22 Ocak 2013 Salı

TEKERLEKLİ SANDALYEDEN BAŞARININ ZİRVESİNE GURUR…

Hayat her birimize ayrı noktalardan dokunuyor. Kimsenin hayatı dört dörtlük değil. Önemli olan elindekilere şükredip yaşama sımsıkı sarılmak ve ideallerinden asla vaz geçmemek. Bu uğurda önüne çıkabilecek her türlü engeli de elinin tersiyle itecek cesarete sahip olmak. Kendi yaşamına herkesten çok sahiplenmek. Yenilmeyi, pes etmeyi bir an olsun düşünmeden, hedefe kilitlenip hep ileriye doğru koşmak.  Tüm bunları yaparken yaşamın lezzetlerini de içine sindirmek, hayattan alabileceği tüm zevki almaya çalışmak.

Biliyorum gerek  dünyamız, gerekse ülkemiz olsun çok zor bir süreçten geçiyor. Evet tüm dengeler bozulmuş durumda; ama her şeye rağmen nefes aldığımız her ANIN kıymetiyle yaşama tebessüm edebilmek asıl olan. İşte böylesi zor zamanlarda gurur verici başarı öykülerinden haberdar olmak, bunları paylaşmak; insanı bir anda kabuğundan çıkmaya zorluyor ve kendisiyle yüzleşmeye adeta. Üstelik hepimizin böylesi anlamlı rol modellere de ihtiyacı var.  Hele hele bu rol modeller zoru, hatta imkansızı kocaman başarılara döndürmüşler ise… 

Her türlü zorluğa ve olumsuzluğa rağmen kazanılan bir haklı gurur ve başarı öyküsü sözünü edeceğimiz öykü. Hem de ülkemiz adına büyük bir gurur vesilesi. Şimdi amacım bu yazı vesilesi ile bu haklı gururu alkışlayacak daha çok kişiye ulaşmak ve belki de onların hayatlarına küçük dokunuşlar yapmak. Çünkü bu öyle bir yaşam öyküsü ki her anında cesur bir yüreğin yaşama sımsıkı sarılmış dokunuşları var. Ve hayat adına hepimizin alacağı muhteşem bir ders.

Engelli olmayı bir kenara bırakıp hayata azimle asılan ve hedefine başarıyla ulaşan harika bir insandan söz etmek istiyorum sizlere. Bilenler  varsa da yeniden hatırlayalım beraberce.

Bu mucize öykünün kahramanı Onur Güntürk.


Ordinaryüs Profesör Dr. Onur Güntürk.

Tekerlekli sandalyede bir bilim adamı.

Mahlası TÜRK Hawking.

35 yaşında profesör olup, en üst bilim mertebesi olan Ordinaryüs Profesörlüğe 39 yaşındayken yükselen genç bir bilim adamı.

Pek çok bilim ödülü sahibi.

Nobel’ e aday.

Ve hepsinden önemlisi; umutsuzlukları UMUDA çeviren KOCAMAN bir YÜREK.

Şair ve yazar Kemal Yalçın’ın tanımıyla ‘’Beyin evrenini aydınlatan önemli bir yıldız.’’

Tekerlekli sandalyeden başarınızın zirvesine GURURla  çıkan bu  güzel kalbin yaşam öyküsü hepimize ibret olacak nitelikte…

1958 yılında İzmir’de doğmuş Onur Güntürk.  Hayatını alt üst eden bisiklet kazasını ise Zonguldak’ta sadece dört yaşındayken bir yaz günü geçirmiş. Sağ ayağını kesen paslı teneke yüzünden çocuk felci hastalığının o amansız pençelerine düştüğünde başlamış hayat mücadelesine. Henüz minicik bir çocukken, tam da oyun çocuğu olacak yaşında. Türkiye’de aylarca süren tedaviler sonuç vermeyince Almanya’daki dayısının yanına gönderilen Onur, ilk ayrılıklarını ve ilk acı derslerini orada tatmış ne yazık ki. Yaşından beklenmeyecek bir olgunlukla tam sekiz ay ailesinden ayrı kalma pahasına yabancı dil öğrendi. Çünkü tedavinin daha başarılı olması için o ülkenin dilini öğrenmesi gerekiyordu. Sonuçta dili kavrayınca ailesiyle yeniden bir araya geldi ve artık tedaviler tüm hızıyla başladı.

Sonuçta yürüyemeyeceği kesinleşti, ama en azından elini kolunu hareket ettirebilecekti.  Bir yandan okuluna devam ediyor, bir yandan ameliyatları sürüyordu. 
Okulundaki tek engelli Türk çocuk olmasına rağmen hiç isyan etmedi. Ve kendisini kitaplara, okumaya, araştırmaya verdi. Yeni şeyler öğrenme merakı onun hayata farklı bakmasını sağlıyordu. İşte bu bakış açısı, bu azim ve merak onu öğretim yıllarında başarıdan başarıya taşıdı. Ortaokul bittiğinde ailesinin de oturma izni de bittiği için doğduğu şehre geri döndüler. Lise üçüncü sınıfta katıldığı Tübitak yarışmasında 'balıkların siyah beyaz gördüğünü' kanıtlayan ve finale kalan Onur; aynı yıl liseden birincilikle mezun oldu.

Ardından Almanya’ya geri dönüp üniversitede psikoloji eğitimine başladı. Tezini beyin üzerine yaptı. Çocukluğundan itibaren ilgi duyduğu hayvanlar, onların hareketleri ve beyinleri üzerinde pek çok deney yaptı. İnsan beynine benzerliği olduğu için güvercin beyni üzerinde yaptığı ameliyatlarla tezini verip üniversiteyi de birincilikle bitirdi.

Okulda kalıp doktora yapmaya başladı. Özellikle beynin zedelenmeleri üzerine yoğunlaştı, bu zedelenmelerin sağ ve sol loplarda yarattığı farklılıkları inceledi. Artık onu tutmak imkansızdı.  İçindeki o müthiş öğrenme merakıyla beynin işlevleri üzerine iyice yoğunlaştı.  24 yaşında genç bir doktorken Bochum Üniversitesi Üstün Araştırmalar Ödülü’nü aldı. Sonra da aldığı bursla Amerika’ya gitti. Dönüşte Almanya’da doçentlik tezini verdi ve Alman Araştırma Fonu’nun bilim ödülünü kazandı.

35 yaşında elde ettiği profesörlük unvanıyla yetinmedi. Özellikle güvercinler üzerindeki çalışmalarına hız vererek; güvercinlerdeki   beyin asimetrisinin oluşum sürecini ve mekanizmalarını keşfetti. Bu keşif ona Almanya’nın en saygın bilim ödüllerinden Krupp Bilim Ödülü’nü kazandırdı.  Beş sene sonra  ise ordinaryüs profesör olarak bilimin en üst mertebesine erişti. Gerek yurt içinde gerekse yurt dışında çok sayıda ödül aldı. Bunlardan en sonuncusu ise geçtiğimizin yılın son ayında almış olduğu ve Almanya’nın Nobeli sayılan en büyük araştırma ödülü Leibniz Bilim Ödülü oldu.

Çocuk denecek yaşta başına gelen olumsuzluğu, olumlu hale çevirip; vazgeçmediği disiplin ve öğrenme aşkını en güzel şekliyle sonuçlandıran bu cesur yüreği; bilime kazandırdıkları ve bizlere yaşattığı bu güzel gurur nedeniyle ayakta alkışlıyorum ben.

Dünyada beyin alanında yaptığı buluşlarla, araştırmalarıyla, yazdığı bilimsel makaleleriyle en ön sıralarda yer alan bu önemli bilim adamının yaptıklarından da kısaca söz etmek istiyorum. Çünkü her biri gelecekteki pek çok hastalığa derman olacak nitelikte.

Sağ ve sol beynin birbirinden bağımsız çalıştığını, yani aynı işlevleri yapmadığını ispatlayan Onur Güntürk; beynin bu sırrını çözerek otistik ve parkinson gibi nörolojik hastalıkların tedavisinde önemli bir adım atmış oldu.  Güvercin beyninin her iki yarısının birbiriyle olan ilişkisini matematiksel modeller kullanarak ortaya çıkardı. Bunu çözmek için Belçika’da altı ay süren bir bilimsel araştırma yaptı. Sinir hücrelerindeki elektrik akımlarını, güvercin beynine yerleştirilen elektrotlarla kaydedip; beyin birimlerinin görevlerini ve ilişkilerini aydınlattı. Böylece beynin mimarisinin ilkelerini, temel yapı mekanizmalarını, işleyiş kanunlarını bulmuş oldu ki; bu da insanlarda unutkanlığı en aza indirmekten, bunamayı önlemeye kadar pek çok derde çare olacak nitelikte.

