Gelin beraberce tarihte uzun bir yolculuğa çıkalım. Milattan önceki yıllarda güzel
Ege’mize uzanıp, Büyük Menderes nehri ile Dalaman çayı arasında meşhur Karia
(Karya) uygarlığına bakalım.
Tarihler
M.Ö. 5. yüzyılı gösterirken, Karia halkı tazelenmenin en güzel göstergesi olan
bahar mevsiminin gelişini coşkuyla kutlamak üzeredir.
İşte
o günlerin birinde, Karia sarayının çiçeklerle bezeli bahçesinde gezinen genç
bir kız çığlık atarak yere yığılır. Acılar içindeki genç kız kralın biricik
güzel prensesidir. Maalesef gri renkli zehirli bir yılan tarafından
sokulmuştur.
Zehrin
etkisiyle ateşi yükselir. Yüzü gözü şişmeye başlar. Bir yandan da titreme
nöbetine girer. Etrafını çeviren hekimlerin çabası sonuç vermez. Krala
prensesin öleceğini duyurmak zorunda kalırlar.
Hayatındaki
tek varisinin ellerinden kayıp gideceğini duyan kral perişan olur.
Ateşler
içinde sayıklayan kızının başından bir an olsun ayrılmayan kral çaresizlik
içinde sabahı sabah eder. Güzel prensesin başına gelenleri duyan Karia halkı
tapınaklarda duaya başlar.
Tam
o çaresizlik anında saraya bir haber ulaşır. Sarayın kapısına gelen bir
balıkçının yardım edebileceğini duyan kral hemen balıkçıyı huzuruna davet eder.
Uzun
boylu, yanık tenli, yeşil gözlü, iri yarı, orta yaşlı balıkçı kendinden emin
haliyle
Simi adasından geldiğini söyler. Bir yandan da yanında getirdiği şifalı
merhemi çıkarır. Kendisi gibi balıkçı olan dedesinden yapımını öğrendiği
merhemin, yöreye has otlarla yosun karışımından oluştuğunu söyler. Kraldan
aldığı izinle merhemi prensesin tüm bedenine sürer.
Prensesin
kısa sürede ayağa kalkacağını belirten balıkçı, merheminin zehirli balıkların
soktuğu insanlarda etkili olduğunu da ekler.
Gerçekten
de ertesi gün balıkçının dediği doğru çıkar. Genç kızın ateşi düşer. Şişlikleri
iner. Birkaç içinde de tamamen eski sağlığına kavuşur.
Duruma
çok sevine kral, kızını kurtaran balıkçının ailesi ile beraber saraya getirilip
yerleştirilmesini emreder.
Kendi
sarayındaki hekimlerle tanıştırdığı balıkçıdan doğayı araştırmasını, denizdeki
yosunlardan, ormanda keşfedeceği türlü çiçek ve bitkiden ilaçlar yaparak
insanların hayatını kurtarmasını ister.
Peki
kralın kızını ölümden kurtaran balıkçı kimdir dersiniz?
Yunan
mitolojisinde kendisini insanları tedavi etmeye adayan tıp tanrısı Asklepios'un
oğlu Aesculepios-Aesculap. Sağlık ve temizlik tanrıçası Hygieia’nın da ağabeyi
aynı zamanda.
Aradan
geçen zaman içinde kralın dileği gerçek olur. Şifalı otlardan, çiçeklerden ve
yosunlardan yapılan ilaçlar sayesinde pek çok hasta sağlığına kavuşur. Şifa
bulur.
Bu öyküden yola çıkarak güzel Anadolu’muzda başlayan ilaç yapımı, yıllar içinde "Koca Karia İlacı" sözüyle tarih sayfalarında kendisine haklı bir yer bulur.
Kulaktan
kulağa taşınırken zamanın azizliğine uğrayarak hepimizin bildiği o tabir haline
dönüşür.
‘Koca
karı ilacı.’
Günümüzde
modern tıp yeni buluşlarla koşar adım gelişme gösterirken, yine de geleneksel
tedavi yöntemlerinin hala varlığını koruduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyle değil
mi?
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
06.11.2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder