19 Ocak 2021 Salı

BİRİNİ İNCİTTİĞİMİZDE

Birini incittiğimizde, kendimiz incindiğimizde ya da hiç yoktan birbirimizi kırdığımız anlardaki geri dönüşlerde nasıl da zorlanıyoruz öyle değil mi?

Sorun çok küçük dahi olsa kolay kolay affedemiyoruz.

Uzmanlar böylesi zamanlarda durup soluklanmayı ve işleri oluruna bırakmayı öğrenmemiz gerektiğin belirtiyor. Çünkü bunu öğrenemediğimiz her durumda; içimizde yavaş yavaş tehlikeli duygular kök salmaya başlıyor.

Gözümüzü karartan öfke, düşüncelerimizi kemiren kızgınlık ve en kötüsü de kin.

Oysaki onun hemen önünde derya deniz SEVGİ var.

Bizler bu tehlikeli duygularla boğuşurken; tüm o olumsuz duygular; sevginin tılsımını görmemizi engellemek için her planı devreye sokuyor.

Duygularımız hassasken beliriveren düşünceler yumağı tehlikeli duygulara öyle anlamlar yüklüyor ki hepsini gerçek gibi algılıyoruz. Esas anlamlı olanın sevgi olduğunu ve onun iyileştirici gücünü hatırlamakta zorlanıyoruz.


Sevginin sabırla ve anlayışla beslendiğini unutarak hem de.

Böylesi durumlarda insan kendisini bile tanımakta zorlanıyor.

Tıpkı Cesar Aira’nın dediği gibi;

"Derken kendi kendimden sıkılmaya başladım. Aynaya bakınca beni temsil eden tek bir unsur bile görmüyordum. Görünmezdim."

Azra Kohen ‘Gör Beni’ romanında bakın nasıl açıklıyor bu hassaslığı?

‘’Yaralarımızı sessizce görenler, sabırla paylaşmamızı bekleyecek kadar incinmemizden sakınanlar değil miydi gerçek sevenlerimiz? Sevgi sabırdı, inançtı, hissetmekti, anlamaktı.’’

O halde duygusal anlamda işler sarpa sarınca, içgüdülerimize güvenip biraz soluklanıyoruz. Böylece içgüdülerimiz bize ikinci bir şans yaratmamız için gereken enerjiyi bulmamıza vesile olacak.


Hiç unutmamak gerekiyor ki kalp kırıklıkları insanları inciterek geçmiyor.

Tersine yara üstüne yara açıyor.

Pişmanlık listesine artılar kazandırıyor. Yok yere hem de.

Karşımızda her olayda dik duruşunu ve zarafetini kaybetmeyen insanlar gördüğümüzde hep onlar gibi olmak istiyoruz.

Peki ya gerçekler ve işin perde arkası.


Böyle görünmek adına vazgeçtikleri, içlerine attıkları, sakladıkları…

Bunların hepsi tam bir bilinmezlik.

Tıpkı Frida Kahlo’nun dediği gibi;

‘’Bir dik duruşun, kaç yenilgi, kaç gözyaşı, kaç kalp ağrısı ettiğini bilemezsiniz.’’

Yaşamda yol aldıkça tecrübe ediniyoruz. Acı tatlı duyguların bizlerde bıraktığı anılar her birimize farklı özellikler getiriyor.

Her ne yaşamış olursak olalım; ‘Neden böyle oldu?’ yerine; ‘Bu durum beni neden bu kadar rahatsız etti?’ diye soracağımız gün; ne incineceğiz ne de başkalarını yok yere inciteceğiz.

Unutmayalım ki bazen sevgi insanı tercih yapmaya zorlayabilir. Üstelik o an geldiğinde, o ana kadar yapmayı düşünmek bile istemediğimiz şeyleri yapmak zorunda kalabiliyoruz.

İşte bu da hayatın gerçeklerinden biri.


Affetmek ise yapılanı kabullenmek değil hiçbir zaman. İyi ile kötüyü ayıran çizginin hepimize dokunduğunu anlamak. Çünkü affetmek kalpteki tüm kapıları tek tek açıp bizi özgürleştirecek yegane şey.

Sevgi varsa yapabiliriz. Hem de her şeyi.

Artık sevdiğimiz, özgürce hayal kurup kurduğumuz hayallerin ortağı olduğumuz bir hayat yaşayabiliriz. Her yeni gün de şaşırmaya devam ederek.

Son sözleri 104 yaşının doruğundaki usta Sümerelog İlmiye Çığ’a bırakıyorum. Bakın ‘Nasıl geçti hayatınız?’ sorusuna ne yanıt vermiş?

‘’Dolu dolu geçti. Dalgalarda kaldım ama hiç boğulmadım. Hep su yüzünde kaldım.’’

Ne dersiniz bizler de dalgalarda kalsak da hep su üstünde kalmayı başarabilecek miyiz?

Ben bu soruya kocaman EVET demeyi seçiyorum.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

22.10.2020

Kaynaklar: https://gulenaypema.com; https://www.biyografya.com.

 


 

27 Aralık 2020 Pazar

DEĞİŞİME DİRENMEK mi?


Bugün yolumuz Amerika’nın ikinci en büyük ve kalabalık ülkesi olan Honduras’a düşsün ister misiniz?

Satırlarımla beraber dünyada bir benzeri daha olmayanı bulmak isterseniz benimle gelin.

Honduras, Pasifik Okyanusu ile Karayip Denizi'ne kıyısı olan bir Orta Amerika ülkesi.

Kendine has bir yapısı ve kültürü var.

Yılın her dönemi sıcak ve çok nemli. Dolayısıyla yağışı bol.

Özellikle yağmur ormanları, fırtına ve kasırgaları ise pek meşhur.

Ülkenin güneyinde Choluteca bölgesinde akan bir nehir var.

İsmini geçtiği bölgeden almış.

Choluteca Nehri.

1996 yılında bu nehir üzerine bir asma köprü yapılmasına karar verilir. Ancak köprünün bölgedeki zorlu hava şartlarına uzun yıllar dayanacak şekilde tasarlanması ilk şarttır.

484 metre uzunluğundaki köprünün yapımını bir Japon firması üstlenir.

Ülkenin iklime şartları gözetilerek seçilen malzemeler ve teknoloji ile inşa edilen köprü, 2 yıl sonra halkın kullanımına açılır.

Gerek tasarımı gerekse işlevselliği ve sağlam yapısı ile açıldığı günden itibaren kullanan herkesin hayran olduğu köprü; Choluteca bölgesine gurur ve mutluluk taşır.

Gel zaman git zaman bir sonbahar günü, Honduras peşini hiç bırakmayan kasırgalardan birisi ile daha tanışır.

Tam yedi bin kişinin hayatını kaybettiği Mitch Kasırgası.

Dört gün süreyle bitmek bilmeyen yağmurlar ve fırtına ülkeyi adeta yerle bir eder.

Aşırı yağışlar yatağında akan Choluteca nehrini kabartır. Tüm bölge sular altında kalır.

Ülke genelinde pek çok bina ile beraber yollar ve köprüler yıkılır. Tam bir felakettir yaşanan.

Peki Choluteca köprüsüne ne olur dersiniz?

Diğer köprülere nazire yaparcasına ilk yapıldığı gün gibi sapsağlam ayakta kalır. Ancak onunla bağlantılı olan yolların tümü tahrip olmuştur. Daha da ilginç olanı ise artık köprünün altından akan bir nehir de yoktur.

Kasırga sonrası incelemede bulunanlar gördüklerine inanmakta hayli zorlanır. Önceden köprü altından akan nehrin yatağını değiştirdiğini ve yanında açılan yepyeni bir yatağa taşındığını hayretle fark ederler.

Evet ellerinde sağlam bir köprü vardır gelin görün ki köprü hiçbir yere ulaşamaz. Ona varan ve ondan ayrılan yolları da yoktur.

Yaşanan kasırga sonrası doğada meydana gelen değişikliğe direnmiş ama hem nehrini hem de işlevselliğini kaybetmiştir.

Şimdilerde Choluteca köprüsü, dünya üzerinde altından değil yanından nehir akan tek köprü olarak anılıyor.

Eminim ki buradan çıkan ders niteliğindeki noktayı yakaladınız.

Evet haklısınız, yaşanan değişimlere ayak uydurmak ya da inatla direnmek.

Duruma ve oluşan şartlara göre; sağlam ve güçlü olmanın bazen işe yaramadığını; direnmenin ve uyum sağlayamamanın bambaşka şeyleri yok edeceğini fark edebilmek gerek.

Günümüzde özellikle ünlü konuşmacılar ve yaşam koçları, bu köprünün öyküsünden yola çıkarak; değişime uyumun önemini vurgulayan sohbetler düzenliyor.

Gerçekten de etrafımızdaki her şey değişim gösteriyor.

Kimi hızla değişirken kiminin değişimi yıllar içinde oluyor. Ama sonuçta değişim kaçınılmaz.

Aslında hayatın kendisi değişiyor. Bizlerle beraber.

Peki bizler ne yapıyoruz?

İnatla değişime direniyor muyuz yoksa uyum sağlamayı seçip akışına mı bırakıyoruz?

Hangisinde daha çok zorlanıyoruz?

Tüm bunlar kendimize soracağımız sorular elbette. Yanıtları ise kendi özümüzde saklı.

‘’Zekanın ölçüsü değişebilme yeteneğidir.’’ diyen Alman asıllı bilim insanı Albert Einstein’a hak vermemek elde mi?

Bu anlamda değişime ayak uydurmayan, sağlam durmak adına yeniliklerden kaçarak eski düzenine sarılanların işi hayli zor.

Var olan problemleri çözemiyorsak onları değiştirebileceğimizi unutmamak gerek belki de. Bu da bir çıkış yolu sonuçta.

Son satırları milattan önceki yıllarda Efes'de yaşamış olan filozof Herakleitos’a bırakalım mı?

"Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir."

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

30.09.2020

Kaynaklar:https://www.a3haber.com;https://routes2resilience.org

 

 

 

 

2 Aralık 2020 Çarşamba

SI-KIL-DIK

Gün geçmiyor ki bir kişinin ağzından bu sözcüğü duymayalım. Hatta sadece etrafımızdakilerden değil; kendi içimizden de yineleyip duruyoruz sessiz çığlıklarımıza yükleyerek.

‘’Sıkıldık.’’

Evet doğru.

Dünyaca yaşadığımız olağanüstü şartların getirdiği kısıtlamalar, özgürce yaşam hakkımıza saldırı gibi geliyor.

İstediğimiz gibi dışarıya adım atamıyoruz.

Gezemiyoruz.

Sevdiklerimizle buluşamıyoruz.

Kucaklaşamıyoruz.

Sımsıkı sarılıp kalp sıcaklığımızı hissedemiyoruz.

İstediğimizi alırken dahi her şeyden uzak durmaya çalışıyoruz.

Öncelikle kendimize sonra da başkalarının yaşam hakkına olan saygımızdan, maskeyle nefes almaya çabalıyoruz.

Keyfi olan her şeye ara vermek zorunda olduğumuzu biliyoruz. Bunu ihlal etmenin başkalarının sağlığını hiçe saymak olduğunun da farkındayız.


Böyle davranmayan, umarsızca, arsızca gününü hoş geçirmeye çalışanlara içten içe kızgınlık da duyuyoruz.

Üstelik insan davranışlarını inceleyen uzmanlar, hissettiğimiz her duygunun bastırılmadan yaşanmasından yana.

Hepsi kabulüm. Ama sıkılmayı anlamakta zorlanıyorum bazen.

Çünkü unutmamamız gereken tek bir gerçek var.

O da sağlıkla nefes alıp uyandığımız her günün, bizlere şükür edilesi kocaman bir hediye olduğu.

Eğer güne sağlıkla başlayabiliyorsak; hiç birimizin sıkılmaya, şikayet etmeye, bencil davranmaya, egoistlik yapmaya hakkı yok.

Çünkü tüm bu zorlu yaşamın, kaosun ve bilinmezliğin içinde; canını hiçe sayarak çalışan, sevgiye ve meslek aşkına sığınan kocaman yürekli sağlık görevlileri var.

Onlar yaşadıkları maddi manevi yoksunlukları arkalarında bırakıp; bizlere güvenli bir dünyanın kapılarını yeniden aralamak için mücadele ediyor. Gecesini gündüzüne katıyor. Yorgunluğunun, yoksunluğunun ve özlemlerinin arkasına sığınmıyor.

Peki bizler ne yapıyoruz?

Keyfimizce yaşayamadığımız için sıkılıyoruz.


İşte benim kabul etmekte zorlandığım nokta burada. Çünkü ben inanıyorum ki her birimizin, kendisi ve başkaları için yapabileceği yararlı şeyler mutlaka var.

İlk adımı söylememe izin verin lütfen.

Sıkılmayı bir kenara bırakalım.

Sonunu göremediğimiz bu devasa zorluğun içinde yaşarken, saygımızı koruyalım.

Gerekmedikçe, sadece canımız istiyor diye, sadece sıkıldık diye, keyfi olarak dışarıya çıkmayalım.

Maskemizi kurallarına uygun takalım. İnanın o kadar kolay ki.  

Mesafemize her yerde dikkat edelim.

Temizliğe gereken ihtimamı gösterelim.

Sonraki adımlar ise; her birimizin gönlünden geçenlere, bu güne değin hayata geçiremediğiniz hayallerimize kalmış.

Üretmenin, paylaşmanın basamaklarında hepimize yer var.

Unutmayalım ki yaşama uyum gösterdiğimiz ve gerekli kurallara saygıyla uyduğumuz sürece daha iyi bir dünya gerçeğine inanabiliriz.

Özgürce nefes alacağımız, sevgi dolu kucaklaşmalar yaşayacağımız ve tüm özlemlerimizi gidereceğimiz anların yakın olması umudumla.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

01.12.2020

 

 

 

 

 

16 Kasım 2020 Pazartesi

AMAÇLARIMIZ NEREYE KOŞUYOR?



Uzmanlar amaçlarımızı iki kategoriye ayırmış.

Bir tanesi hedonistik yani dışsal amaç.

Diğeri eudaimonik yani içsel amaç.

Bizler her iki amaç için de delicesine koşuşturuyoruz. Günleri aylara, ayları senelere bağlıyor ve soluklanmadan kendimize koyduğumuz hedeflere kilitleniyoruz.

Peki tüm bunları yaparken bizim amaçlarımız nereye koşuyor hiç düşündünüz mü?

Hangi amaca daha çok ağırlık veriyor ve besliyoruz?

İçsel mi?

Dışsal mı?

Elbette ikisi de gerekli. Ama önceliklerdeki denge oldukça önemli.

Bu konuda pek çok araştırma var.

Onlardan bir tanesi New York’un özel araştırma merkezlerinden birisi olan Rochester Üniversitesi’nde yapılmış.

Burada son sınıf öğrencilerine gelecekle ilgili hedefleri, amaçları sorulmuş. Verilen yanıtlar içsel ve dışsal amaç başlığı altında sınıflandırılmış.

Zengin olmak, şöhrete kavuşup ün kazanmak, başarı merdivenlerini hızla tırmanmak, herkesin beğendiği kadar güzel olmak gibi kavramların yanında; daha çok bilgi sahibi olmak, başkalarına yardım elini uzatmak, hatalarından ders alıp kendini geliştirmek gibi amaçlar arda arda sıralanmış o genç beyinler tarafından.

Aradan yaklaşık iki yıl gibi bir süre geçtikten sonra anket yeniden ele alınmış. Değerlendirilmiş.

Anketi dolduran ve amaçlarını sıralayan öğrenciler tek tek bulunmuş. Amaçlarına ulaşıp ulaşmadıkları, geçen yıllar içinde beklentilerine kavuşup kavuşmadıkları sorgulanmış.

Nasıl bir sonuç çıkmış dersiniz?

Para, zenginlik, ünlü olmak gibi dışsal amaç peşinden koşanlar arasında gerçekten başarılı olanlar sayıca fazlaymış. Ancak hemen hepsinde ruhsal ve fiziksel anlamda bir takım sorunlar baş göstermiş. Sebepsiz baş ve mide ağrıları, kas tutulmaları, gerginlik, endişe, korku, hayattan zevk alamama gibi pek çok sorun.

Bunun bir nedeni olmalı elbette. Uzmanlar, fazla kazanmanın fazla tüketmeyi tetiklediği ve doyumsuzluğu beraberinde getirdiği görüşünde. Elde edilen hazzın etkisi kısa sürdüğü için; insan doğası gereği yine ve yeniden; bu sefer daha fazlasını istiyor. Bedenlerdeki savunma sistemi tıkanıyor. Üstelik zamanla var olan huzur da kaçıyor. Uykusuz geceler birbirini izliyor.

Tam tersine kendini geliştiren, araştıran, öğrenen, bir anlamda çevresine yararı dokunan, çokça paylaşan ve sevilen; yani içsel amaçlarına kavuşanlarda; mutluluk, huzur, yaşama bağlılık hissinin daha ağır bastığı gözlenmiş. Üstelik fiziksel sorunları da yok denecek kadar az bulgu vermiş.

Çünkü ruhlarını doyurmak için üretmişler, paylaşmışlar. Aşırı olan her şeyden özellikle tüketmekten kaçınmışlar.

Hepsi bu kadar mı dersiniz?

Hayır daha bitmedi.

İkili ilişkilerde de içsel amacı olanlar daha uyumlu ve mutlu beraberlikler yaşarken; dışsal amaca yoğunlaşanlar pek başarılı olamamış.

O halde gelin şimdi yeniden düşünme zamanı yaratalım kendimiz için.  

Hangi amaçlarımızı besliyor, hangilerini görmezden geliyoruz?

Bence içsel amaçlar bizi, kalbimizle beraber hedefimize taşırken; içimize özümüze de taşıyor. Yaşam enerjimizi tazeliyor.

Dışsal amaçlarda ise işin içine giren maddiyat, başkalarının öngörüleri, kurallar, zorunluluklar bizi bizden uzaklaştırıyor. Gerçekten yapmak istediğimiz, kalbimizin haykırdığı şeyler hep bir şekilde beklemeye alınıyor. Sonunda ya ömür geçiyor, ya da biz de o eski heves kalmıyor. Geleceği inşa edelim derken farkında olmadan şimdi’yi kaçırmak yapılan en büyük yanlış.

İnsanın kendisi olması, maske takmaya gerek duymadan kendi öz saygısıyla özgürce davranıp, amaçlarının peşinden gitmesi kadar güzel olan bir şey yok diye düşünüyorum. Öyle değil mi?

Yaşamımızın her anının bir mucize olduğunu fark ettiğimiz an öyle kıymetli ki. Şimdinin gücü bu anda saklı ne olur bunu hiç unutmayalım.

Sevgiyle kalın.
Belgin ERYAVUZ

06.07.2020

Kaynaklar: https://www.safaknakajima.com; Şimdi'nin Gücü - Eckhart Tolle; https://sonsoz.com.tr.



27 Ekim 2020 Salı

Yepyeni Ford Puma: Şehirli Bir SUV!

Ford’un yeni SUV otomobili Yepyeni Ford Puma; modern, şık ve cesur görümüyle dikkat çeken bir tasarımla karşımızda. Alışılan SUV tipi araç görünümü aksine fazlasıyla modern, zarif ve şık görüntüsüyle şehir trafiğinde dikkatleri üzerine çekiyor. Metropolde alışık olmadığımız kadar şık bir SUV tasarımı ile şov yapan Yepyeni Puma, asfalt zemin dışında da yüksek performansıyla şaşırtıyor.

7 ileri otomatik vitese sahip Yepyeni Puma, Ecoboost Hybrid motor teknolojisi ile çevreci ve yenilikçi bir duruş sergiliyor. Bu teknoloji gerektiğinde benzinli motorun elektrikli bir motor ile desteklenerek yakıt tasarrufuna ve uzun mesafeleri düşük emisyonla kat etmenize imkân sağlıyor. Yüksek performansına rağmen klasik motorlara göre CO2 emisyonu ciddi ölçüde düşük.


Sınıfının En Büyük Bagaj Hacmi
Zarif görünümünün aksine, sınıfının en büyük yıkanabilir bagaj hacmine sahip. 80 litrelik su geçirmez ve tahliye tapası olan ekstra bir Megabox’ı sayesinde ek depolama alanı yaratarak, özellikle sporseverler için kolaylıkla muhafaza edilebilir bir alan oluşturuyor. 
Ayrıca sadece sizin değil evcil hayvanınızın da konforu düşünülmüş ve Hayvan Dostu olarak tasarlanmış. 

Güvenlik ve Park
Teknolojik yeniliklerle donatılmış Yepyeni Puma’nın Adaptif Hız Kontrol Sistemi ayarladığınız takip mesafesine paralel olarak trafiğin akış hızına göre hızınızı ayarlayarak takip mesafesini koruyor. Olası tehlike durumlarına karşı Acil Durum Manevra Destek Sistemi,Adaptif Hız Kontrol Sistemi, Şerit Takip Sistemi ve Hizalama Asistanı gibi pek çok teknolojiyi destekleyen Ford Co-Pilot360 özelliği mevcut. Geri Görüş Kamerası, Gelişmiş Otomatik Park Sistemi, Çapraz Trafik Uyarı Sistemi ile şehrin yoğun ve dar alanlarında bile park etmeyi fazlasıyla kolaylaştırıyor.



Kişiye Özel Sürüş Modu
Normal, Eco, Spor, Kaygan Zemin ve Arazi olarak 5 farklı sürüş modu var. 12.3” Dijital Gösterge Panelinde seçtiğiniz her mod için farklı bir tema rengi mevcut.
Ayrıca seçilebilir sürüş modları sayesinde gaz tepkisi, direksiyon hassasiyeti ve vites değiştirme ile ilgili tüm alışkanlıklarınıza uygun bir sürüş modu da belirleyebilirsiniz. Yepyeni Puma, sizin stilinize göre bir yol bularak size özel ve ayrıcalıklı hissettiriyor. 

İsterseniz müziğin ritmi, isterseniz mesaj içeriği!
Kalitenin karşılığı B&O Ses Sistemi teknolojisi ile 575 watt’lık ses sistemine sahip. Dijital hayattan ve telefondan kopmak istemeyenler de fazlasıyla düşünülmüş. Ford SYNC  teknolojisi sayesinde telefondan kopmadan isterseniz sesli komutlarla müziğinizi kontrol etmenin tadını çıkarın, isterseniz de metin mesajlarınızı Yepyeni Puma size sesli olarak okusun. Ford SYNC  teknolojisi sayesinde telefondan kopmadan konforlu ve güvenli yolculukların keyfini sürün.

 

Bir boomads advertorial içeriğidir.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...