Sivas’ın
Şarkışla ilçesinde minicik bir Alevi-Türkmen köyü var.
İsmi Sivrialan köyü.
Pek
çoğumuzun yerini dahi bilmediği bu köyde, 1894 yılında bir erkek çocuğu hayata
gözlerini açar.
Çiftçi
bir ailenin gururla büyüttüğü bu çocuğa Veysel ismi verilir.
Yedi
yaşına kadar hayatın tüm renklerini gören gözlerinden birini, yaşadığı beldede
çıkan bir çiçek salgını nedeniyle tamamen kaybeder. Diğer gözüne ise perde iner.
Yine de ışığı varlığını seçebildiği için şanslıdır.
İki
kız kardeşi de aynı hastalık nedeni ile hayattan ayrılan Veysel, kısa bir zaman
sonra iyileşeceğini umarken; hayatın ona başka bir sürpriz hazırladığından
habersizdir.
Bir
gün ahırda ışığı seçen gözü sayesinde inek sağarken yanına gelen babasını fark edemez.
Ayak sesine aniden döndüğünde ise babasının elindeki değnek Veysel’in gözünde büyük
hasar yaratır. Küçük Veysel tamamen karanlığa gömülür.
Düşünsenize
o yıllarda köy meydanında gözleri görmeyen, arkadaşları gibi koşup oynayamayan
bir erkek çocuğu.
Ne
yapar dersiniz?
Hayata
küsmez.
Evet
evdedir. Evet tek başınadır. Ama kardeşleri ve ailesi yanındadır.
Babası
yaşadığı suçluluk duygusu bir yana, gittikçe içine kapanan oğlunun haline daha
fazla dayanamaz. Ve Veysel’e şiir okumaya başlar.
Babasının
okuduğu şiirlerle önüne yepyeni bir dünya açılır. Halk ozanlarının şiirlerini
keyifle dinlerken bir yandan da ezberler.
Bu
azmi onu hayatı boyunca terk etmeyecek bir arkadaşla tanıştırır. Babasının
hediye ettiği sazını çok sever. Ustalardan saz çalmasını öğrenir. Bu anlamda
kendini geliştirir.
Delikanlılık
devresi bittiğinde akrabalarından Esma isminde bir kızla evlendirilir.
Bu
evlilikten bir kızları, bir de oğulları olur. Artık mutludur. Ancak oğlunu
henüz on günlükken kaybeder. Peşinden önce annesi sonra da babası kara toprağın
altına girer.
Yaşadığı
acılar yüreğini kor gibi yakmaya devam ederken; bir yandan da tüm bu terk
edilişlere, ayrılıklara alışmaya çalışırken; hayatının diğer büyük dramını yaşar.
Karısı Esma, iki yıl kucağından indirmeden sevdiği minik kızını ve kendisini
terk eder.
Şimdi
gelin Veysel’in eşiyle yaşadığı o son geceye gidelim.
Sivrialan
köyündeki o mütevazi köy evine.
Sakin
bir yaz gecesindeyiz. Veysel ve eşi uyumak için yatağa girer. Ancak gelin görün
ki kadının kalbi kıpır kıpırdır. Bu gece onun için özeldir. Bu nedenle bir
türlü uyuyamaz. Çünkü kocasını, minik kızını ve yuvasını terk edecektir. Aşık
olduğu sevgilisi ile köyden kaçmanın planlarını uzun süredir yapmaktadır.
Kocasının
uyuduğuna emin olduktan sonra bile yatakta kıpırdamaz. Ta ki pencerede
beklediği taşın sesini duyana kadar. Yatağından acele ile kalkar. Önceden
hazırladığı eşyalarını alır. Kapının önünde duran ayakkabılarını giyer. Hiç
vakit kaybetmeden bahçede kendisini bekleyen sevgilisinin yanına gider.
Beraberce koşarak oradan ayrılırlar.
Köyden
uzaklaşana kadar durmadan koşarlar. Ancak gelin görün ki Esma’nın her zaman
giydiği ayakkabısı o gece hiç de rahat değildir. İçindeki bir şey onu fazlası
ile rahatsız eder. Yaptıklarının doğru olmadığını, böyle bir terk edişin
yakınları ve köylüler tarafından hiç de hoş karşılanmayacağını,
affedilmeyeceğini; hatta bunun bir töre sorunu olacağını bilir. Bilir de sesini
hiç çıkarmaz. Var gücüyle koşmaya devam eder.
Sonra
ne mi olur? (devamı 2/2’de)
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
03.02.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder