27 Ekim 2025 Pazartesi

UNUTAMAMA HASTALIĞI – HİPERTİMEZİ

İlk defa duyduğum ve içeriğini öğrendiğimde düşünmeden edemediğim bir kelime hipertimezi.

Dünyada son derece nadir görülen nöropsikolojik bir durumun ismi.

Yunanca ‘hyperthymesia’ dan türetilmiş.

Anlamı ‘aşırı hatırlama’.

Günümüzde yaygın olarak görülen bir demans türü olan Alzheimer hastalığının ( beyin hücrelerinin yok olmasına neden olan ilerleyici bir nörolojik hastalık) tam tersi.

Bu hipertimestik sendromda üstün bir otobiyografik hafıza söz konusu.

Böylece kişiler geçmişine yönelik olayları, deneyimleri; normal insanlardan çok daha fazla hatta hayatının çoğunluğunu kapsayacak derecede; hatırlıyor.

En belirgin iki özelliğine göre;  kişi kendi kişisel geçmişi hakkında düşünmeye anormal miktarda zaman harcıyor. Ancak bunu yaparken farkında olmadan beyninin olağanüstü kapasitesini tam olarak kullanıyor.

Dünya genelinde hipertimezi sendromu yaşayan kişi sayısı net olmamakla beraber, kaynaklar sadece 20-30 kadar olduğunu gösteriyor.

İlk başta insana hoş bir durum gibi gözükse de aslında yaşayan insanlar için tam bir kabus niteliğinde.

Düşünsenize beyniniz hiç durmuyor, üstelik sürekli geçmişte yaşayıp, ilgili ilgisiz pek çok ayrıntıyı önünüze koyuyor.

Beynin çalışması kontrol edilemiyor.

Konuyla ilgili kaynaklara göre; hipertimezi sendromu yaşayanlar kendilerine bir tarih verildiğinde, o gün yaşadıklarını mükemmele yakın ayrıntılarla hatırlıyor. Buna ek olarak, o tarihin hangi güne denk düştüğünü ve o tarihte kişisel bir bilgi olup olmadığı da hafızalarına hemen geliyor. Buna kişisel öneme sahip kamusal etkinlikler de dahil.

Bu kabus gibi hatırlama özelliği nedeniyle, hatırladıkları acı tatlı anıları tekrar tekrar yaşıyor gibi oluyor; haliyle yıpranıyorlar.

Aşırı hatırlama sendromu ilk olarak kırk altı yaşında Jill Price isimli bir Amerikalıda görülür.

Sekiz yaşından itibaren yaşadığı olayları her anıyla ve ayrıntısıyla neredeyse dakika dakika hatırladığı için; doktorlar tarafından bu durum ciddiyetle araştırılmaya başlanır.

İlk kapsamlı inceleme 2006 yılında yapıldığında ise kişilerin beyinlerindeki depolama bölümünde olağanüstü bir kapasiteye rastlanır. Bu kapasitenin duygusal zekadan sorumlu amigdala bölgesi ile ilişkili olduğu ortaya çıkar.

Sonraki yıllarda ilerleyen çalışmalarla, sağ amigdalanın normal boyutundan daha büyük olduğu gözlemlenir.

İşte aşırı hatırlama, hiç unutamama bu sayede gerçekleşir.

Sendromdan şüphelenen kişilerde bu tarz belirtilere ve beynin görüntüleme yöntemlerine bakılarak bir tespit yapılıyor olsa da tam bir tedavisi yok maalesef.

Genelde uzun süreli ilaç tedavisi uygulanırken, ek olarak terapilerden de yararlanılıyor. Çünkü her şeyi gerekli gereksiz tüm detayları ile sürekli hatırlama durumu; psikolojik yıpranmalara, zihin yapılarında bozulmaya ve hayat kalitesinin ciddi anlamda düşmesine sebebiyet verebiliyor.

Günümüz araştırmacıları; dünya genelinde çok az sayıda kişide nadir olarak görülen bu durum için daha çok araştırmaya ve bilimsel çalışmaya ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

17.07.2025

Kaynaklar: https://www.epsikolog.com; https://www.memorial.com.tr.

 

18 Ekim 2025 Cumartesi

TIBBIN KADERİNE YÖN VEREN DOKTOR (2/2)

Tıp dünyasının tarihi notları ve bazı kalıntılar ilk ameliyatların MÖ 3000’li yıllarda yapıldığını gösteriyor.

Ancak 19. yüzyıla gelene kadar; anestezi ve antiseptikler henüz bulunmadığı için; ameliyat olma ihtimali hastalar için korkunç bir olaya ve acıya dönüşür.

Hastanın acısını azaltmak için afyon, alkol veya hipnoz kullanılırken; bazı durumlarda ameliyat edilecek bölgeyi uyuşturmak için turnike ya da buz uygulanır. Fakat tüm bu süreçlerde hasta kendi ameliyatına canlı şahitlik etmek zorunda kaldığı için müthiş bir şok ve duygusal yıkım yaşar.

Neyse ki 1800’lerin sonlarında anestezi yaygın olarak kullanılmaya başlanır. Yine de enfeksiyon tehdidi ve buna bağlı hasta kayıpları tam olarak önlenemez.

1865 yılında, mikroorganizmaların hastalığa neden olabileceğine inanan İngiliz doktor Joseph Lister tarafından antiseptikler keşfedilir. Böyllece ameliyathanelerde karbolik asit kullanılmaya başlar.

Etkisi iyidir ancak bu tahriş edici madde ellerde kızartı, pullanma ve yaraya neden olur ki bu durum da cerrah ve hemşirelerin işini hayli zorlaştırır.

Tam bu yıllarda ailesinin isteklerine karşı gelip New York'taki hemşirelik okulundan mezun olan Caroline Hampton, uzun bir çalışmanın ardından Baltimore'daki Johns Hopkins Hastanesi'ne baş cerrahi hemşire olarak atanır.

Böylece William Stewart Halsted ile yolları ameliyathanede birleşir.

Son derece hassas bir cilt yapısına sahip olması en büyük dezavantajıdır. Çünkü cerrahın uyguladığı sıkı hijyenik önlemler (ellerin önce sabun, sonra potasyum permanganat, ardından sıcak oksalik asit banyosu ve kostik bir çözelti) alınarak temizlenmesi başta Caroline olmak üzere herkesin ellerini tahriş eder. Çoğu kişi bu nedenle istifaya niyetlenir.

Tüm bu olumsuz gelişmeler ve sevdiği kadını kaybetme korkusu Halsted’ı farklı çareler aramaya yöneltir.

Düşündüğünü hayata geçirmek için o dönemlerde suni kauçuğun mucidi olan Goodyear kauçuk şirketine başvurur. Caroline'in ellerinin alçı kalıplarını alarak firmaya gönderirken; onlardan ellerini ve ön kollarını örtmek için iki çift özel yapım lastik eldiven tasarlamalarını ister.

Bir süre sonra üretilen eldivenler ince, esnek ve yeniden kullanılabilir şekilde hastaneye ulaşır. Baş hemşirenin ardından diğer tıbbı personel de eldivenleri kullanmaya başlar.

Bu eldiven sayesinde elleri yaralardan kurtulan hemşire Caroline, cerrah Halsted’in yanında çalışmaya devam eder.

Eldiven sayesinde elleri rahatlayan ekip üyeleri, bu eldivenlerin aynı zamanda ameliyat sonrası oluşan enfeksiyon oranlarını da olumlu anlamda etkilediğine şahit olur.

Aradan bir süre geçtikten sonra birbirini çok seven ikili evlenerek mutlu bir beraberliğe adım atar.

Caroline Hampton Halsted,  ameliyathanede tıbbi eldiven kullanan ilk Amerikan hemşiresi olarak tarihe geçer.

Şöyle bir düşündüğümüzde tıp dünyasının bugünlere gelmesi hiç kolay olmamış ve sistem tam rayına oturana kadar pek çok vahim durum yaşanmış.

Her bir buluşun, her bir sabır dolu çalışmanın önemi bu nedenle tartışmasız çok değerli.

İlk defa 1889 yılında Amerika’da ameliyathanelerde kullanılmaya başlanan cerrahi eldivenler de bunlardan bir tanesi olmuş.

Günümüzde biliyoruz ki hastanelerde, laboratuvarlarda, ameliyathanelerde ve bilimsel araştırma yapılan bir takım alanlarda cerrahi eldiven kullanılıyor.

Amaç hem hastaları, hem doktorları hem de araştırmacı bilim insanlarını olası tehlikelerden korumak.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

02.06.2025

Kaynaklar: https://www.drsalihsuer.com; https://tr.wikipedia.org; https://www.researchgate.net; https://www.akademikakil.com.

TIBBIN KADERİNE YÖN VEREN DOKTOR (1/2)

İnsan yaşamı ne kadar kıymetliyse, canlarımızı emanet ettiğimiz doktorlar da bir o kadar önemli.

Dünyanın belki de en zor işini yapıyorlar çünkü.

Tıp dünyasında; günümüzdeki modern teknolojiye ulaşılana değin gelinen uzun yolda; o kadar çok çabanın, emeğin, umudun, sabrın ve pes etmeden çalışan kalbin katkısı var ki.

Birini hatırlamak bir diğerine haksızlık yapmak gibi hissettirir insana.

Amerikalı cerrah William Stewart Halsted da onlardan sadece bir tanesi.

Kendi üzerinde yaptığı deneyler ve buluşlar nedeniyle lakabı ‘Cerrahinin babası’.

Çağının ötesinde bir vizyoner.

Doktorların en büyük ilham kaynağı.

Titiz.

Yenilikçi.

1852 yılında Amerika’da doğan William Stewart Halsted, New York'ta başlayıp Baltimore'daki Johns Hopkins Üniversitesi Hastanesi'nde devam eden 40 yıllık kariyeri boyunca durmaksızın çalışır.

Zorluklara boyun eğmez.

Modern cerrahi pratiğinin temel taşlarını sabırla dizdiği için ‘Dönüştürücü bir doktor’ olarak da anılır.

Bulduğu ve geliştirdiği pratik cerrahi eğitiminin önemine inandığı için; öğrencilerini de bu yaklaşımla titizlikle eğitir.

Günümüzde hala pek çok tıp okulunda onun eğitim modeli esas alınır.

Tıp ve insan sağlığına bıraktığı mirasın, hala tartışmasız bu alandaki en değerli miraslardan biri olduğu kabul edilir.

Yaptığı sayısız buluş ve yenilik arasında; lokal anestezi ve sterilizasyon başı çeker. Bu uygulamalar sayesinde, cerrahi işlemler çok daha güvenli ve steril bir şekilde gerçekleştirilir. Böylece enfeksiyon riski önemli ölçüde azaltılırken, hastaların çektiği acı seviyesi minimuma iner.

Ne yazık ki hiç çekinmeden kendi üzerinde yaptığı deneyler sırasında kokain bağımlısı olur. Önce kendi büyük duyu sinirlerine kokain şırınga eder. Ardından sinirlerdeki iletiyi kesintiye uğratarak sinirlerin geldiği vücut bölgesindeki duyu yitimini izler.

‘Blok anestezi’ ismi verilen bu yöntem cerrahi girişimlerde kullanılmaya başlarken, cerrah Halsted yakalandığı kokain bağımlılığından iki zorlu yılda ancak kurtulur.

Cerrahların eğitimini düzensiz bir çıraklıktan, günümüzde kullanılan asistanlık eğitim programlarına bizzat dönüştürür.

Onun araştırma ve buluşları sayesinde cerrahide çok sayıda yeni teknik ve operasyon taktiği geliştirilir.

Çünkü Hlasted’ın doğduğu yıllarda ameliyatlarda hijyen ve sterilizasyon bugünkünden hayli uzaktır.

Ameliyat eldiveni dahi yoktur.

Peki nasıl bulunur dersiniz?

İşte bu noktada tutkulu bir aşkın gücü devreye giriyor.

Nasıl mı? (devamı 2/2’de)

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

02.06.2025

11 Ekim 2025 Cumartesi

KENDİ SESİM BÖYLE Mİ?

Havada gözümüzle göremediğimiz dalgalar halinde yayılan sesin yolculuğu hayli ilginç.

Özellikle kendi sesimiz söz konusu olduğunda.

Çünkü alışık olduğumuz sesimizin aslında o ses olmadığını anladığımızda kısa bir şaşkınlık yaşamamız an meselesi.

Peki ne olur da kendi sesimizi kaydedildiği herhangi bir yerden dinlediğimizde şaşırırız?

Bu tamamen sesimizin yolculuğu ile ilgili.

Aynı şey bir başkasının kayıttaki sesinde yaşanmaz oysaki.

Neden mi?

Bu sorunun yanıtından önce sesin yolculuğuna bakalım mı kısaca?

Havada basınç dalgaları oluşturarak yayılan ses; kulağımıza ulaştığında önce kulak kanalı boyunca ilerler.

Ardından iç kulaktaki koklea isimli salyangoz şeklindeki yapıda yer alan tüy hücreleri tarafından algılanır.

Tüy hücreleri ses dalgalarını sinir iletilerine dönüştürür.

Oluşan bu sinyaller sinir hücreleri tarafından beyne iletilir.

Böylece ses duyulur.

Ne kadar incelikle ve muhteşem bir yolculuk, öyle değil mi?

Başkalarının hem konuşurken ki hem de kayıttaki sesleri bu şekilde duyulur.

Dolayısıyla seste bir farklılık olmaz.

Bizim sesimizin farklı olmasının, yani kendi sesimizin iki şekilde algılanmasının nedeni sesimizin yolculuğu.

Bir tanesi normal dış kulak yolu; diğeri ise başımızın içinden, kemiklerden, dokulardan geçerek kulaklarımıza ulaşan ses.

Konuştuğumuzda oluşan ses dalgaları, diğer dış kaynaklı sesler gibi havada yayılır. Kulağımıza ulaşır ve kokleadaki tüy hücreleri tarafından algılanır.

Gelin görün ki ses dalgalarını oluşturan ses telleri titreştiğinde, bu titreşimler boynumuzdaki ve başımızdaki kemikler tarafından da iletilir.

Başımızın içinde yer alan, kimi sert, kimi yumuşak kemikler, kaslar, sinüsler ve salgıların her birinin sesi geçiriş özelliği farklı olduğu için; sesin düşük frekanslı kısımları kuvvetlenir.

Hal böyle olunca beynimiz, iki farklı yerden gelen bilgileri birleştirir. Böylece biz kendimizin sandığı sesi duyarız.

Halbuki başkalarının duyduğu sesten oldukça farklıdır bu ses.

Ses kayıt cihazları sadece havada yayılan ses dalgalarını algılar. Bu nedenle sesimizin vücudumuzun içinde iletilen kısmını duyamayız.

Bunun tek yolu ise dışarıdan gelen sesleri engelleyen kulaklıklar.

Bunları taktığımızda sadece kendi iç sesimizi yani aşina olduğumuz sesi duyarız.

Kayıttaki sesimiz kulaklarımıza diğer insanlara ulaştığı gibi havadan ulaşır. İşte o ses, herkesin tanıdığı hakiki sesimizdir yine de bize garip gelir.

Bu nedenle insanın kendi sesi kendisi için özel kalır.

Ancak yapılan araştırmalar, bazı insanların kendi seslerini duymaktan pek hoşlanmadığını, hatta kaydedilmiş sesini dinlerken rahatsızlık yaşadığını gösteriyor.

Amerika Washington Üniversitesi’nden Doç. Dr. Neel Bhatt’a göre bu rahatsızlığın arkasında, psikolojik ve fizyolojik nedenler yatıyor.

Ses tedavisi üzerine uzmanlaşan cerrah; hastalarının tedavileri sırasında ses kayıtlarını alır. Çünkü gelişimlerini izlemek açısından değerli bulur.

Yeri geldiğinde hastalarına da bu ses kayıtlarını dinlettiğinde, hastalarının oldukça rahatsız olduğunu görür. Hatta içlerinde daha ince ve tiz olan seslerinden utananlar çıkar. Bir başka deyişle yeni sesin kendi kimliklerini yansıtmadığını düşünürler.

