Her ne kadar acımasız olsa da elbette her bir deney ve sonrası yaşananlar; uzmanların tespitlerinde faydalı olur.
Bunlardan
ilki deneklere verilen ilaçlar ve takibidir. Deneklere klinikte kaldıkları 129
gün boyunca 2100 adet farklı ilaç verilmiştir. Ama ilaç alım takipleri sağlıklı
yapılmadığı için deneklerin hiç biri ilaç almak zorunda kalmaz.
Diğer
bir tespit akıl hastalarına yapılan kötü muameledir. Hastane personelinin,
hastaları gerek sözlü gerekse fiziksel olarak taciz ettiği; hasta mahremiyetini adeta yok sayarak
özellikle izledikleri; kendilerini değersiz hissettirecek davranışlarda
bulundukları ortaya çıkar.
Bir başka tespitte ise görevlilerin hastalarla geçirdikleri zamanın mesailerinin sadece onda biri kadar olduğu yönündedir. Doktor veya asistanlar için bu süre çok daha kısadır. Günde sadece 7 dakika kadar.
Tüm
bunların ışığında, ruh sağlığı bozulan kişilerin bir şekilde kliniğe kayıt
yaptırmasının güvenilmez kişi damgası yemesi için yeterli sebep olduğu gerçeği
ortaya çıkar. Aksine hastane personel ve yetkililerini bağlayıcı hiçbir etken
yoktur. Çünkü istedikleri serbestlikte hareket edebilmeleri bunu gösterir.
Bundan
cesaret alan bazı klinikler hata yapmalarının mümkün olmadığını söylerken, bir
hastane yönetimi kendilerini ispat etmek adına farklı bir istekte bulunur. Buna
göre yönetimin haberi olmaksızın yalancı hastalar kendilerine gönderilecek ve uzman
doktorları yalancı hastaları gerçeklerinden kolayca ayırabilecektir.
David
Rosenhan teklifi kabul eder.
Üç ay içinde hastane yetkilileri kendilerine başvuran 193 hastanın 41’inin yalancı hasta olduğunu savunurken; 42 kişiden de şüphe duyduğunu açıklar. Üstelik yalancı hasta olduğunu düşündükleri 41 kişiden 19’u için akıl sağlıklarının yerli yerinde olduğu konusunda görüş birliğine varırlar.
Fakat
ne olur biliyor musunuz?
Aslında
üç aylık süreç içinde Rosenhan söz konusu hastaneye bir tane bile yalancı hasta
göndermez. Yani 193 hasta da gerçektir.
Bu
sonuç karşısında psikiyatri alanında çalışan hemen herkes pes eder.
Rosenhan
haklı çıkar.
Yıllar
içinde deneye itiraz eden, eleştiren hatta yıllar sonra dahi deney hakkında
olumsuz fikirlere sahip olanlar elbette vardır. Yine de kendilerini
sorgulamaları gerektiğini düşünenlerin sayısının giderek artması olumlu bir
gelişmedir.
Bir
başka olumlu adım ise Amerikan Psikiyatri Birliği’nin, Akıl Hastalıklarının
Tanı ve İstatistik El Kitabı adlı rehberini değiştirmesi olur.
Bu
sayede akıl hastanelerinde sıkı bir reform yapılmasının önü açılır.
Günümüzde uzmanlara göre psikiyatri dünyasında sorulması gereken en önemli soru; normal olanın nerede bitip, hastalığın nerede başladığı sorusudur. Yani asıl olan bir insanın hangi noktada "üzgün", hangi noktada "depresyonda" olduğunu belirlemek olmalıdır.
Böylelikle
keyfî tanı konması engellenirken, hastalar hangi kurumu tercih ederse etsin;
aynı tanı ve tedaviyi alarak iyileşebilmelerinin önü açılmış olur.
Dünya Sağlık Örgütü 2019 yılı tahminlerine göre; dünya çapında yaklaşık 300 milyon depresyon, 50 milyon demans, 60 milyon bipolar ve 23 milyon şizofren hastası var.
Ülkemiz
de ise 2018 yılı verilerine göre; yaklaşık 2 milyon bipolar, 3.2 milyon
depresyon ve 300 binden fazla şizofreni hastası bulunuyor.
Bunların
büyük bir kısmında, psikoloji ve psikiyatrinin yıllar içinde geliştirdiği tüm olumlu
yöntemlerin; hastalıkların idare edilmesini ve hatta kimi durumlarda tamamen tedavi
edilmesini mümkün kıldığını bilmek sevindirici.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
03.05.2024
Kaynaklar:
https://onedio.com/haber; https://evrimagaci.org.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder