Tarihsel
dönemler boyunca kadınların yaşadığı zorluklar o kadar çok olmuş ki, hangi
ucundan tutarsanız, içinizi sızlatan tınılar yüreğinizi kanatıyor.
Bildiklerimiz ne kadar azsa, tarih sayfaları arasında sıkışıp kalmış bilinmeyen
utanç dolu yüzler de bir o kadar fazla.
Şimdi
paylaşacağım notlar da onlardan sadece bir tanesi.
Hadi
gelin beraberce 1800’lü yıllarda Amerika’ya gidelim. Karşımızda ‘Modern
jinekolojinin babası’ olarak ünlenen tıp doktoru J. Marion Sims var.
1813
yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin güneydoğu bölgesinde doğmuş.
Jinekoloji
alanında tıp eğitimi almış. Alanın da gösterdiği başarılar yıllar içinde ünlenmesine
vesile olmuş. New York’ta açılan ilk kadın hastanesinin kurucularından birisi
aynı zamanda. Doğurganlık, kanser ve rahim üzerindeki araştırma ve tedavileri ile
pek çok hastalığa çözüm bulmuş. Hatta kendi adını taşıyan rahim muayene aletlerinin
de mucidi aynı zamanda.
Elbette
tüm bunlar son derece kıymetli. Ancak gelin görün ki modern jinekolojinin
babası, bu araştırmalar sırasında tam bir vahşete imza atmış.
Araştırmalarını
yapmak, aklındaki sorulara çözüm bulmak için belki de insanlığını unutmuş.
Neden
mi?
Jinekolojik
araştırmaları için ihtiyaç duyduğu denek kadınları parası ile satın almış.
Bunun
için siyahi kadınlar adeta biçilmiş kaftandır. Çünkü o yıllarda siyah ırkın
kadınlarının hiç acı duymadığına inanılır. Çünkü onlar yarı insan bile
değillerdir. Söz hakları yoktur. Mal gibi alınıp satılır. Köle olarak her işte
kullanılabilir.
Dolayısıyla
Doktor Sims satın aldığı kadınlara sormadan, rızalarını almadan; hatta ne
acıdır ki anestezi kullanmaya gerek duymadan; pek çok deneyi onların çığlıkları
arasında, ZORLA gerçekleştirir.
İlk
okuduğumda içimi sızlatan bu bilgi, doktorun kendi açıklamalarını okuyunca
yerini bambaşka duygulara bıraktı ister istemez.
Tam
5 yıl sürmüş bu deneyler. Laboratuvarına kapattığı 14 kadından sadece bir tanesi
üzerinde 30’dan fazla cerrahi müdahalede bulunmuş. Canlı canlı, bağırta
bağırta. Özellikle Anarcha, Lucy ve Betsey isimli üç köle kadın üzerinde
sayısız farklı cerrahi teknik denemiş. Tekrarlıyorum, hiç birinde anestezi
kullanılmamış.
Durum
böyle olunca, her bir müdahale birer işkenceden farksız hale gelmiş ne yazık
ki. Bunlara vajinaların kesilip biçilmesi, her defasında rahim içlerine yeni
aletlerin konarak denenmesi dahil.
Yazarken
bile kanımı donduran bu notlar ne yazık ki gerçekler. Ancak her şey bu kadarla
da sınırlı değil. Sırada zenci çocuklar da var maalesef. Onlar da kafatası
araştırmalarının bir numaralı denekleri olmuşlar zamanında.
Amerika’daki
kaynaklar ilk kuruluş yıllarından itibaren zencilerin her türlü deneyde kobay
olarak kullanıldığını doğrular netlikte. Aşılar, deneysel cerrahi içeren tüm
operasyonlar bunlar arasında. Ve hepsinde anestezi kullanılmaması en çarpıcı
nokta.
Doktor
Sims; Amerikan Tıp Birliği’ne başkan olarak seçilir. Alabama,
Washington ve New York gibi pek çok yere anıtları dikilir.
Zaman
zaman siyahi ırkın kadınları tarafından protesto edilse de; sonuçta tıp
dünyasının en başarılı isimlerinden biri olarak tarihteki yerini alır.
Kadın
sağlığı ve kadın hastalıklarını önlemek adına yapılan girişimlere çok şey
borçlu olduğumuz bir gerçek. Ancak işin içinde acı, işkence, zorlama ve eziyet
unsurları olunca insanın soluklanmaya ihtiyacı oluyor.
Biz
kadınların her yıl yaptırmak zorunda olduğumuz rutin muayeneler sırasında bile
ayaklarımız geri geri giderken; onca kadının yıllarca çektiği eziyet içimi fena
acıttı.
Zorla, işkenceyle, can acıta
acıta denek masalarına yatırılan tüm kadın bedenleri için ne söylenebilir ki?
Ancak
bu iç acıtan tablolar sadece bir doktorla da sınırlı kalmamış. O yıllara imza
atan, buluş yapan pek çok doktor maalesef hep hocalarının yolundan gitmiş.
Örneğin;
kadının skene (boşalma) bezlerinin ismi, jinekolog Alexander Skene’den geliyor
ki; o da doktor Sims’in öğrencilerinden bir tanesi. Ve o da tıpkı hocası gibi zor
kullanarak, anestezi yapmadan buluşlarını ilerletmiş. Doktor Skene tam 72
farklı aracın mucidi. Jinekolojik muayeneler sırasında çok kullanılan spekulum,
klemp ve benzeri her aracın denenme süreci, maalesef kullandığı kadınlar için uzun
süreli birer işkenceye dönüşmüş.

Biliyoruz
ki bilimin her bir basamağında yaşanan zorluklar, çekilen acılar, katlanılan
eziyetler; hep bir sonraki basamağa yatırım. Bugünün kolaylıklarına erişmek
için o zamanlarda yapılanları bilmek ise; bizlerin daha duyarlı olması için
birer vesile diye düşünüyorum.
Şimdilerde
yepyeni bir proje var kadınların emek verdiği, araştırdığı ve üzerinde
çalıştığı. İsmi o siyahi denek kadınların isminden esinlenerek konmuş.
Anarchagland
projesi.
Amaç
o yıllardan itibaren birçok yerde kullanılan ancak hiç tanınmayan, unutulan
siyahi köle kadınların öyküsünü gün yüzüne çıkarmak.
Katalonya’da
başlatılan bu projede; kadın bedeninin tarihinin yeniden yazılması amaçlanıyor.
Hatta doktor ismi taşıyan dokulara o acıları çeken denek kadınların isimleri
verilerek, bir parça olsa da isimlerinin onöre edilmeleri tasarlanıyor.
Ne
diyelim yolları açık olsun.
Bizlerin
sağlıkla nefes almasına katkıda bulunan, emek veren tüm bilim insanlarına ve bu
yolda canlarını harcayan, isimsiz cesur kadın kahramanlarına sonsuz minnet
duygumuzla.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
02.09.2017