarpıcı bulgu…

Bu molekülün yapı ve fonksiyonlarının, hayatımız için özel bir tasarımla ayarlandığını ortaya koyuyor.

Yani DNA’mız aslında bizim MUCİZEVİ en küçük yapı taşımız; içimizdeki BİYOLOJİK İNTERNET' imiz.

Her bir yeni araştırma yepyeni buluşlara imza atarken, bizleri de şaşırtmaya da devam edecek gibi görünüyor… insanlık adına çalışmalarını bitmek bilmeyen sabırla devam eden, bizlerin yolunu aydınlatan  tüm bilim adamlarına saygımla…

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

10.09.2012






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...