Peki neyi?
Bence
her şeyi.
En
çok da o ipek kadar narin duyguları.
Dinlemiyoruz.
Anlamıyoruz.
Anlaşılmıyoruz.
Bu
nedenle de giderek zorlaşan hayat koşturmacası içinde, tahammül etme
sınırlarımız yay gibi geriliyor.
Oysaki
anlamaya çalışmak gerek. Kendimiz ve elbette karşımızdaki kişi için.
Öykü
ve otobiyografik romanlarıyla, günlük yaşama ilişkin gözlemlerini dile getiren
İsviçreli yazar Robert Walser’ın dediği gibi.
"Bizim
anladığımız ve sevdiğimiz şey de bizi anlar ve sever."
Tamamen
sevgi dolu bir iletişim. Sevdim bu cümleyi.
Eleştirel
gözle bakmadan, tarafsızlığımızı koruyarak dinlemek.
Fikirleri
ve bilgileri paylaşmak.
Yeri
geldiğinde sözcüklere tahammül etmek.
Gülümserken
insanların kalbine dokunmak.
Kucaklarken
karşılıklı o sıcacık sevgi ırmağını birleştirmek.
Selamlarken
gönülden gönüle yol olmak.
Bunlar
ne kadar kıymetli.
Yazarlığının
yanı sıra, çok dilli bir çevirmen, antoloji yazarı ve editör olarak
uluslararası bir üne sahip bulunan Arjantin asıllı Alberto Manguel bakın ne
demiş;
"Sohbet
etmenin, bir insanın kalbine ya da aklına açılmış bir pencere olması
düşüncesini seviyorum."
Kalbe
açılan her pencerede görülecek pek çok güzellik, fark edilecek pek çok ayrıntı
var. Hepsi bize hayat rotamızda yol gösterecek cinsten üstelik.
Tüm
bu özel pencereleri bir bir açıp fark etmek dururken; bizler ne yapıyoruz
dersiniz?
Ön
yargının sıkı bağları arasından bakarken bir de eleştiriyoruz. Eleştirinin o
negatif enerjisi ile sevgi dolu alanları yıpratıyoruz, hatta yıkıyoruz. Var
olan olumlu enerjileri azaltıyor, yok ediyoruz.
Yüzümüze
yansıyan sevgisizlik ve olumsuzluğun, huzursuzluğa ve mutsuzluğa davetiye
çıkardığını maalesef fark edemiyoruz.
En
önemlisi de; içini en kaliteli hatıralarla dolduracağımız anlara hasret
yaşarken; yaşantımızı sıradanlaştırıyoruz.
Eleştiri
yaptığımız anda; hedefte vardığı kalbin enerjisi sönümlenirken; kalbimizdeki
duyguların da negatife doğru sürüklendiğini unutmamamız gerekiyor. O nedenle
eleştirel bir kişi olmanın ne derece doğru olduğunu iyi tartmak lazım diye
düşünüyorum. Sürekli başkalarına odaklı yaşamak, onları mercek altına alırken
kendimizden, kişiliğimizden ve hatta iç sesimizden uzaklaşmak ne derece doğru tartışılır.
Öte
yandan bir eleştiri yağmuru altında sakinliği korumak, sonuna kadar dinlemek ve
o anda açığa çıkacak duyguları yok saymadan onlarla yüzleşmek en doğru olanı.
Peki
bunu yapmak kolay mı? Elbette değil. Çünkü daha eleştiriyi duyar duymaz savunmaya
geçiyoruz. Ortaya çıkacak duygulardan, kanayacak yaralardan korkuyoruz belki de
kim bilir?
Talep
edilmeden tavsiye vermenin bile keskin çizgileri olduğunu söylüyor uzmanlar.
Tavsiye
vermenin altında; karşımızdakini küçük görmek, kendi egomuzu parlatmak ihtiyacı
olabileceğini unutmamak gerekiyor.
Samimi,
dürüst, sevgi ve şefkat dolu yaklaşımlarla içimizdeki manevi alanı beslemek
varken; eleştiri yapmak, tavsiye vermek, karşımızdaki kişilerin eksik yönlerini
sürekli hatırlatan olmak; kendi zarafetimize gölge düşürüyor bence.
O
halde içimizdeki kalp sesini dinlemek, var olan enerjimizi kendimizi
kandırmadan okumak ilk adım. Sonrasında eğer oluşacak negatif enerjiyle başa
çıkacak gücü kendimizde buluyorsak ve gerçekten gerekliyse; eleştiri yapmak ya
da tavsiye de bulunmak daha yerinde bir davranış tarzı sanki. Elbette o
eleştirel gözün bir an gelip kendi içimize döneceğini de unutmadan.
Böylece
hem kendi yaralarımızı sevgiyle saracak hem de karşımızdaki kişinin enerjisini
boş yere azaltmamış olacağız. İyilik ve güzellik bu kadar yakın aslında. Ardından
gelecek huzur da. Yeter ki görelim.
‘’Yaşayacaksan
asaletle, zarafetle yaşayacaksın.’’
Bu
cümleler 2019 senesinin Oscar ödüllü filmi ‘Green Book – Yeşil Kitap’tan. Tüm
kalbimle katılıyorum ben de. Unutmayalım ki düşüncelerimiz ve eylemlerimiz
bugün bizi biz yapan ve geleceğe taşıyacak olan sihirli bir yol. Ve o yoldaki
eğitim hiç bitmeyecek.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
21.04.2019
çok güzel paylaşımlarınız var okurken keyif alıyorum ve çok başarılı buluyorum.Ayrıca kaynak göstermeniz de güzel bir incelik olmuş :) Film izle
YanıtlaSil