27 Şubat 2025 Perşembe

DÜNYAYA SAHİP OLMAK mı? (2/2)

Bu konuyla alakalı olarak Çinli filozof, eğitimci ve yazar Konfüçyüs’ün öğrencilerine verdiği bir başka örneği daha hatırlayalım isterim.

İnsanlara bir şey öğretmenin en iyi yolunun bunu örneklerle göstermek olduğunu savunan Konfüçyüs, ders verdiği günlerden bir gün öğrencilerinin karsısına geçer.

Eline aldığı vazoyu herkesin görebileceği şekilde havaya kaldırır. Diğer elinde tuttuğu elmayı içine koyarak yere bırakır. Öğrencilerden elmayı vazodan çıkarmalarını ister.  Ödül vazodan çıkan elmadır.

Öğrencilerden ilki hemen gönüllü olur. Telaşla elini vazonun dar ağzından içeriye sokar. Elmayı kavrar ve dışarıya çeker. Gelin görün ki avucundaki elma ile beraber elini çıkaramaz.

Durumu gören Konfüçyüs; elmayı bırakmadan elini vazodan geri çıkaramayacağını söyleyince öğrenciler iyice meraklanır.

Elmayı alamayan öğrenci boş elini vazodan çıkarır. Elma vazonun içinde kalmıştır.

Öğrenciler elmayı nasıl alacaklarını düşünürken; Konfüçyüs, vazoyu yerden alıp ters çevirir. Elma yuvarlanıp avucunun içine düşer.

Çözümün basitliğini gören öğrenciler gülmeye başlayınca Konfüçyüz dersin ana fikrini açıklar.

Bazı zamanlarda gerekiyorsa bir şeyi zorla tutmak yerine bırakabilmenin aslında en büyük beceri olduğunu söyler. Burada önemli olanın zorla tutmak istediğiniz şeyin almanıza engel olduğunu görmek ve özgür bırakmak diye de ekler.

Bu iki örnek sonrası şimdi kendimizi düşünmek zamanı.

Peki ya bizler ne yapıyoruz?

Hep daha çok tüketmemiz için etrafımızı saran renkli, albenili reklamlar arasında sıkıştık kaldık.

Teknolojinin geldiği noktada her yerde karşımıza çıkan tüketim çılgınlığı.

Yapmaya çalıştıkları, bizi bir yerden yakalamaya çalışmak. Sonrası onlar için para akışının devamı demekken, bizler için bir başka kelepçe ve tutsaklık niyetinde.

Gereksiz aldığımız eşyalardan, giysilerden tutun da, hep daha fazlasını stoklayalım derken bozulunca atmak zorunda kaldığımız yiyeceklerden ve hatta gereksiz yere yapılan estetiğe kadar skala o kadar geniş ki.

Adeta kaçacak yerimiz hiç kalmadı.

O halde yapılacak tek bir şey var o da kendi irademize sahip çıkmak. Sadeliğin, daha az eşyanın peşine düşüp gereksiz her şeyden kurtulmak gerek.

Almamak gerek.

Bence en güzel direnme değil midir bu tüketim kaosu içinde sade yaşayabilmek?

Her şeyden yeteri kadar olması fikrine bir kez alıştığımızda arkası gelecek aslında. Önemli olan o ilk bağımlılık tutkusunu kırmak.

Hep ilerde lazım olur diye saklananlar o kadar çok ki. Evet yeri gelip kullandıklarımız oluyor, bunu kabul ederim. Hele ki ekonomik şartların hepimizi zorladığı bu zamanlarda. Ama fazla, çok daha fazlasına ihtiyacımız yok. Olmayacak da.

Kullanmadığımız, faydalanmadığımız hatta varlığını bile unuttuğumuz o kadar çok şey var ki.

Yok demeyin sakın. Hepimizin var.

İlk adım kabulle başlayacak.

Sonraki adımlar verdikçe, paylaştıkça içimize dolan mutluluk hissi ile özgürlüğü kulağımıza fısıldayacak.

Daha ne olsun?

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

18.09.2024

Kaynaklar: Psikiyatri uzmanı Gülseren Budayıcıoğlu; www.servetbasol.com; https://www.nlphaber.com.

 

 

DÜNYAYA SAHİP OLMAK mı? (1/2)

İnsan olarak belki de en büyük yanlışımız her şeyin sahibi olmaya çalışmak.

Aslında daha da kötüsü bu hareketimizin yanlış olduğunu düşünmüyor olmamız.

Zamana karşı yarışta koşarken farkında dahi olmamamız.

Dünyaya sahip olma dürtüsü öylesine iliklerimize işlemiş ki dur durak bilmiyoruz. Neredeyse bir tür bağımlı hale gelmişiz. Hep daha çok istiyoruz. Sanki her şeyimiz yeterlisinden daha çok olunca daha çok mutlu olacakmışız gibi.

Oysaki sadelik, her şeyden yeterince olması en büyük saadet. Çünkü ne kadar çok eşyamız, ne kadar çok evimiz, arabamız varsa dertleri de beraberinde geliyor.

Bu şeffaf bir tuzak bence. Bu nedenle göremiyor, farkına varmıyoruz belki de.

Tıpkı maymun tuzağındaki gibi.

Asya’da özellikle Hindistan’da maymunları yakalamak için bir tuzak kurulur.

Bunun için bir hindistan cevizi alınır. İçi güzelce oyulurken altına ince bir yarık açılır.

Ardından iple bir ağaca bağlanır ve içine maymunun sevdiği tatlı bir yiyecek konur.

Hindistan cevizinin altına gelen ve yarıktan sevdiği yiyeceğin kokusunu alan maymun; elini açık olarak dar yarıktan içeriye sokar.

Artık yiyecek avucunun içindedir. Sımsıkı kavrar. Bu güzel yiyeceği midesine indirmesine çok az kalmıştır.

Ama o da nesi?

Avuçladığı yiyecekle beraber maymun elini bir türlü yarıktan geçiremez. Sımsıkı tuttuğu yiyeceği bırakmak istemez ama elini de hindistan cevizinden bir türlü çıkaramaz.

Bu arada gelen avcıları görünce kızar kendi kendine. Yakalanacağını bile bile kaçmaz. Kaçamaz.

Halbuki onu tutan bağlayan hiçbir şey yoktur ortada.

Kendi bağımlılığından başka.

Elini açsa, yiyeceği bıraksa özgür olarak avcılardan kurtulacakken yapmaz. Yiyeceği bırakmak istemez. Bir anlamda açgözlülüğüne yenilir.

Kaynaklar bu tuzaktan kurtulan çok az sayıda maymun olduğunu belirtiyor. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

18.09.2024

13 Şubat 2025 Perşembe

EN ÇARPICI ÖRNEK (2/2)

Dünya genelinde yaşanan olumsuz şartların etkisi bir şekilde devam eder.

MS 541 yılında Mısır Nil deltasında veba salgını başlar örneğin.

Ticaret gemileri nedeniyle kısa sürede Avrupa’ya ulaşır. Kıtlık ile boğuşan halk bu sefer hastalıkların pençesinde kıvranır. Kaynaklar yaklaşık 100 milyon kadar insan kaybını not düşer.

Bir domino taşı gibi her şey birbirini tetikler. Dünya ekonomik olarak bu durumdan payını alırken; olayların etkisi uzun yıllar sürer.

Sonraki yıllarda bilim insanları 18 aylık o kabus dolu yılların sebebini öğrenmek için pek çok araştırma yapar. Ancak bir türlü çözülemez.

Ta ki 2018 yılına kadar.

Amerikalı Ortaçağ tarih profesörü Michael McCormick ile uluslararası üne sahip buzulbilimci, iklim bilimci ve kutup kaşifi olan Dr. Paul Andrew Mayewski; İsviçre'deki bir buzuldan aldıkları parçalar üzerinde yaptıkları inceleme sonunda elde ettikleri verileri bilimsel bir dergide yayınlar.

Rapora göre; 536 yılının baharında oluştuğu saptanan buz parçasında, iki adet mikroskobik volkanik cam parçacığı bulunur.

Bu sonuç da İzlanda veya Kuzey Amerika'da meydana gelen büyük bir volkanik patlamanın; gökyüzüne savurduğu yoğun kül ve sülfürün; neredeyse kuzey yarımkürenin tamamını bir örtü gibi kapladığı düşüncesini gündeme getirir.

Ardından karanlıkla başlayan soğuk hava dalgasının, yoğun volkanik sisi rüzgar eşliğinde Asya'ya kadar taşıdığını düşündürür.

Bu nedenle araştırmacılara göre M.S. 536 yılı yaşanacak en kötü yıllardan biridir.

MS 540 ve MS 547 yıllarında üst üste yaşanan volkanik patlamalarla ve aynı dönemde baş gösteren veba salgını, Avrupa'yı ekonomik durgunluğa sokar.

Bu zorlu dönem 640 yılına kadar yaklaşık 100 yıl devam eder.

Yapımız gereği doğanın hep aynı cömertlikte devam edeceğini sanırken; sadece bir yanardağın sebep olduğu 18 aylık karanlık.

Ardından yaşanan kabus dolu aylar, yıllar.

Yok olan canlar.

Anlaşılan o ki iklim değişikliği ciddiye alınması ve üzerinde titizlikle düşünülmesi gereken bir konu.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

21.08.2024

Not: Bu çok özel konu hakkında bilgi sahibi olmama vesile olan Bilim Kulübü’nden Sn. Mustafa Deveci’ye teşekkür ederim.

Kaynaklar: https://bilimgenc.tubitak.gov.tr; https://www.bbc.com; https://www.milliyet.com.tr; https://www.bbc.com.

 

 

 

 

 

 

EN ÇARPICI ÖRNEK (1/2)

Dünya tarihindeki sayfalar içinde Milattan Sonra 536 yılı bambaşka özellikleri ile en çarpıcı örneklerden bir tanesi.

Tarihe en karanlık 18 ay olarak geçmiş çünkü.

Bu zor yıllarda özellikle Avrupa, Orta Doğu ve Asya'nın bazı bölgeleri nedeni belirsiz bir sis tabakası ile kaplanır.

Aylarca güneş ışınlarına hasret kalan dünyada sıcaklık düşmeye, ürünler azalıp bozulmaya başlar. Binlerce kişi hayatını kaybeder.

Belki de bu yüzden MS 536 yılı, dünyada yaşanan en kötü yıllardan biri olarak kabul edilir.

Üstelik o yıllarda yaşananlar sadece dönemi ile de ilgili kalmaz. Günümüzde yaşanan birçok olumsuz hava şartının ve bozulan doğa dengesinin sebepleri ile de bağlantısı olduğu savunulur.

O tarihte Avrupa, Orta Doğu ve Asya’da yaşayanlar bir gün; etraflarının bir sis tabakası ile kaplandığına şahit olur. İlk başta gelip geçici olacağı düşünülürken maalesef giderek karanlığa gömülürler. İlk gün hiç güneşi göremezler. Umutla ertesi günü beklerken karanlığa uyanırlar. Karanlık ve soğuk günler haftalara, haftalar aylara eklenir.

Bu durum tam 18 ay sürer.

Hava sıcaklığı 1,5 - 2,5 dereceye kadar düşer.

Bu olumsuz durum haliyle tarımı ve ekinleri etkiler. Üretim yapılamaz. Ürünler büyümez çünkü.

Hal böyle olunca Kuzey Avrupa’dan Asya’ya, oradan Akdeniz’e ve hatta Orta Amerika’ya kadar geniş bir coğrafyada kıtlık ve açlık başlar.

Ardından ölümler dünyanın kabusu gibi üzerlerini kaplar.

Daha sonraki yıllarda yapılan araştırmalar bu karanlık sürecin sebebini, büyük volkanik patlamaların atmosfere yaydığı yoğun kül bulutlarına bağlar.

O süreçte güneş ışınlarının alınamaması; küresel soğumaya, karanlığa, bulaşıcı hastalıklara ve sonuçta toplumsal çöküşe kadar uzanan yolu hazırlar maalesef.

Bir anda güneşsiz kalan dünyada yaşanan olumsuz iklim şartlarının yarattığı kıtlık, bulaşıcı hastalıkların yayılmasına ve sonunda binlerce ölüme neden olur.

Bu zorlu şartlara maruz kalan toplumlar yavaş yavaş çöküş dönemini yaşarken, başka kıtalara göçler de başlar.

18 aylık karanlık bittiğinde ise hiçbir şey eskisi gibi olmaz. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

21.08.2024

5 Şubat 2025 Çarşamba

ZAMANSIZ YAŞAYANLAR (2/2)

Araştırmacılardan Kopenhag Üniversitesi biyoloğu Melissa Ilardo’nun, Endonezya'nın Jaya Bakti bölgesinde yaptığı incelemeler sonucunda olağanüstü sonuçlar ortaya çıkar.

Tamamlanan inceleme sonunda yapılan bilimsel açıklamalar; Bajau halkının bedensel değişimini net olarak açıklar.

Her gün sekiz saat boyunca tekrar tekrar daldıkları için zamanlarının yarıdan fazlasını suyun altında geçirirken; her dalışta 30 saniye ile 5-13 dakika arasında derinde kalırlar.

Derinlik 70 metrenin üzerinde olunca bedenlerinde kalıcı değişimler başlar.

Dalış sırasında kalp atış hızları yavaşlar.

Kan damarları büzülür.

Bu arada oksijenli kırmızı kan hücrelerinin rezervuarı olan dalak kasılır. Böylece tıpkı biyolojik bir tüplü dalış tankı gibi ekstra oksijen takviyesi alırlar.

Bu ilginç açıklamalar, bilim insanlarını daha derin araştırmaya yönlendirir.

Sonuçta dalış yapan kabile üyelerinin dalakları incelenmeye başlar.

Elde ettikleri sonuçlarda dalışla ilgisi olmayan komşu köy halkına kıyasla dalaklarının yüzde 50 daha büyük olduğu gözlenir. Kana daha fazla oksijen sağlama görevini üstlenen dalağın bu denli büyümesi sayesinde; günün en az 5 saatinin nasıl su altında rahatlıkla geçirdikleri açıklanmış olur.

Bununla yetinmeyen bilim insanları bir başka adım olarak, Bajau halkının genetik haritasını çıkarmaya yoğunlaşır.

Berkeley Kaliforniya Üniversitesi'nden Profesör Rasmus Nielsen, yapılan testler sonunda, PDE10A geninin, Bajau'ların dalak boyutuyla ilişkili olduğu tespit eder.

Bugünler de maalesef doğanın fütursuzca tüketilip denizlerin kirletilmesinden onlar da nasiplerini almış durumda. Atık plastikle dolu deniz nedeniyle onların yaşamı da tehdit altında.

Geleceğimiz için, dünyanın ve doğanın hak ettiği değeri yeniden kazanması için; yüreği sevgi dolu, duyarlı insanların çoğalması umudumla.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

20.08.2024

Not: Beni bu özel insanların hayatı ile tanıştıran Bilim Kulübü’nden Sn. Mustafa Deveci’ye teşekkür ederim.

Kaynaklar: https://tr.wikipedia.org; https://www.cumhuriyet.com.tr; https://www.sozcu.com.tr.

ZAMANSIZ YAŞAYANLAR (1/2)

Denize, denizin rengine, kokusuna aşık birisi olarak yaşamlarını masmavi sularda geçiren göçebe kabilenin hayatını okumak beni oldukça etkiledi.

Onlar ‘Zamansız Yaşayanlar’, çünkü onlar için zaman kavramının hiçbir önemi yok.

Çoğu kaç yaşında olduğunu bilmiyor.

Okuryazar değiller.

Kendileri dışında dünyada olan olayları pek umursamıyorlar.

Kabile üyelerinin tek amacı içinde bulundukları o anı en güzel haliyle yaşamak.

Peki başarıyorlar mı dersiniz?

Evet hem de ilkel yaşam şartlarına inat hepsi çok mutlu.

İşte karşınızda Bajau Kabilesi.

Güneydoğu Asya'da, çoğunlukla Filipinler'de yaşayan yerli etnik bir grup kendileri. Aralarında yaşanan bir takım anlaşmazlıklar yüzünden Endonezya ve Malezya'ya göç eden üyeleri de var.

Yapılan araştırmalar toplam sayılarının yaklaşık bir milyon kadar olduğunu gösterir.

Bajau kabilesi tam bir deniz göçebesi.

Araştırmalara göre binlerce yıldır var olduğu tahmin ediliyor.

Her biri inanılmaz kabiliyetlere sahip.

Suyla adeta arkadaş olmuş gibiler.

Neredeyse hayatlarının tamamı denizin içinde ve etrafında geçer.

Kabile üyeleri denizin üzerine kurdukları yüzen evlerde yaşar.

Bir yerlere giderken sandal kullanır, yine sandallarda alış veriş yaparlar. Böylece Güneydoğu Asya denizlerini dolaşırlar.

Denizde zıpkınla balık avlar, kabuklu deniz ürünleri ve süs eşyası yapmak için kullandıkları siyah mercanları toplar; böylece hem geçinir hem de beslenirler.

Bu nedenle sürekli okyanusun tabanına inerler.

Neredeyse gün içindeki çalışma sürelerinin yarıdan fazlasını denizin altında geçirirler.

En önemli özellikleri; dalış yapan insanlardan farklı olarak, nefeslerini tutarak 70 metre derinliğe kadar dalıp su altında birkaç dakika kalmaları.

Dalış alanındaki bu yetenekleri bilim insanlarını şaşırtırken; yanlarına sadece bir çift tahta gözlük ve mızrak alarak deniz dibinde avlanmaları şaşkınlığı katlıyor.

Normal bir insana göre daha fazla suyun altında kalma yeteneklerini araştıran bilim insanları; sebebini tam olarak açıklayamasa da bu özel becerinin genetik bir mutasyon sayesinde oluştuğunda hemfikir.

Yani kabile üyelerinin suyla olan bu derin arkadaşlığı; DNA dizilimlerinde meydana gelen kalıcı değişim nedeniyle oluşan mutant genle mümkün.

Buna ek olarak her biri suyun altında ayakta durma becerisine sahip.

Dolayısıyla kabilenin bebekleri yürümeden yüzmeyi öğreniyor ve bu özellikler kendilerinden çocuklarına geçiyor.

Onlarla yapılan röportajlarda; kabile üyeleri suyun altında evlerinde gibi rahat hissettiklerini söylüyor. (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

15.08.2024

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...