13 Mart 2025 Perşembe

MİKROP AVCILARI (3/3)

 

Peki Robert Koch burada durur mu?

Hayır.

Zaman kaybetmeden Mısır ve Hindistan’daki kolera salgınlarını araştırmaya gider.

Sonunda koleranın etkeni olan virgül basilini bularak hastalığın önlenmesine büyük katkı sağlar.

1885 yılında Berlin Üniversitesinde profesör olur. Altı yıl sonra Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü'nün yöneticiliğine atanır.

Gelin görün ki araştırma merakı ve insanlara faydalı olma tutkusu ağır basar. Üç yıl sonra görevinden istifa eder.

Dünyayı dolaşmaya çıkar.

Birçok bilim adamı ve hekimle birlikte Hindistan, Afrika ve Japonya’ya geziler yapar.

Buralarda kolera, malarya, tifüs, uyku hastalığı gibi hastalıklar üzerine incelemelerine devam eder ve tüm gözlemlerini 1898’de bilimsel makale olarak yayınlar.

1889 yılında tüberküloz çalışmalarından dolayı, Sultan II. Abdülhamit tarafından nişanla ödüllendirilirken; 1905 yılında Nobel Tıp Ödülüne layık bulunur.

Bulaşıcı hastalıklara ilişkin geliştirdiği yöntemlerle, dünya tıp otoriteleri tarafından çağdaş bakteriyolojinin kurucularından biri olarak anılır.

Üstelik 1908 yılında kendi adına konulan ödülü ilk kazanan bilim insanı olarak tarihe geçer.

27 Mayıs 1910 yılında Almanya’da hayata gözlerini yumar.

İşte karşınızda insanlığa fevkalade katıklar sağlamış ve isimlerini ölümsüzler listesine yazdırmış iki harika bilim insanı.

Louis Pasteur ve Robert Koch.

İnsanların en çaresiz zamanlarına; adeta sihirli bir değnekle dokunan ikili.

Bilimin yolunda durmaksızın yürüyen çalışkan, zeki ve cesur yürekler.

Zaman zaman ulusal rekabet ve dil engeli nedeniyle aralarında yaşanan gerginlik, atışma ve hatta şiddetli çatışmalara rağmen; birbirlerinin bilim yolundaki çalışmalarını özenle takip ederler.

Hatta gün gelir makaledeki yanlış bir tercümenin yol açtığı kızgınlık, tüm bilimsel makaleyi karalayan öfke dolu notlara dönüşünce; iki ülke arasında gerginliğe bile dönüşür.

Yine de her iki bilim insanı; aralarındaki rekabeti, hırsı, yeri gelip sertleşen çekişmeyi bilimsel araştırmalarına olumlu adım olarak yansıtır.

Birbirlerine bilimsel araştırmaları ve buluşları ile meydan okurlar.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

10.09.2024

Kaynaklar: https://uskudar.edu.tr; https://tr.wikipedia.org; https://www.amazon.com.tr; https://www.infeksiyondunyasi.org.

 

 

 

 

 

 

 

MİKROP AVCILARI (2/3)

Tıp dünyası büyük bir merakla güzel gelişmelere hazırlanırken; Louis Pasteur bir yandan da insanlığın yaşamını etkileyen ve değiştiren buluşlara zemin hazırlar.

Ameliyat aletlerinin kaynatılarak mikroplardan arındırılması düşüncesini ortaya atan ilk kişi olur.

Mayalanabilir sıvıların uzun süre bozulmadan saklanabilmesini sağlayan "pastörizasyon" adlı konserve yönteminin gelişmesini sağlar.

Sığır şarbonu, tavuk kolerası ve en sonunda kendi mesleğini riske atarak kuduz bir çocukta denediği kuduz aşısı ile tarihe müthiş bir imza atar.

Kuduz aşısının diğer aşılardan zor olan yanı; bulduğu aşının kuduz hastalığı üzerindeki etkisini araştırmak için 11 köpek ile yaptığı deneyi ilk defa bir çocukta deneyecek olmasıdır.

Sıcak bir yaz günü kuduz bir köpek tarafından ısırılan 9 yaşındaki bir erkek çocuk annesinin ricasını kıramaz. Çalışma arkadaşlarının itirazları ve hatta içini kemiren yanıtsız sorulara rağmen aşıyı uygulamaya başlar. Aralıklarla karından yapılan tam 13 iğne, çaresiz annenin bakışları ve içindeki tereddütlerle geçen hiç bitmeyecek sanılan uzun soluklu bekleme süresi.

Son aşıdan tam 3 ay sonra olumlu sonuç alınır ve çocuk tamamen iyileşir. Böylece 1796 yılında bulunan çiçek aşısından bu yana ilk insan aşısı olarak kuduz aşısı dünyaya tanıtılır.

Bu büyük başarı nedeniyle Pasteur kahraman ilan edilir.

Adına bir enstitü kurulur.

Tam 72 yaşındayken 28 Eylül 1895 yılında hayata veda eder.

Diğer yanda ise Koch, bir yandan doktorluğunu yaparken bir yandan da araştırmalarına devam eder. Çocukluğundan itibaren ilgi alanı olan matematik ve doğa bilimine olan tutkusu yolunu açan en büyük etken olur.

Pasteur’den farklı olarak tıp eğitimi almış olması ve insan bedenini tanıması, onun bir hastalık mikrobuyla doğrudan bağ kurmasını kolaylaştırır. Bu sayede hastalıklara neden olan bakteriyi izole edip saf kültür tekniğini geliştiren ilk kişi olur.

Bir anlamda Pasteur’ün açtığı yoldan kendi bilgi birikimiyle ve araştırma merakıyla adeta koşar.

Önce o dönemlerde hayvan sürüleri için büyük bir tehdit olan şarbon hastalığı üzerine yoğunlaşır.

Kendinden önceki bilim insanlarının ve Pasteur’ün koyunlarla yaptığı çalışmalardan ilham alır.

Saf basil kültürlerini elde ederek basilleri üretir. Çalışmaları bilimsel dergilerde makale olarak yayınlanınca büyük ses getirir.

Yoğun araştırmaları sonunda 1877 yılında antraks basilini keşfeder.

1880 yılında Berlin Sağlık Kurulu’na atanarak ödüllendirilir. Burada araştırmalarını genişleterek kolera ve türberküloz hastalığı üzerinde çalışmalara başlar.

1882 yılında tüberküloz basilini bularak, bu hastalığın bir enfeksiyon hastalığı olduğunu kanıtlar.

Aynı yıl koleranın kirlenmiş suyla bulaştığını bulur. Bir yıl sonra kolera basilini keşfettiğini açıklayan bir bilimsel makale yayınlar.

Her bir buluşu ve paylaştığı makaleleri tıp dünyasında büyük heyecan ve ilgi yaratır.

Bu aralarda ateş kullanarak cerrahi aletlerin sterilize edilmesini teşvik ederek Pasteur’ü destekler.

Geliştirdiği Koch postülatları (herhangi bir ispat olmadan kabul edilen bir önermeleri) sayesinde dünya çapında ünlenir.

Sınırlı kaynaklarla çalışmış olsa da Berlin’de kurduğu laboratuvarındaki incelemelerinin sonucunda tüberkülozun bulaşıcı olduğunu ispat eder. Ardından insanlar ve hayvanlar üzerinde yaptığı testlerle tüberküloz basilini keşfeder.

Böylece neredeyse her yedi ölümden birinin sorumlusu olan ve insanlığı tehdit eden tüberküloz hastalığının önü kesilmiş olur.

Bu sayede bilim dünyasında Robert Koch’un ismi bakteriyolojik araştırma konusunda ünlü Louis Pasteur ile denk kılınır. (devamı 3/3’te)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

10.09.2024

 

MİKROP AVCILARI (1/3)

“Hayatı yaşamanın iki yolu vardır; biri hiçbir şeyin mucize olmadığını, diğeri ise her şeyin mucize olduğunu düşünmektir.” der Alman bilim insanı Albert Einstein.

İşte bu sözün peşinden koşan iki harika bilim insanı bugün bizimle.

Alman hekim ve bakteriyoloji bilgini Robert KOCH ve Fransız kimya ve biyoloji bilgini Louis PASTEUR.

Hepimiz her iki bilim insanını ve değerli buluşlarını biliyoruz elbette. Ama burada aralarındaki o naif çekişmeyi, inatlarını, hırslarını hatta çok da bilinmeyen özel yaşamlarını paylaşmak istiyorum.

Dünya üzerindeki pek çok kültürde, çok uzun yıllar boyunca hastalıklara farklı gözlerle bakılır. İnsanların ya da hayvanların hastalanıp ölmeleri, çoğunlukla kötü ruhlara ya da kötü hava şartlarına bağlanır. Yani insanların mikrop, bakteri gibi gözle görünmeyen varlıklardan habersiz oldukları için, hastalıklara boyun eğmek zorunda kaldıkları dönemleri düşünelim bir an için.

Yaşadıkları dönemde pek çok salgın ve hastalıkla karşılaşan bu iki bilim insanı, aralarındaki büyük bilimsel yarışla pek çok hastalığa çare olur.

Rekabetleri, hırsları, sabır ve yetenekleri, insanlığa faydalı olma tutkuları, mesleklerine olan saygıları ve bilime olan aşkları.

Geliştirdikleri araştırma yöntemleri günümüzde hala dünyanın dört bir yanında kullanılıyor. Mikrop avcısı bu şahane ikili sadece mikrobiyolojinin değil, modern bakteriyolojinin de kurucusu olarak anılıyor.

Tarihler 1822 yılını gösterdiğinde Fransa’nın küçük bir kasabasında dünyaya gözlerini açar Louis PASTEUR.

Ondan tam 21 yıl sonra, 1843 yılında Almanya Hannover yakınlarında; fakir bir madenci ailesinin 13 çocuğundan birisi olarak  doğar, en büyük rakibi Robert KOCH.

Pasteur kimya alanında eğitimini tamamlayıp ünlü bir mikrobiyolog ve kimyager olurken; Koch tıp alanına yönelir ve mikrobiyoloji ile bakteriyolojiye önem veren bir taşra doktoru olur.

Yaşadıkları yıllar, eğitim gördükleri, akabinde çalıştıkları ve yaşadıkları yerler birbirinden o kadar uzaktır ki. Ama hayatın cilvesine bakın ki azimleri ve merakları onları defalarca karşı karşıya getirir. Aralarındaki tatlı sert çekişme; gerek bilimsel makaleleri gerekse tıp konferanslarındaki karşılaşmaları sırasında hiç bitmez.

Pasteur araştırma için ülke dışına pek çıkmazken, Koch ülkesinin dışında Güney Afrika, Mısır ve Hindistan olmak üzere salgın hastalık bölgelerinde incelemeler yapar.

Pasteur; laboratuvarında şarbon, tavuk kolerası ve kuduz gibi virütik hastalıklar; bağışıklık mekanizması ve aşı hazırlama teknikleri üzerinde çalışır. Bakteriyolog olarak görev yaptığı süre boyunca, tıbbın ilerlemesine büyük katkılarda bulunur.

Bu arada bir tıp doktoru olmadığı için, doktorlardan tepki görür.

Peki bu durum Pasteur’ü etkiler mi dersiniz?

Elbette hayır. Tüm olumsuz tepkilere rağmen çalışmalarına azimle devam eder.

Gözle görülemeyecek kadar küçük canlıların insanların bedenine girip onları güçsüz düşürdüğünü, hasta ettiğini ve hatta ölmelerine neden olduğunu savunur.

Bu açıklamalar, tıp dünyasında pek çok tartışmaya neden olsa da zaman içinde kabul görmeye başlar.

Böylece dünya tıp tarihi yepyeni bir yola çıkar. (devamı 2/3’te)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

10.09.2024

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...