Bence her iki sesimiz de bize özel ve ikisini de sevmemek için bir neden yok.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

04.06.2025

Kaynaklar: https://bilimgenc.tubitak.gov.tr; https://www.cumhuriyet.com.tr.

 

 

 

 

5 Ekim 2025 Pazar

ÖLÜMSÜZLÜĞÜ HATIRLATAN AŞK

Belki de tarihteki en ünlü aşk şarkısı.

Bir İspanyol bestesi.

İçli.

Dokunaklı.

Aslında hepimizin bildiği, aşina olduğu ve sevdiği muhteşem bir eser.

‘Bésame mucho’.

Müzik eleştirmenleri tarafından ölümsüzlüğü hatırlatan aşkın en güzel nameleri.

Peki dünya çapında ünlü olan ve hepimizin dinlerken yüzünde tebessümler oluşturan eserin kahramanı kim dersiniz?

Yıllar boyunca herkes bu şarkıyı bir erkeğin yazdığını düşünür.

Oysaki gerçekler çok daha farklıdır.

Esrar perdesinin arkasında gencecik bir kız vardır çünkü.

Üstelik hayatında henüz ilk öpücüğü almamış duygu dolu bir kız.

Consuelo Velázquez Torres.

Meksikalı.

21 Ağustos 1916 yılında asker ve şair bir babanın beş kızının en küçüğü olarak doğar.

Henüz dört yaşında kulaktan dolma bilgilerle piyano çalmaya başlayınca, müziğe yatkınlığı ortaya çıkar.

Böyle olunca ailesi tarafından altı yaşında Meksika'nın ünlü müzik akademisine gönderilir.

Burada müzik ve piyano eğitimi almaya başlar ve ilk resitalini verir.

Büyüyünce Güzel Sanatlar Konservatuvarı’nda eğitimine devam eder.

Kısa süre içinde popüler müzik bestecisi olarak çalışmaya başlar.

Konser piyanisti olarak Meksika Ulusal Senfoni Orkestrası'nın ve Meksika Ulusal Özerk Üniversitesi Filarmoni Orkestrası'nın en başarılı solisti olur.

Böylece yıllar içinde klasik müzik alanında sesini duymayan kalmaz.


Onu dinleyenler geleceğinin çok daha parlak olacağına inanır.

24 yaşında romantik bir genç kızken izlediği bir opera sahnesinden çok etkilenir.

Orada hissettiği yoğun duygular kalbinde yoğrulurken, hayal gücünü de kullanarak bir bolero yapmaya karar verir.

‘Bésame mucho.’

Şarkısını kendi ismi olan ‘Consuelo’ olarak imzalar, genç ve tecrübesiz olduğunu hiç aklına getirmeden.

Ama gelin görün ki; bestenin duyulduğu pek çok ülkede bu ismin bir erkeğe ait olduğu sanılır.

Yıllar içinde ülkeden ülkeye bu yanılgı dağılır ve dünya bu harika eseri bir erkek besteciyle bir düşünür.

Ünlü aşk baladı ilk olarak İspanyol-Meksikalı bariton Emilio Tuero tarafından plak olarak kaydedilir.

Şarkının ilk İngilizce uyarlaması ise 1944 yılında Amerikalı ünlü piyanist ve şarkıcı Nat King Cole tarafından yapılır.

O andan günümüze gelinceye kadar dünya çapında pek çok ünlü sanatçının (Beatles, Frank Sinatra, Luis Miguel, Andrea Bocelli, Cesária Évora, Pedro Infante, Javier Solís, Plácido Domingo, Sammy Davis gibi…) repertuarına aldığı eser; dünyada en çok çevrilen ve seslendirilen Meksika şarkısı olarak kayıtlara geçer.

Peki sır perdesinin ardındaki bu genç kız tek bir besteyle kalır mı?

Elbette hayır.

Pek çok ünlü Meksika baladına daha imza atar.

Kendi deyimiyle piyano tuşlarına ruhuyla dokunur.

Tam bu sıralarda çalıştığı radyoda sanat yönetmeni ve medya sahibi olan Mariano Rivera Conde ile evlenir.

Mariano ve Sergio Rivera Velázquez isminde iki oğlu olur.

Özel ve mutlu yaşamının yanında; Kongre’de görev yaparak, sanatçı hakları için mücadele eder.

1989 yılında Popüler Sanat ve Gelenekler alanında Ulusal Bilim ve Sanat Ödülü'nü kazanır.

Erkeklerin her anlamda ön planda olduğu o yıllarda, zarafetini hiç kaybetmeden üretmeye devam eder.

Ünlü olduğunun farkındadır ama bunu asla kullanmaz.

Toplumdan uzakta, sade ve sessiz bir yaşamı tercih eder.

Kendisini ailesine ve piyanosuna adar.

Birçok Meksika filminin müziğini besteler.

1977 yılında konser piyanisti, meslektaşı öğretmen Ramon Inclan Aguilar ve gazeteci ve şarkıcı Wilbert Alonzo Cabrera, Lola Beltrán ve Maria Medina ile birlikte Birleşmiş Milletler Barış Ödülü'ne layık görülür.

1992 yılında hayatını anlatan ‘Consuelo Velázquez belgeseli’nde yer alır.

Besame Mucho, 1999 yılında Amerika Birleşik Devletleri Florida-Miami'de İspanyolca yayın yapan bir televizyon kanalı tarafından ‘Yüzyılın Şarkısı’ olarak seçilir.

Ayrıca bestelendiğinden bu yana pek çok filmin melodisi olarak insanlara ulaşmaya devam eder.

Dünya çapındaki bu başarı Consuelo’ya "Meksika'nın gelmiş geçmiş en büyük kadın bestecisi" unvanını kazandırır.

2003 yılında Meksika'da heykeli dikilir.

Consuelo Velázquez, 22 Ocak 2005 yılında tam 88 yaşında hayatına veda eder.

Tıpkı yaşarken olduğu gibi sessizce.

İçtenliğini, aşk ve sevgi kokusunu hiç kaybetmeyen nice güzel eserin, nameler yoluyla kalbimizde yer bulması dileğimle.

Tıpkı Besame Mucho’da olduğu gibi.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

25.06.2025

Kaynaklar: https://www.flashistanbul.com.tr; https://en.wikipedia.org.

 

 

 

 

 

 

 

30 Eylül 2025 Salı

BİR KERE DAHA

Ara ara yazıyorum ve yazmaya, hatırlatmaya devam edeceğim.

Organ bağışı’nı.

Önemini.

Bir cana, can katmanın naifliğini.

Kalplere dokunmanın kelimeler sığmayan yüceliğini.

Bir kere daha.

Yakın zamanda izlediğim bir film sayesinde oldu bu sefer ki yazım.

Gerçek hayattan uyarlanmış filmin ismi ‘Ordinary Angels-Sıradan Melekler’.

1994 yılının dondurucu kışında Amerika Kentucky, Louisville'de gerçekleşir olay.

Küçük bir kız çocuğunun hayat mücadelesine eşlik ederken; imkansızı başaran kasaba halkının azmi, cesareti ve sevgisiyle sıcacık olur içiniz öyküye eşlik ederken.

Umutları yeniden yeşertir.

İnsanlara olan güvensizliği alıp götürür kalplerden.

Zorlu koşulların bile setlerini tek tek yıkar.

Mucizelerin gerçekten olduğuna dair olan inancı tazeler.

2024 yapımı Amerikan filmine konu olan bu gerçek öyküyü okuduğunuzda sizler de buna inanacaksınız eminim ki.

Kentucky'nin küçük bir kasabasında, eşini erken kaybettiği için iki kızının geçimini sağlamak için mücadele eden bir babanın dramı söz konusu.

Diğer tarafta ise yıllar önce oğluyla bağlarını koparmış yalnız çalışan bir kadın.

Küçük kızının karaciğer nakli için sırada bekleyen baba ile inatçı ve azimli kadının yolları bir şekilde kesişir.

Çünkü hayat tesadüfleri sever.

Ancak bir yandan da insanı zorlamaya, umudunu törpülemeye devam eder ne yazık ki.

Sabırla beklenen karaciğerin bir türlü bulunamaması, neredeyse ölümün eşiğine gelen kızına bir şey yapamayan babanın çaresizliği içinde umutsuz bekleyiş sürer gider. Giderek artan hastane masrafları, kızı için gecesini gündüzüne katan babayı endişe yumağında bırakır.

Sabrın insanı fazlasıyla zorladığı ve hatta sınadığı anlardır.

Kızı için son günlerin geldiğini ve hala uygun karaciğer bulamadığını anlayan babanın dünyası; tam dibe vurduğunu hissettiği anda gelen bir haberle aydınlanır.

İhtiyaç duyulan  organ yaşadıkları kasabadan hayli uzakta bir yerde de olsa bulunmuştur.

Tek yapılması gereken küçük kızın sağ salim o naklin yapılacağı hastaneye ulaştırılmasıdır.

Gelin görün ki Louisville; 1994 yılının Ocak ayının ortalarında Kuzey Amerika soğuk hava dalgası nedeniyle; büyük bir kar fırtınasına maruz kalır.

Öylesine çetin şartlar yaşanır, hava sıcaklığı o denli düşer ki kasabada hayat adeta durur.

Yollar, havaalanları kardan kapanır.

Arabalar, uçaklar kalkış yapamaz.

Bu arada fırtına ve tipinin şiddeti giderek artar.

Tüm bu olumsuz şartlar içinde babanın kızını 6 saat içinde Omaha'ya götürmesi gerekmektedir. Çünkü organın yaşama şansı giderek azalmaktadır.

İşte bu imkansız anlarda kasaba halkı el ele verir.

Yayın kuruluşları devreye sokulur.

Uzun uğraşlar sonunda fırtınada uçabilecek, Vietnam Savaşı gazisi gönüllü bir pilot ve bir helikopter bulunur.

Rota planlanır.

Ancak durmaksınız yağan kar anında her yeri bembeyaz yaptığı için temiz bir saha bulmakta zorlanırlar.

Sonunda kasaba halkı, helikopterin inebilmesi için bir alan açmak ve işaretlemek üzere bir araya gelir. Beraberce helikopter için temiz alan açılır.

Tüm operasyonun masrafları bağışlarla karşılanırken, baba kızıyla naklin yapılacağı hastaneye doğru yola çıkar.

Karaciğer nakli başarıyla gerçekleşir.

Sonunda küçük kız sağlığına kavuşur.

Tüm bu güzel gelişmelere katkı sağlayan, yılmadan elbirliği ile yardım eden kasabalılar; işte o haberle dünyanın en güzel servetine kavuşmuş olur.

Tanımıyor olsalar da özveri ile yardım etmenin, cesaretle bir araya gelmenin, birlik olmanın ödülü kalplerindeki sonsuz mutluluktur çünkü.

Dilerim o umut dalgası, yardımlaşma hissi ve sonrasındaki mutluluk hep bizimle beraber olsun.

Sevgiyle kalın.

Belgin ERYAVUZ

03.06.2025

Kaynaklar: https://www.beyazperde.com; https://tr.wikipedia.org; https://www.timeout.com; https://www.deseret.com.

 

 

Gunn'ın bir önceki filmi "İsa Devrimi"nden pek de farklı olmayan "Sıradan Melekler" de bir hareket başlattı.

"Jesus Revolution" vizyona girdikten sonra, gişede beklenenden daha iyi bir performans göstermekle kalmayıp, Erwin filmin geçtiği Pirate's Cove'da vaftizlerde bir artış olduğunu söyledi. Erwin, toplumda daha fazla bölünme yaratmak yerine, farklı bir şeyler yapan filmler görmenin harika olduğunu söyledi. Erwin, "Birbirimizi nasıl iyi sevebileceğimizi ve birbirimize karşı nasıl sıradan bir melek olabileceğimizi ve birbirimizi nasıl geride bırakabileceğimizi, birbirimize bakmaya çalışarak konuşalım," dedi.

Bu son film, organ bağışının hayat kurtarabilmesinin yanı sıra ailelerin tıbbi borçlarını ödemelerine yardımcı olan gruplara da odaklanma fırsatı sunuyor.

Film yapımcıları RIP Medical Debt grubuyla ortaklık kurdu. Örgüt, bağışlanan dolarlarla eşleşerek ölen insanların tıbbi borçlarını ödemeye yardımcı oluyor. Erwin, "Ne yaptıklarına dair farkındalık yaratmak ve insanların tıbbi borçlarını Ed'in ve ailesinin hikayede kurtarıldığı şekilde ödemelerine yardımcı olmak için onlarla ortaklık kurduk," dedi.

Filmin hikayesi inanç öğeleri taşısa da herkese hitap eden bir hikaye.

"Hikayelerimizin hepsinde evrensel olarak ilişkilendirilebilen şey, bunun bir umut dalgası olmasıdır. Dolayısıyla, neye inandığınız önemli değil, bu, 'İçeri girdiğinizden daha iyi hissetmenizi istiyoruz. Ayağa kalkmanızı ve binadan çıkarken bir fark yaratmak istemenizi istiyoruz' demek için kapıda bir davettir," dedi Erwin.

Erwin, bu umudun "çok karşı-kültürel" olduğunu söyledi.

"Bence bu hikaye bunu yüksek sesle ve gururla anlatıyor. Ve insanların nezaketin gerçekten de alışılmışın dışında bir şey olarak kullanılması vizyonunu yakalaması arzusu var," dedi Erwin.

Erwin, bu film yapımcıları grubuna ek olarak başka bir dinamiğin daha yaşandığını düşünüyor.

Erwin, "İzleyiciler biletlerinin ve seslerinin gücünün farkına varıyor," dedi. "Bunu desteklediklerinde, stüdyoda daha iyi ve daha iyi yetenekler elde etmemiz için para yatırmak üzere birçok şeyin başlaması için kapı açılıyor. Artık inançlı olsun ya da olmasın, inanç filmleri yapmaktan korkmayan birçok oyuncumuz var. Türden korkmuyorlar."

Meşru film yıldızları inanç filmleri çekiyorlar ve "bunun için özür dilemiyorlar."

"Hollywood'un süper kahraman filmlerine o kadar uzun süre güvendiği bir an olduğunu düşünüyorum ki, aniden süper kahraman filmleri şu anda gerçekten işe yaramıyor. Ve sonuç olarak, yatırım yapacakları yeni izleyicilere doğru yöneliyorlar," dedi Erwin. "Daha önce hiç olmadığı kadar inanca yatırım yapıyorlar."

 

"Sıradan Melekler" inançlı insanlara yönelik bir inanç filmi değil, herkesin izleyebileceği bir film.

Yorumları Görüntüle

Downes, "Herkes için erişilebilir, inancınız ne olursa olsun," dedi. "Bu filmdeki temalar evrenseldir. Bir araya gelebilmek için, 'Sıradan Melekler' başlığını bu yüzden seviyorum."

Sharon bir kuaför. Ed çatılarda çalışıyor. Downes, "Bunlar sadece ilişki kurabildiğimiz işler ve ilişki kurabildiğimiz insanlar ve kendilerini olağanüstü bir dizi koşulda bulmaları ve birbirlerini gerçekten tanımamaları, ancak daha sonra bu tek aileye yardım edebilmek için bir araya gelmeleri ve bunun da tüm bir topluluğa yardım etmesi," dedi.

Gunn, bu hikayenin 30 yıl önce yaşanmış olmasının ve şimdi dünyanın dört bir yanında milyonlarca insanın filmi izleyecek olmasının ne kadar inanılmaz olduğunu belirtti.

"Bu, bu tohumları ekmenin, yıllar sonra bile, birisini ne kadar etkilediğinizi bilmeseniz bile, inanılmaz meyveler verebileceğini gösteriyor."

https://www.deseret.com/entertainment/2024/2/17/24075066/ordinary-angels-andy-erwin-jon-gunn/

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...