Bir başka araştırmada; bebekliğinde kafası sağ tarafa çevrili duran bir insanın, ileriki yaşlarda sağ elini kullanma yatkınlığına kavuştuğunu deneylerle kanıtladı.  Kültür farklılıkları olabileceği düşüncesiyle değişik hava alanlarında gözlemler yaptı. Sonuçta çiftlerin öpüşürken başlarını sağ tarafa çevirme eğilimi yüksekse; sağ el kullanma oranının yüzde 80 olduğunu  gözlemledi.  Bu duruma  ‘’Epigenetik faktör’’  deniyor ve  bu durum bebekliğimizde kafamızın yatırıldığı taraf, beynimizin çalışacağı tarafı etkiliyor şeklinde açıklanıyor ki buna öpüşmemiz, yazmamız ve söylenenleri anlamamız da dahil.

Çalışmaları bunlarla da sınırlı değil Onur Güntürk’ün.  Bunlardan bir tanesi kuşdili üzerine oldu. Bu dil dünyada sadece üç yerde; Türkiye’de ise bir tek Karadeniz Bölgesinde Kuşköy’de konuşulan bir ıslık dili. Tamamen ünlü seslerden oluşuyor, içinde ünsüz ses yok. Bu amaçla  Kuşköy’ de yaşayanlarla sağ ve sol kulakların algıladığı sesler üzerine pek çok deney yaptı. Dile bağlı olarak bir sinyal geldiğinde, sağ kulağın sesleri öncelikli olarak algıladığını fark etti. Şu  anda yunus balıklarının beyin ve seslenme sistemlerinin asimetrisi üzerinde yoğunlaşmış durumda.

Gelin sözlerimizi bilim aşığı Onur Güntürk’ün kendi sözleriyle yapalım ve onun hayata bakışına bu kez de kendi sözleriyle ortak olalım.

“Biliyor musunuz bütün bu yaptıklarımı, devamlı insanlara yardım etmek istediğim; hastaları iyileştirmek için yapmıyorum! Araştırmalarımın sonuçları, bilimsel bulgularım insanların yaşamlarını zenginleştirir; insanların yararına, hastaların tedavisinde kullanılabilir. Bunlar gerçekleşirse çok çok sevinirim. Ama, ‘Bilimi bunun için yapıyorum!’ dersem yalan olur... Çünkü benim asıl istediğim bilmek. Bilimsel çalışmalarımı, araştırmalarımı sonsuz  bir bilim tutkusuna kapıldığım için yapıyorum. Yeni bir şey bulmanın tutkusuna kapıldığım için her sabah koşa koşa üniversiteye, laboratuvarıma gidiyorum. Hayat boyunca sanki bir yelkenliyle, Kristof Kolomb gibi bir okyanusta dolaşıyorsunuz. Küçük adacıklar için siz kendiniz Kristof Kolomb oluyorsunuz. O koskoca bir kıtayı keşfetmişti. Siz bir kıta olmasa da, okyanustaki küçük küçük adaları keşfediyorsunuz. İşte bilimin özü budur. Bu tutku olmadan, bu heyecanı duymadan bilim olmaz.”

İşte bir hayat öyküsü…

İşte bir yaşam mücadelesi…

Ve sonuçta azmin elinden hiçbir şeyin kurtulmadığının, hedef ve hayallerin insanları hayata sımsıkı bağladığının gerçek sonucu…

Bu azim dolu öyküden haberdar olup hala yaşamın kıyısında yaşayanlara sözüm; bir an önce cesaretinizi toplayın ve hayatın içine balıklama dalın. Hayallerinizi yakalamak adına koşmayı ise hiçbir engele bakmadan tamamlayın. YAŞAM sadece SİZİN, SEÇİMLERİNİZ de.Önünüze çıkan hiçbir şey vazgeçmenize neden olmasın.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

14.01.2013



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...