12 Aralık 2019 Perşembe

KARİA SARAYINDAN GÜNÜMÜZE


Gelin beraberce tarihte uzun bir yolculuğa çıkalım. Milattan önceki yıllarda güzel 
Ege’mize uzanıp, Büyük Menderes nehri ile Dalaman çayı arasında meşhur Karia (Karya) uygarlığına bakalım.

Tarihler M.Ö. 5. yüzyılı gösterirken, Karia halkı tazelenmenin en güzel göstergesi olan bahar mevsiminin gelişini coşkuyla kutlamak üzeredir.

İşte o günlerin birinde, Karia sarayının çiçeklerle bezeli bahçesinde gezinen genç bir kız çığlık atarak yere yığılır. Acılar içindeki genç kız kralın biricik güzel prensesidir. Maalesef gri renkli zehirli bir yılan tarafından sokulmuştur.

Zehrin etkisiyle ateşi yükselir. Yüzü gözü şişmeye başlar. Bir yandan da titreme nöbetine girer. Etrafını çeviren hekimlerin çabası sonuç vermez. Krala prensesin öleceğini duyurmak zorunda kalırlar.

Hayatındaki tek varisinin ellerinden kayıp gideceğini duyan kral perişan olur.

Ateşler içinde sayıklayan kızının başından bir an olsun ayrılmayan kral çaresizlik içinde sabahı sabah eder. Güzel prensesin başına gelenleri duyan Karia halkı tapınaklarda duaya başlar.

Tam o çaresizlik anında saraya bir haber ulaşır. Sarayın kapısına gelen bir balıkçının yardım edebileceğini duyan kral hemen balıkçıyı huzuruna davet eder.

Uzun boylu, yanık tenli, yeşil gözlü, iri yarı, orta yaşlı balıkçı kendinden emin haliyle 
Simi adasından geldiğini söyler. Bir yandan da yanında getirdiği şifalı merhemi çıkarır. Kendisi gibi balıkçı olan dedesinden yapımını öğrendiği merhemin, yöreye has otlarla yosun karışımından oluştuğunu söyler. Kraldan aldığı izinle merhemi prensesin tüm bedenine sürer.

Prensesin kısa sürede ayağa kalkacağını belirten balıkçı, merheminin zehirli balıkların soktuğu insanlarda etkili olduğunu da ekler.

Gerçekten de ertesi gün balıkçının dediği doğru çıkar. Genç kızın ateşi düşer. Şişlikleri iner. Birkaç içinde de tamamen eski sağlığına kavuşur.

Duruma çok sevine kral, kızını kurtaran balıkçının ailesi ile beraber saraya getirilip yerleştirilmesini emreder.

Kendi sarayındaki hekimlerle tanıştırdığı balıkçıdan doğayı araştırmasını, denizdeki yosunlardan, ormanda keşfedeceği türlü çiçek ve bitkiden ilaçlar yaparak insanların hayatını kurtarmasını ister.

Peki kralın kızını ölümden kurtaran balıkçı kimdir dersiniz?

Yunan mitolojisinde kendisini insanları tedavi etmeye adayan tıp tanrısı Asklepios'un oğlu Aesculepios-Aesculap. Sağlık ve temizlik tanrıçası Hygieia’nın da ağabeyi aynı zamanda.

Aradan geçen zaman içinde kralın dileği gerçek olur. Şifalı otlardan, çiçeklerden ve yosunlardan yapılan ilaçlar sayesinde pek çok hasta sağlığına kavuşur. Şifa bulur.

Bu öyküden yola çıkarak güzel Anadolu’muzda başlayan ilaç yapımı, yıllar içinde "Koca Karia İlacı" sözüyle tarih sayfalarında kendisine haklı bir yer bulur.

Kulaktan kulağa taşınırken zamanın azizliğine uğrayarak hepimizin bildiği o tabir haline dönüşür.

‘Koca karı ilacı.’

Günümüzde modern tıp yeni buluşlarla koşar adım gelişme gösterirken, yine de geleneksel tedavi yöntemlerinin hala varlığını koruduğunu söylemek yanlış olmaz. Öyle değil mi?

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.11.2019



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...