
Uzun
bir süredir AZla yetinmenin en büyük zenginlik olduğunu düşünenlerdenim.
Sadeliğe
bayılıyorum.
Ne
kadar AZ o kadar ÇOK benim için.
Çünkü
sahip olduklarımız AZ olsa da paylaştıkça çoğaldığına inanıyorum.
Gözlemlerim,
aza sahip olanların paylaşma dürtülerinin çok daha aktif olduğunu gösteriyor her
defasında.
Oysa
düz mantıkla düşününce çok şeye sahip olanların daha kolay vermeleri
gerektiğini düşünürdüm eskiden. Ama maalesef bu düşüncem tersine çıktı her
seferinde. İstisnalar olsa da.
İşte
şimdi paylaşacağım konu da tam bununla ilgili. Karnını doyuran nice insanın, aç
bir kişinin masum isteğine verdiği cevapla yüzleşeceğiz şimdi.
Herkesin
hemen her gün gelip geçtiği caddelerden bir tanesindeyiz. Burası Amerika’nın
New York şehri. Dünyanın her yerinde olduğu gibi, orada da sokakta yaşayan
evsizler var. Normal ve lüks yaşayanların yanında.
Sıradan
bir öğle yemeği zamanı. Çoğu çalışan ayaküstü bir kafede basit yemeklerle
açlığını geçiştiriyor.

Oyuna
dahil olan iyi giyimli bir genç, bu kafelerde oturup pizzalarını yiyen kişilerin
önünden geçiyor. Geçerken de oldukça aç olduğunu belirterek bir dilim pizza
istiyor.
Bir, iki derken sıralı masalar boyunca, pek çok kişiye soruyor. Hepsi
bu isteğini ret ediyor. Bir kısmı kızgın bakışlar atıyor. Bir kısmı azarlıyor. Hatta
bazıları oldukça kabalaşıyor. Sonuçta bir kafede yemek yiyebilecek düzeyde olan
bu insanların hiç biri yemeğini paylaşmak istemiyor. Çoğumuz buna benzer
olayları kendi dünyamızda da yaşıyoruz aslında. Öyle değil mi?
Mizansenin
ikinci aşamasında bir başka oyuncu; bir paket pizza alıyor. İçinden bir dilimini
çıkarıp yiyor. Kalanını kutusuyla beraber sokakta yaşayan bir evsize uzatıyor.
Gönlünü kırmadan, usulca. Yeterince doyduğunu, eğer kabul ederse; elindeki
pizza kutusunu kendisine vermek istediğini söylüyor.
Ahhh
bu kalbi dokunuşlar. Vermek ve paylaşmak da bir sanat aslında. Verirken
karşındakini yüceltebilmek ne kadar da önemli.
Sonuçta
evsiz adam gülümseyerek pizza kutusunu alıyor. İçinden bir dilimini çıkarıp iştahla
yemeye başlıyor. Belki de saatler süren açlığını; iri ve aceleci lokmalarla
bastırırken; kutuyu kucağından hiç bırakmıyor.
Derken
kafede oturanlardan bir türlü yiyecek yardımı alamayan ilk gencimiz yeniden ortaya
çıkıyor. Evsiz adama yaklaşıyor. Bir dilim pizza istiyor.

İşte
dakikalara sığdırılan yoğun duygular…
Elindeki
pizzayı yarına da saklayıp, karnını doyurmayı garanti altına almayı düşünmeyen;
bir evsiz var karşımızda. Hiçbir şeye sahip değil; kocaman kalbinden başka.
Kaldı ki, düz mantıkla düşününce; onun elindekini paylaşmaması daha makul
durmuyor mu sizce de?
Ama
tam tersine şahit oluyoruz. Kendisine bir ikinci dilimi hemen düşünmeden
alabilecek nice insan duyarsız kalıyor.
Peki
neden?
Daha
çok şeye sahip olmak, giderek şişen egoyu da beraberinde getiriyor olsa gerek. Ve
bir süre sonra egonun sesi daha gür çıkıyor. Hep BEN, hep BANA diye bağırıyor
ulu orta.
Elbette
nice istisnalar var. Elindekini cömertçe paylaşmaktan zevk alan insanlar onlar.
Lafım onlara değil. Lafım maddiyatı önemseyenlere. Bencilce tüketenlere.
Elindekiler bozulunca, artık hiçbir kıymeti kalmayınca, kırılıp dökülünce, sadece
eskiyince vermeyi düşünenlere.
Ne
olur açalım gönül gözümüzü.
Dolaplarda
sakladığımız yığınla giysiye, kullanmadığımız onca eşyaya, kavanozlarda bayatlamaya
mahkum nice gıdaya muhtaç olan sayısız
insan var etrafımızda.
Onların
bir tebessümü dünyalara bedel.
Bu
güzelliği yaşamaktan ve yaşatmaktan neden kaçıyoruz ki?
Asıl
mutluluk, asıl zenginlik bu KALBİ dokunuşlarda saklı. Arayıp bulanlara,
gönülden verip, paylaşanlara selam olsun. İyi ki varsınız.
AZ
olsun, ÖZ olsun. Yeter ki sevgi dolu kalbimizle gönül dünyamız kocaman olsun.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
12.09.2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder