Afrika’nın doğusunda, büyük Göller bölgesinde bir ülke Tanzanya.
Doğu
Afrika'nın büyük ülkelerinden bir tanesi.
Orada,
hemen Kenya sınırına yakın Arusha bölgesinde ilginç bir göl var.
Hatta
öyle ki hakkındaki efsaneler, söylentiler hiç bitmemiş.
İşte
karşınızda Natron gölü.
İsmini
mumyalamada da kullanılan bikarbonat, klorid ve sodyum sulfat karışımından aldığı
söyleniyor.
Uzunluğu
52 km, eni 22 km, derinliği ise en fazla 3 metre.
Yani
oldukça sığ bir göl.
Bu gölün rengi bilinen diğer göllerin aksine mavi değil. Bazen pembe, bazen kırmızı, bazen de turuncuya çalan suları ile oldukça büyüleyici.
Çünkü
alkalik bir su yasına sahip. Diğer bir değişle asit baz değeri (pH) 10.5
civarında hatta bazen 12’yi bile geçecek yükseklikte.
Haliyle
göl sodyum karbonat gibi mineraller yönünden zengin. Bu özelliği de gölde ölen
hayvanların çürümeden kalsiyumla kaplanıp taşlaşmasına neden oluyor. Yani gölün
alkali suyu, gölde ölen hayvanların fosilleşme sürecini hızlandırıyor.
Böylece ölen hayvanlar adeta birer heykel görünümü alıyor. Heykele dönüşmüş ölü pelikanlar, yarasalar ve martılarla; gölün büyüleyici rengi birleştiğinde ortaya bambaşka bir görüntü çıkıyor. Bu durum da ister istemez insanların ilgisini çekerken; natron gölünün dünyanın en ölümcül gölü olarak anılmasına katkı sağlıyor.
Doğu
Afrika’da Natron gölü ile aynı özelliklere sahip bir göl daha var.
Bahi
gölü.
İki
göl de terminal göl yapısına sahip ve izole halde.
Herhangi
bir nehir ya da denizle bağlantıları yok. Doğal kaynak suları ve pek çok küçük nehir
ile besleniyorlar.
Oldukça sıcak bir bölgede bulundukları için su sıcaklığı zaman zaman 41 dereceye kadar çıkabiliyor. Bu durumda göldeki buharlaşma ve tuzlanmayı artırıyor.
Su
son derece aşındırıcı ve bir o kadar da sıcak olduğu için, gölde yüzülmesi
tavsiye edilmiyor. Çünkü yüksek alkalin
değeri, insanların gözlerini ve derisini yakıp rahatsız edecek seviyede.
Konunun
uzmanları tüm bu olumsuzluklara rağmen, gölde çok geniş bir ekosistemin yaşam
bulduğunu belirtiyor.
Gölde
üreyen bazı mikroorganizmalar göle pembe rengini veren alkali tortularını üretiyor.
Su
yosunları, bazı omurgasızlar, özellikle flamingolar ve diğer sulak alan kuşları,
tilapia balıkları buradan besleniyor. Üstelik tuz bataklıkları ve tatlı su
bölgeleri ile flamingo sürülerinin beslendiği alg birikintileri; gölün ne denli
zengin olduğunu gösterir netlikte.
Özellikle
üreme dönemlerinde, sığ göl içinde geçici olarak ortaya çıkan minik adacıklar
üzerine kurulan; iki milyondan fazla flamingo yuvası bu zenginliğin benzersiz
bir örneğini sunuyor.
2013 yılında İngiliz fotoğrafçı Nick Brandt, bu gölde ve etrafındaki bölgelerde keşfettiği ölü hayvanların (kuş ve yarasalar) hayli ürkütücü fotoğraflarını çeker. Kitabında bu fotoğraflara yer verirken geçmişteki efsanelere de bir açıklık getirmiş olur.
Çok
eski çağlarda mumyalama işinde sodyum karbonat kullanıldığı düşünülürse; göl
içinde ya da yakınlarında ölen hayvanların vücutlarının kısmen bozulmadan nasıl
saklandığı açıklanabiliyor. Hayvanların
tüylerini ve dokularını kaplayan bu alçımsı tabaka organik kalıntıları
bakterilerden koruyarak çürümeyi engelliyor.
Milyonlarca
flamingonun üreme alanı olan bu güzel renkli göl ve doğal hayvanat bahçesi
hakkında siz ne düşünürsünüz bilemiyorum; ama bence tam bir doğa harikası. Taşlaşan
ölü hayvanları ile insana korku dolu farklı duygular yaşatıyor olsa da.
Doğa
her zaman işini biliyor.
Son
bir dip not olarak, Natron gölü 2001 yılında dünya mirası sit alanı olarak ilan
edilmiş.
Sevgiyle
kalın.
Belgin
ERYAVUZ
09.03.2024
Kaynaklar:https://evrimagaci.org; https://khosann.com; https://www.bilimkurgukulubu.com; https://www.milliyet.com.tr.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder