29 Mayıs 2024 Çarşamba

BİR DOĞA HARİKASI


Afrika’nın doğusunda, büyük Göller bölgesinde bir ülke Tanzanya.

Doğu Afrika'nın büyük ülkelerinden bir tanesi.

Orada, hemen Kenya sınırına yakın Arusha bölgesinde ilginç bir göl var.

Hatta öyle ki hakkındaki efsaneler, söylentiler hiç bitmemiş.

İşte karşınızda Natron gölü.

İsmini mumyalamada da kullanılan bikarbonat, klorid ve sodyum sulfat karışımından aldığı söyleniyor.

Uzunluğu 52 km, eni 22 km, derinliği ise en fazla 3 metre.

Yani oldukça sığ bir göl.

Bu gölün rengi bilinen diğer göllerin aksine mavi değil. Bazen pembe, bazen kırmızı, bazen de turuncuya çalan suları ile oldukça büyüleyici.

Çünkü alkalik bir su yasına sahip. Diğer bir değişle asit baz değeri (pH) 10.5 civarında hatta bazen 12’yi bile geçecek yükseklikte.

Haliyle göl sodyum karbonat gibi mineraller yönünden zengin. Bu özelliği de gölde ölen hayvanların çürümeden kalsiyumla kaplanıp taşlaşmasına neden oluyor. Yani gölün alkali suyu, gölde ölen hayvanların fosilleşme sürecini hızlandırıyor.


Böylece ölen hayvanlar adeta birer heykel görünümü alıyor.
Heykele dönüşmüş ölü pelikanlar, yarasalar ve martılarla; gölün büyüleyici rengi birleştiğinde ortaya bambaşka bir görüntü çıkıyor. Bu durum da ister istemez insanların ilgisini çekerken; natron gölünün dünyanın en ölümcül gölü olarak anılmasına katkı sağlıyor.

Doğu Afrika’da Natron gölü ile aynı özelliklere sahip bir göl daha var.

Bahi gölü.

İki göl de terminal göl yapısına sahip ve izole halde.

Herhangi bir nehir ya da denizle bağlantıları yok. Doğal kaynak suları ve pek çok küçük nehir ile besleniyorlar.

Oldukça sıcak bir bölgede bulundukları için su sıcaklığı zaman zaman 41 dereceye kadar çıkabiliyor. Bu durumda göldeki buharlaşma ve tuzlanmayı artırıyor.

Su son derece aşındırıcı ve bir o kadar da sıcak olduğu için, gölde yüzülmesi tavsiye edilmiyor.  Çünkü yüksek alkalin değeri, insanların gözlerini ve derisini yakıp rahatsız edecek seviyede.

Konunun uzmanları tüm bu olumsuzluklara rağmen, gölde çok geniş bir ekosistemin yaşam bulduğunu belirtiyor.

Gölde üreyen bazı mikroorganizmalar göle pembe rengini veren alkali tortularını üretiyor.

Su yosunları, bazı omurgasızlar, özellikle flamingolar ve diğer sulak alan kuşları, tilapia balıkları buradan besleniyor. Üstelik tuz bataklıkları ve tatlı su bölgeleri ile flamingo sürülerinin beslendiği alg birikintileri; gölün ne denli zengin olduğunu gösterir netlikte.

Özellikle üreme dönemlerinde, sığ göl içinde geçici olarak ortaya çıkan minik adacıklar üzerine kurulan; iki milyondan fazla flamingo yuvası bu zenginliğin benzersiz bir örneğini sunuyor.

2013 yılında İngiliz fotoğrafçı Nick Brandt, bu gölde ve etrafındaki bölgelerde keşfettiği ölü hayvanların (kuş ve yarasalar) hayli ürkütücü fotoğraflarını çeker. Kitabında bu fotoğraflara yer verirken geçmişteki efsanelere de bir açıklık getirmiş olur.

Çok eski çağlarda mumyalama işinde sodyum karbonat kullanıldığı düşünülürse; göl içinde ya da yakınlarında ölen hayvanların vücutlarının kısmen bozulmadan nasıl saklandığı açıklanabiliyor. Hayvanların tüylerini ve dokularını kaplayan bu alçımsı tabaka organik kalıntıları bakterilerden koruyarak çürümeyi engelliyor.

Milyonlarca flamingonun üreme alanı olan bu güzel renkli göl ve doğal hayvanat bahçesi hakkında siz ne düşünürsünüz bilemiyorum; ama bence tam bir doğa harikası. Taşlaşan ölü hayvanları ile insana korku dolu farklı duygular yaşatıyor olsa da.

Doğa her zaman işini biliyor.

Son bir dip not olarak, Natron gölü 2001 yılında dünya mirası sit alanı olarak ilan edilmiş.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

09.03.2024

Kaynaklar:https://evrimagaci.org; https://khosann.com; https://www.bilimkurgukulubu.com; https://www.milliyet.com.tr.

 

 

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...