Gezegenimiz
üzerinde, yaşamın ilk ne zaman başladığı hep merak konusu olmuş.
Araştırmacılar,
katman ve fosil incelemeleri ile her zaman ilklere ulaşmaya çalışmış.
Hepimizin
aşina olduğu dinazorlar bunlar arasında elbette. Ama onlardan çok daha önce
yaşayan bir canlı türü daha var.
Dünyanın
en yaşlı türü olarak biliniyor.
Bilimsel
ismi ‘Limulus Polyphemus Blue Blood’.
‘At
Nalı Yengeci’ olarak isim verilmiş. Şekli itibarı ile at nalına benzediği için.
Ancak
bildiğimiz yengeç türü gibi değil.
Bir
tür deniz eklem bacaklısı.
Sığ sularda yaşayan bu türün ilk fosil kayıtları 445 milyon yıl öncesini gösteriyor.
Üstelik bulunan o fosilin yapısı ile günümüzde karşılaştığımız at nalı
yengecinin yapısı birebir aynı.
İşte
bu nedenle 'Yaşayan Fosil' lakabını haklı olarak elde etmiş.
Gövdesi
yeşilimsi gri ile koyu kahve tonlarında.
Onu
koruyan sert kabuğunun pürüzsüz bir yüzeyi var.
Uzunluğu
yaklaşık 51 cm.
Sığ
sularda genellikle diplerde hareket ediyor.
Vücudunda
dağınık halde toplamda dokuz gözü var.
En
önemli özelliği gök mavisi tonundaki değerli kanı.
Her
türlü iklim şartında yaşayabiliyor.
Görüldüğü
bölgeler Meksika Körfezi ve Amerika’nın kuzeydoğu kıyılarındaki sığ okyanus
zeminleri.
Üstelik
bir yıl aç kalabilmesi en büyük yaşamsal avantajı.
Litresi
neredeyse on beş bin dolar eden mavi kanı nedeniyle ilaç sektörünün gözdesi
durumunda.
Peki
kanı neden mavi?
Bildiğimiz
gibi; omurgalılarda oksijeni beyaz kan hücreleri taşıyor.
At
nalı yengeci gibi omurgasızlarda ise amebosit hücreleri devrede.
Bu
hücreler, kandaki oksijeni taşımak için hemosiyanin denen bir pigmenti kullanıyor.
Hemosiyanin,
demir yerine bakır ihtiva eden; eklembacaklılarda ve birçok yumuşakçada bulunan;
mavi renkli kan pigmenti. Kanlarındaki oksijeni taşıyan amebositler; zararlı ve zehirli olan herhangi
bir tür virüs ya da bakteriyle temas ettiğinde; kanın pıhtılaşmasına neden olan
bir kimyasal yayıyor. Böylece tehlikeyi kuşatarak izole ediyor.
İşte
bu özel durum; yaşam ortamları olan sığ kirli sulardaki sayısız zehirli bakteri
ve virüs arasında; at nalı yengeçlerinin rahatça nasıl hayatta kaldığını açıklıyor.
Bilim
insanları, at nalı yengecinin kan hücresindeki pıhtılaşma aktivitesini fark
ettikleri andan itibaren, bunu ilaç sektöründe nasıl kullanacaklarını
araştırmış. Sonunda ismine LAL (Limulus amebosit lizat) denen testi bulmuş.
Bu
duyarlı test sayesinde, ilaç ve ekipmanların hijyen testi hızlı ve güvenli bir
şekilde gerçekleşmeye başlamış. O gün bugündür bu özel madde ilaç sanayinin
aranan maddesi olmuş.
İlaç
üreticileri önemli sahalarda; herhangi bir şeye mikrop bulaşıp bulaşmadığını
anlamak için; araştırılacak malzemenin bir kısmını bu kanla buluşturuyor. Eğer
pıhtı oluyorsa malzeme mikroplu, pıhtı oluşmuyorsa temiz ve steril olduğu
anlaşılıyor.
Günümüzde
ilaç sektörünün bu ihtiyacı nedeniyle çok sayıda canlı at nalı yengecine
ihtiyaç duyuluyor.
Bu
amaçla, Amerika’nın doğu kıyısı açıklarında yüz binlerce at nalı yengeci
toplanıyor. Özel bir yöntemle değerli mavi kanları süzülüyor. Kanı alınan
yengeçler yeniden yaşam ortamlarına geri bırakılıyor.
Bunlar
arasında hayatta kalanlar çoğunlukta olmakla beraber, yüzde otuz kadarı hayatını
kaybediyor. Neslinin yok olmaması adına, bilim insanlarının bu aralar LAL testi
için başka alternatifler üzerinde de çalıştıklarını da bir not olarak
bilmemizde fayda var.
Bilime,
insanlığa bu denli faydası olan yaşayan fosilin, bu özel lakabı daha uzun yıllar
boyunca yaşatabilmesi dileğimle.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
14.06.2020
Kaynaklar:
https://tr.wikipedia.org; https://www.nature.com; https://bigthink.com; http://www.gazetemsi.com.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder